Üretimin arttırılmasının önemli bir vazgeçilmezi seri olmaktır. Seri üretim hem kalitede sapmayı önler, hem de maliyeti aşağı çeker. Ancak bunu insana uygulamak, yeknesak bir toplumun oluşmasına, çok sesliliğin yok olmasına neden olur ki, bu doğrudan toplumun fakirleşmesine neden olur. Şartlanmış beyinler, kendinden olana saygı göstermeyen bireylerin oluşturduğu insan kümeleri ve tehlikelerini Eli Kebudi’nin kaleminden paylaşıyoruz
Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde
Bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde
Sözcüklerin, doğruluğun derinliğinden meydana çıktığı yerde
Zekânın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde
Tanrım, sen benim memleketimi işte bu özgürlük cennetinde uyandır.
TAGORE
Büyüyoruz. Bilgiler, yaşadıklarımız ve öğreneceklerimiz, görüşlerimiz ve başkalarının görüşleri istemli veya istemsiz, farkında olmadan iliştiriliveriyor aklımızın bir ucundan diğer ucuna… Aklımıza takılan düşüncelerle büyüyoruz, karşımızdakini anlama yeteneği, ilişiveren düşüncelere oranla evriliyor ve gelişiyor. Diğerini anlama istemi, ötekini yargılama istemi öğretiliyor ve öğrenilmesi bekleniyor. Ben olgusunun farkına vararak ve birçok farkındalığı uyandırarak, itişip kakarak ötekine uzanan düşünce yolu açılıveriyor. Kazandığımız, anlama yeteneği, istediğimiz ise sağlıklı düşünebilme ve sağlıklı iletişebilme.
Büyüyoruz. Başkalarının düşüncelerinin egemenliğinde taa ki kendimize ait olan düşünceleri doğurana dek… Yıllar ilerledikçe yaşımıza bir yaş daha eklendikçe eklediğimiz bilgilerin artması ve üzerimizde egemen olan düşün sisteminin farkına varmamız kimi zaman çok geç kimi zamansa çok erken olabiliyor. Hayatta karşılaştıklarımız kadarıyla, hayatı yargılayabiliyor ve öğrendiklerimiz doğrultusunda sorguluyoruz. Eyleme geçireceğimiz düşüncelerimizi ise, dar zamanlara sıkıştırıyoruz.
Üzerimizde egemen olan düşün sisteminin, istemli bir düzenle bizi egale etmesini bekleyen insanlar kümesini oluşturmaktayız. Tarihsel süreç boyunca, iktidarların beslendiği en önemli yan olan toplum, tarih sahnesinde bir oradan bir oraya savrulurken, süregelen düşün sisteminin, bize kıldığı olanakların farkına varışımızı geç hissettiğimiz anda, biraz da geç kalmış oluveriyoruz. Toplumun kısa tarihinde, bizim yerimize düşünecek mercilerin, bizim yerimize yargılayacak yapıların oluşturulması çok fazla zaman almıyor. Kişinin uzun tarihsel gelişimi ise bu egemen düşün sistemini zorlayan, bu düşün sistemine kafa tutan bir yanını da ortaya çıkarıyor. Bastırıldıkça içe doğru büyüyen ve kıvrılan taraflarımız bir yerden sonra patlak vermeye başlıyor. Uyandığımız zaman ise bize öğretilenlerin dayatmacı üslubu karşısında şaşırıyoruz. Etrafımıza ve kendimize elimizden geldiğince çeki düzen vermeye çalışıyoruz. Fakat temelde bize öğretilenler; ağacın yaşken eğildiği gerçeğini ve oluşan kamburumuzun üzerini örtmeye yetmiyor. Bir zamanlar ne öğretilirse alan küçük çocuk aklımız, şimdiyse çırpınıyor.
Süregelen düşünceleri kovalamak zor gelmektedir kimi zaman. Ortak bir bilinç yaratmak ne kadar demokratik bir yolla yapılabilir? Ortak bilincin yaratılması bir takım farklılıkların da göz ardı edilmesi değimlidir bir yerde? Bu ortak bilinç, ortak tarih bilinci, ulus devlet bilinci, ortak aitlik bilinci olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortak bilinci oluşturmak sistemin en önemli temel yapı taşıdır. Bir toplumun kendi iç dinamikleriyle var olabilmesi için o iç dinamiklerin beslenmesi, tarihle yargılanması ve felsefeyle sorgulanması gerekmektedir. Bu yargılama bilinci ne kadar sağlıklı olursa o derece ortak bir bilinç oluşturulabilmektedir. Fakat sağlıksız işleyen ortak bilinç oluşturma çabaları, dayatmacı düşün sisteminin maşası haline gelmiş biz toplum bireylerini uyanış sürecine kadar güzel bir şekilde uyutmakta ve kendi düşünceleriyle etrafımızı sarmaktadır. İlkokul ve ortaokul dâhil olmak üzere toplum bireylerine ve toplumu ayakta tutacak, geleceğin emanet edileceği bireylere sağlıksız bir toplum bırakılmamalıdır. Toplum öncelikle dünya sahnesinde tek başına var olmadığını ve bu mevcudiyeti tek başına sürdürmediğini anlamalıdır. Ardından ilkokuldan itibaren verilen bilgilerle küçük beyinler ortak bilinç oluşturabilme yolunda kullanılmamalıdır. Sağduyulu bir ortak bilinç ve bunun demokratik faaliyetlerle geliştirilmesi, ötekine ve bizden olmayana karşı tutumumuzu da değiştirecektir. Tarih sahnesindeki yerimizi sorgularken mitsel dönüşümlere başvurmamak gerekmektedir, her şeyin tüm çıplaklığıyla ve her yönüyle aktarılması çok önemlidir. Tabi, tam bu noktada bu aktarımın önemli bir temeli bulunmaktadır: İnsan hakları, bu aktarımın esasını oluşturan en önemli öğedir. İnsan hakları en genel anlamda insan haklarıyla ilgili (tarihçe, sözleşmeler, koruma mekanizmaları gibi) temel bilgilerin, farklılıkları kabul etme, ayrımcılıkları ve kalıp yargıları tespit edebilme, haklar ve sorumluklar doğrultusunda eyleme geçebilme gibi becerilerin ve davranışların edinilmesi süreci olarak tanımlanabilir. Kişiye aittir. Kişinin doğduğu andan itibaren sahip olduğu haklardır. Ve kişi doğduğunda toplum, toplumu oluşturan her bireye bu haklar doğrultusunda ve bu haklara yaslanarak gereken bilinci aşılamalıdır. İstenilen ortak bilincin oluşturulması ancak o zaman sağlıklı bir şekilde işleyebilmektedir. Bir takım hakların ihlali, farkındalığın kaybolması ve temelinde ayrımcılığın yattığı bilgilerle süslü bir bilincin genç beyinlere aşılanması uzun vadede toplumun evrimsel sürecini sekteye uğratmaktadır.
İşte bunun için sağduyulu insanların yardımı gerekmektedir. İnsan hakları ihlallerinde her an yanı başımızda bitecek kurumların yargılayacak vasıflarının bulunması gerekmektedir. Genç beyinlere aşılanan her yanlış ve saptırılmış bilgi her ne kadar ortak bilinç oluşturma kılıfı içerisinde sunulsa da yetersiz kalacak, her yönüyle beslenmeyen bilgi çıplak bir şekilde beyinlerde yer edecektir. Algılarımızın ilk açık olduğu, alınan her bilgiyi yargılamadan sorgusuz sualsiz aklımıza kazıdığımız süreç, ilköğretim olarak adlandırılan eğitim sürecidir. Bu süreçte yol gösterici kılavuzların, sağlam bir temele dayanarak, insan haklarını gözeterek ve ayrımcılığın hiçbir şeklini barındırmayarak bir takım bilgileri vermeleri gerekmektedir. Verilen bilgilerin abartılması, mitsel bir olguya dönüştürülmesi ise en önemli sorundur.
Tarih Vakfı’nın, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’yla birlikte yürüttüğü ve Avrupa Birliği Komisyonu ile Finlandiya Büyükelçiliği tarafından desteklenen 2. Ders Kitaplarında İnsan Hakları (DKİH-) Projesi, 2002-2004 yılları arasında yürütülen ilk projenin devamı niteliği taşıyor. 2007 yılının Ağustos ayında başlatılan bu ikinci çalışmada, ders kitapları alanında son beş yılda gerçekleşen iyileşmelerin ve devam eden sorunların saptanması amaçlandı.
Bu amaçla, değişen müfredata uygun olarak hazırlanan 139 ilk ve orta öğretim ders kitabı, insan hakları ve demokrasi kültürünün ana ölçütleri çerçevesinde incelenerek değerlendirildi. Söz konusu değerlendirmeler, alanında uzman eğitimci ve akademisyenler tarafından kaleme alınmış 13 makaleden oluşan Ders Kitaplarında İnsan Hakları-: Tarama Sonuçları kitabındabir araya getirildi. Tarama sonuçlarına göz atacak olursak;
Ders Kitaplarında Milliyetçilik: “Siz bu Ülke için Neler Yapmayı Düşünüyorsunuz?”
Tanıl Bora
“…Ders kitaplarımızda milliyetçilik söyleminin insan hakları açısından değerlendirilmesi üzerinde beş yıl önce yapılan tarama çalışması, bu müfredatın milliyetçiliği doktrine bir temel olarak benimsendiğini göstermişti. Vatandaşlığı değil, bir yandan etno-kültürel kimliği, diğer yandan devlet otoritesine mutlak sadakati esas alan bir milliyetçilik anlayışı müfredatın lâfzına ve ruhuna hâkimdi. Milliyetçiliği bir endoktrinasyon programının mantığı içinde belletme çabası, yalnız insan hakları bilincinin ve duyarlılığının önünde bir engel oluşturmakla kalmıyordu. Buradaki ezberci yaklaşım, kalıpların enflasyonist tekrarı, hamasi, dikte edici ve savruk dil, bilgiyle ve sözle herhangi bir ezber dışı ilişkiyi güçleştiren bir temel de oluşturmaktaydı. Esas itibarıyla bu temel nitelik, dolayısıyla bu temel sorun devam etmektedir….”
“Can veririm, Kan dökerim”: Ders Kitaplarında Militarizm
Yrd. Doç Dr. Ayşe Gül Altınay
“…2008-2009 öğretim yılında da yaklaşık 1,5 milyon yeni 6. sınıf öğrencisi, müzik dersinde aynı şarkıları öğrenecek ve aynı savaş betimlerini tartışacak. Kuşkusuz, ‘can vermesi’ ve ‘kan dökmesi’ beklenen öğrenciler yalnızca 6. sınıfa gitmiyorlar ve bu beklentiden yalnızca müzik dersinde haberdar olmuyorlar. Aksine Ders Kitaplarında İnsan Haklar- taramasından çıkan en çarpıcı sonuçlardan biri, bu yıl okula başlayacak veya devam edecek 14 milyondan fazla öğrencinin her sınıfta ve müzikten felsefeye, edebiyattan tarihe kadar pek çok derste yoğun bir askerileşmiş eğitime tabi olacağı gerçeği….”
Türkiye’de Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Ders Kitaplarına İnsan Hakları Merceğiyle Bir Bakış Prof. Dr. İştar Gözaydın “…İlk ve orta öğretimde yararlanılmakta olan basılı Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi ders materyalleri insan hakları merceğinden tek tek incelendiğinde ortaya çıkan, gerek halen yürürlükte olan T.C. Anayasası’nın 24. maddesi gerek belli başlı tüm uluslar arası insan hakları belgelerinde yer alan din ve vicdan özgürlüğünün ciddi şekilde ihlal edildiğidir. Dinle ilgili konuların bilgilendirmenin ötesinde endoktrinasyon amacıyla sunulması insan haklarına saygılı bir eğitim anlayışıyla bağdaştırılamaz. Bu tutum, hem düşünce ve kanaat özgürlüğü, hem düşünceyi ifade hakkı bakımından da sakıncalıdır. İlahiyatçı yaklaşımın bir anlamda kaçınılmaz diğer bir sonucu biz Müslümanlar ve onlarla başlayan bir din ayrımcılığının ortaya çıkmasıdır. Bu ayrımcılık semavi dinlere mensup olmayanlar ve inanmayanlar için daha da vahim boyutlardadır. Ders materyallerinde bu sorunun Türkler ve diğerleri şeklinde milliyetçi bir söylemle de sarmallaştığı görülmekte, dolayısıyla vatan için ölümün yüceltilmesi, orduya ve askerliğe dair değerlerin kutsallaştırılması, “biz ve düşmanlar” söyleminin kurulması gibi barış hakkının ihlaline yol açan tutumlar sergilemektedir…” Uzmanların da üstünde durduğu ve bir toplumun şekillenmesinde hayati önem taşıyan konuların, ders kitaplarında “insan hakları temelli” ele alınışının toplumumuzda ne kadar yoksun olduğu Türk Tarih Vakfının tarama sonuçlarında da açıkça görülebilmektedir. Sağduyulu sivil toplum kuruluşları ve uzmanların aracılığı ile eğitimdeki bu iyileştirme çabaları toplumu şekillendirecek noktalara gelerek farkındalığın daha küçük yaşlarda algılanmasına ön ayak olmalıdır.