İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Pazartesi günü Beyaz Saray’ı ziyaret ettiğinde yanında Başkan Obama’nınki ile ısrarlı bir şekilde çatışan bir gündem taşıyor olacak. Obama, Netanyahu’nun bir ‘Filistin Devleti’nin kurulmasını desteklemesini istiyor. Netanyahu ise tamamıyla farklı bir şey istiyor: Başkan’ın, İran’ın nükleer bir silaha sahip olmaktan alıkonulması hususundaki mutabakatı.
Netanyahu, 1990’ların sonlarındaki ilk başbakanlığında, aşikâr samimiyetsizliği ile tanınmıştı. Bu nedenle İran konusunda takılmasını – son konuşmalarımızdan birinde İran’ın “Mesihi kıyametçi bir mezhep” tarafından yönetildiğini söylemişti – Ortadoğu Barış Süreci, özellikle de Obama Yönetimi’nin Batı Şeria’daki yerleşim birimlerini engellemek yönünde tırmanan baskıları ile ilgili karmaşık sorunlar yumağından kaçınmak olarak yorumlamak mümkün.
Netanyahu hakkındaki bu değerlendirme, onun kuvvetli bir şekilde blöf yapan, fakat gerekli ve kaçınılmaz olduğunu düşündüğünde eğilmesini bilen bir kötümser (veya onun tanımlamasıyla mutabıksanız, bir pragmatist) olduğunu vurguluyor. İlk başbakanlık döneminde, Yahudiliğin ikinci en kutsal şehri Hebron’un bir kısmını Yaser Arafat’ın kontrolüne bırakarak Büyük İsrail prensiplerine ihanet etmişti. Netanyahu’nun pragmatizmi aynı zamanda İsrail ile Washington arasındaki ilişkinin çok kutsal olduğunu bildiğini de gösteriyor. Başka bir deyişle, Netanyahu, söylemine rağmen, Obama’nın izni – gelecek gibi görünmeyen bir izin – olmadan hiç bir zaman İran’ı vurmayacaktır.
Ne var ki bu, hem İsrail Başbakanı’nı, hem de Yahudi tarihindeki bu anı yanlış okumak demektir. Netanyahu’nun Filistin meselesinde zor kararlardan kaçınmak isteyeceği, hem siyasi (diyelim ki Filistinlilerin kendi kaderlerini belirleme davasına olumlu yaklaşan biri değildir), hem de stratejik (aşırıları İran yanlısı olan, bölünmüş ve işlevsiz Filistinlilerin uzlaşmaya hazır olmadıklarına inanıyor) açıdan doğrudur.
Yine de Başbakan’ın İran nükleer programıyla ilgilenmesi samimi ve içten gibi görünüyor. Yakın zaman önce danışmanlarından birinden Netanyahu’nun İran hakkındaki endişelerini ölçmesini istemiştim. Yanıtı, “Amalek’i düşün” olmuştu.
“Amalek” özde “varoluşsal tehdit”in İbranicesidir. Geleneklere göre Amalekler Yahudilerin ölmeyen düşmanlarıdır. Bunlar Tevrat’ın beşinci kitabında ortaya çıkarlar ve Mısır’dan kaçan İsrailoğulları’nın en arka sıradakilerine saldırırlar. Hahamlar birçok Yahudi neslinin Amalekler ile karşılaşmak zorunda kaldıklarını öğretirler: Nabukadnezar, Haçlılar, Torquemada, Hitler ve Stalin, Amalek’in kötü niyetli ruhunun görünümleridir.
Eğer İran’ın nükleer programı mecazi olarak Amalek’in cephanesiyse, o zaman bir İsrail Başbakanı, müttefikleri ne düşünürlerse düşünsünler, Yahudi tarihi uyarınca bunun yıkılmasını sağlamaya çalışmaya mecburdur. Son konuşmamızda Netanyahu, metafizik ve Tevratsal açıdan fakat İran’ın nükleer silah arzusunun “tarihin menteşelenmesini” sembolize ettiğini söyledi.
Netanyahu, “İran bir ülkeyi yok etmekle tehdit etti” dedi. “Tarihsel anlamda bu şaşırtıcı bir şeydir. Bu, kamuoyunun yargısında fiilen karşılıksız kalmış anıtsal bir rezalettir. Tabi ki bazı baştan savma, üstünkörü kınamalar oldu fakat ‘j’accuse (suçluyorum)’ olmadı, şok olmadı.” Netanyahu, tarihin öğrettiği derslerden birinin, “Eğer zamanında karşı çıkılmazsa, kötü şeylerin daha da kötüye gitmeye meyletmesi” olduğunu iddia etti. “İranlı liderler İsrail’in yıkılmasından ve yok olmasından söz ediyorlar ve eşzamanlı olarak da yok olmasını temin etmek için silahlar üretiyorlar”, diye devam etti.
Daha geniş anlamda, nükleer bir İran, “Her tarafta, birçok kıtada, bu fanatizmin zafere giden nihai yol olduğuna inanacak olan dinci militanları cesaretlendirecektir” yorumunu yaptı.
Netanyahu’nun İran’ı yeni Amelek olarak görmesini anlamak için entelektüel ve ruhsal gelişiminin iki cephesini anlamak önemlidir: Babasının ilmi ve abisinin şahadeti.
99 yaşındaki babası Benzion Netanyahu önde gelen İspanyol Yahudi tarihçisidir. En dikkat çekici kitabı “15. yüzyıl İspanyası’nda Engizisyonun Kökenleri”, engizisyonun doğuşu hakkındaki eski anlayışları yıktı.
Benzion Netanyahu, 1.300 sayfa boyunca İspanyolların Yahudilerden nefretlerinin sadece teolojik nedenlerle olmadığını, fakat ırk nefreti temeline dayandığını (İspanyollar, limpieza de sangre, yani kan saflığı prensibini izlediler) iddia etti.
Baba Netanyahu, aynı zamanda İspanyol Yahudilerinin, karşıtlarını rahatlatma çabalarının boşuna olduğunu, çünkü kendilerine yönelik suçlamaların mantıktan ve gerçekten yoksun bulunduğunu ve belki de en önemlisinin, Yahudi nefretine yönelik (bu tabiri antisemitizme tercih etti) yazılı ve sözlü ifadelerinin kaçınılmaz olarak fiziksel zulme yol açtığını da iddia etti. “Araştırmamızdan ortaya çıkan, İspanyol Engizisyonu’nun, katiyen şartların ve olayların tesadüfî olarak bir araya gelmesinin bir sonucu olmadığıdır” diye yazdı. “Engizisyon, bunun olmasını istemiş ve on yıllarca bunun üzerinde çalışmış bir hareketin ürünüydü.”
Benziyon Netanyahu, dikkatlice okunduğunda, antisemitizmin bir nefret olduğu inancını önerir. Baba Netanyahu’nun görüşüne göre böyle bir duyguya tek rasyonel tepki, militan Yahudi meşru müdafaasıdır.
Binyamin Netanyahu ve iki kardeşi engizisyon tarihi ile karartılmış bir evde büyüdüler ve kendilerine Benzion’un, Yahudi zayıflığının sonuçları hakkındaki anlayışı öğretildi. Babası Netanyahu’ya tarihsel bir çerçeve sağlamışsa, abisi Yonatan da, ruhunu halkının var olmasına adamış bir Yahudi modeli sundu. 1976’da, Arap ve Alman teröristlerin rehin tuttuğu İsraillileri kurtarmak için Ugana’daki Entebe Havaalanı’na yapılan baskına komutanlık yaparken öldürülen Yonatan, muhtemelen Entebe halen pasifliğe karşı modern Yahudi reddinin en saf ifadesini sembolize ettiğinden, Varşova Gettosu sonrası Yahudi şahadetinin en saygı duyulan figürüdür.
Arkadaşları ve danışmanları, Netanyahu’nun, abisinin ölümümden üç ders çıkardığını söylerler: Birincisi, Yahudileri tehdit edenler ve tehditlerini uygulayacak imkânları olanlar önceden nötralize edilmelidir. İkincisi, hiç kimse Yahudileri - Yahudilerin kendileri hariç - savunmayacaktır. Üçüncüsü, antisemitizmi teşhir etmek ve soykırım noktasına gelmeden antisemitizmle savaşmak için kader Netanyahuları seçmiştir.
O zamanlar savunma bakanı olan Şimon Peres, Yonatan Netanyahu’nun ardından şöyle demişti: “Öyle zamanlar vardır ki, bütün bir ulusun kaderi bir avuç savaşçıya ve gönüllüye bağlıdır. Onlar dünyamızın namusunu çok kısa bir süre içinde sağlamalıdırlar. Böyle anlarda soracakları, akıl danışabilecekleri kimse yoktur. Olay yerindeki komutanlar çatışmanın kaderini belirlerler.”
Binyamin Netanyahu’nun bir yandan İran’ın nükleer programını engellerken, diğer yandan da ABD ile ilişkileri sürdürmek gibi yıldırıcı bir görevi var. İran nükleer kapasiteye ulaşırsa İsrail onu başarısız bir başbakan olarak değerlendirecek; ülkesinin Washington’daki durumunu bozarsa, yine başarısız olmuş olacak.
Netanyahu Obama’yı, İran’ın İsrail’e karşı Amalek boyunda bir tehdit oluşturduğuna ikna edebilir, fakat İran’ın Amerika’ya karşı varoluşsal bir tehdit oluşturduğuna ikna etmek için çok daha fazla zorluk çekecek. Nükleer bir İran’ın ABD’nin çıkarı için iyi olmadığı kesinlikle doğru. Bu, başka şeyler dışında, dünyanın en istikrarsız bölgesinde muhtemel bir nükleer silah yarışının başlaması anlamına gelecek ve Amerika ile İran arasında İran Körfezi’nin hakimiyeti için verilen 30 yıllık mücadelenin, İran’ın zaferi ile, biteceği anlamına gelecek. Buna karşı, bir Amerikan saldırısının veya Amerika onaylı bir İsrail saldırısının kısa vadeli maliyeti dehşet verici derecede yüksek olabilir.
Kriz kötüleşirken Obama seçeneklerinin az olduğunu görecek ve mevcut olanlar da bütün ikna yeteneğini kullanmasını gerektirecek. İran’ı angaje ederken, nükleer programını durdurması karşılığında İran’ın bütün uluslararası izolasyondan tamamen kurtulacağına söz vermesi gerekecek. Fakat aynı zamanda, nükleer programını sürdürmesi halinde, İran’ı Batı ile top yekûn bir yabancılaşma – gaz ticaretinin sınırlanması, bankacılık sisteminin durdurulması – ile tehdit etmeye hazır olması gerekecek.
İran’ın nükleer kapasite elde ettikten sonra engellenmesi konuşmaları İsraillileri (veya hatta İran’ın Arap rakiplerini) mutlu etmez ve aslında onları askeri bir saldırıya geçmeye yaklaştırabilir. İsraillilerin varoluşları ile ilgili tehlikeli bir durum hakkında hissettikleri özel dehşeti anladığını gösteren Başkan Obama tabi ki bunu biliyor.
Geçen sene seçim kampanyası esnasında bana şöyle demişti: “Amerika’nın belli yönlerden Yahudiler için güvenli bir sığınak haline geldiğini iddia edenler olabileceğini biliyorum, ama eğer Holokost’u yaşamışsan, bu ne olursa olsun Yahudi halkının kendi başının çaresine bakabileceği fikri ile aynı güven ve güvenlik duygusunu vermeyecektir.”
Netanyahu, Obama’nın İranlıları angaje etme planını desteklediğini söylüyor. Angajman çabasının işlememesi halinde yaptırımların sıkılaştırılmasını da destekliyor. Fakat çok az şüphe olmalıdır ki, bu senenin sonuna kadar bir ilerleme kaydedilmezse Netanyahu İran’a saldırmayı ciddi şekilde düşünecektir. Askeri danışmanları bana, bir saldırının, hatta Amerikan yardımı veya izni olmadan yapılacak bir saldırının, İran’ın programını iki ile beş yıl arasında geciktirmesinin yüksek bir ihtimal olduğunu söylediler.
Bu, dünya çapında rağbet görmeyen bir adım olacaktır, fakat Netanyahu İsrail halkının çoğunun arkasında olacağını biliyor. Hatta Netanyahu’nun ağabeyinin cenazesindeki methiyeyi okuyan adam olan çok daha güvercin görüşlü Şimon Peres bile Benzion’un, oğullarına öğrettiği dersleri özümsemiştir.
Şimdi Devlet Başkanı olan Şimon Peres’i kısa süre önce ziyaret ettiğimde kendisine, ülkesinin Yahudi tarihi derslerini (gereğinden) fazla öğrenmiş olma ihtimalinin bulunup bulunmadığını sordum. Şöyle cevap verdi: “Eğer fazla tepki vermek ya da az tepki vermek gibi bir hata yapacaksak, zannederim ki fazla tepki vermeyi tercih ederim.”
Jeffrey GOLDBERG
The New York Times, 17 Mayıs 2009