Nazizmin köklerini araştıran filme Altın Palmiye Ödülü

Michael Haneke’nin fetiş oyuncusu Isabelle Huppert’in başkanı olduğu jüri, festivalin en iyi filmini ikinciliğe kaydırarak, “Beyaz Kurdele”ye Altın Palmiye vermesi tartışma yarattı. Festivali Cannes'da izleyen sinema yazarımız Viktor Apalaçi jürinin sonuçlarını değerlendiriyor.

Viktor APALAÇİ Şalom
27 Mayıs 2009 Çarşamba

Bu yıl dâhil, izlediğimiz 25’e yakın Cannes Film Festivali’nde favori filmimin “Altın Palmiye Ödülü”nü kazandığına tanık olmadım. Bu yıl da kaide bozulmadı. Yarışmada en çok sevdiğim film olan “Kâhin / Un Prophete”, ikincilik ödülü sayılan, Büyük Jüri Ödülü’ne kaydırılınca meydan Michael Haneke’nin “Beyaz Kurdele / Das Weisse Band”ına kaldı.

Aslında durum kapanış galasında ödül dağıtımından bir gün önce belli olmuştu. Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu (FIBRESCI), Fransız Eğitim Birliği, Haneke’yi 62. yarışmanın galibi ilan etmişti.

Kiliseyi yerden yere vurmasına rağmen, Ekümenik Jüri, “Beyaz Kurdele”ye mansiyon vermişti.

2,5 saat süresince bunalım geçirerek izlediğim filmin, Altın Palmiye’ye koştuğu, gün gibi aşikârdı. Bu düşüncelerimi açıkladığım arkadaşlarımdan, tebrik telefon ve mesajları alıyorum.

Haneke’nin fetiş oyuncusu Isabelle Huppert’in başkan olduğu jürideki diğer üyeleri etkileyeceğinden korkuyordum. Korktuğum başıma geldi.

Jürinin bazı kararları, akıl dışı olmaktan öte, komikti. Örneğin iptidai bir sinema tekniğine sahip bir ülkeden gelme, Filipinli bir yönetmenin Brillante Mendoza’nın, ilkel bir anlayışla ele aldığı “Kinatay” adlı filmiyle en iyi yönetmen seçilmesi, bu ödülün geçen yılki galibi (jüri üyesi) Nuri Bilge Ceylan’a hakaret niteliğindeydi.

Düşünün, gece filmi çekme tekniğine sahip olmayan, tümü karanlıkta geçen, yüzlerin seçilmediği bir filmin yönetmeni yarışmaya katılan 20 meslektaşından daha başarılı ilan ediliyor.

TARTIŞMALI KARARLAR

Kariyerinin belki de en parıltısız filmine imzasını atan Alain Resnais’ye uydurma bir ödül (62. Yıl Özel Ödülü) verilmesini izah etmek belki mümkündü. 87 yaşında üretkenliğini sürdüren, Yeni Dalga akımına yön veren, sinema tarihinin belki de 3-5 en iyi filmlerinden biri olan “Hiroshima Mon Amour”un yaratıcısı olan Fransız ustayı kariyerinin tümüyle ödüllendirmek bir kadirşinaslık örneğiydi.

Jüri festivale çok sayıda filmle katılan Asya sinemasının ağzına bir parmak bal çalıyordu. Ülkesinde uzun süre sansürlenen ve film çekmesi yasaklanan Çinli yönetmen Lou Ye, iki eşcinsel erkeğin tutkulu aşkını anlatan filmi “Bahar Ateşi” ile en iyi senaryo ödülünü kazandı.

Diğer bir Asyalı yönetmen, Park Chan-Wook, “Susamak” adlı filmiyle Jüri Özel Ödülü’nü, İngiliz kadın yönetmen Andrea Arnold’un “Fish Tank”ıyla paylaştı.

Oscar’larda ve en iyi oyuncu ödüllerinde jüriler, akıl hastası ve sapıkları canlandıran oyunculara ödül verme kolaylığını seçerler. Cannes jürisi bu kaideyi bozmadı. Gayri ahlaki ve şok edici sekansları ile skandal yaratan, yuhalanan Lars Von Trier’in “Antichrist”indeki Charlotte Gainsbourg’a En İyi Kadın Oyuncu Öülü’nü verdi. Oysa ödülü hak eden aktris, “Vincere”deki Giovanna Mezzogiorno idi.

Jürinin tartışmasız tek kararı En İyi Aktör Ödülü için Christoph Waltz’ın seçimiydi. Avusturyalı aktör, Tarantino’nun “İsimsiz Kahramanlar / Inglorious Bastards”ındaki kompozisyonuyla 62. yarışmanın tartışmasız en iyi oyuncusuydu.

“CEVAPLAR DEĞİL, SORULAR ÖNEMLİDİR”

Günümüz Avrupa Sineması’nın en etkili yönetmenlerinden, Avusturyalı Michael Haneke Cannes’a yabancı bir sinemacı değil. Altı kere katıldığı bu yarışmada, 2001’de “Piyanist” ile Jüri Büyük Ödülü’nü, 2005’de “Caché” ile En İyi Mizansen Ödülü’nü kazanmıştı. Bu yıl yarışmaya katılan filmi “Beyaz Kurdele”, Birinci Dünya Savaşı eşiğindeki Kuzey Almanya’nın Protestan bir köyünde geçen konusuyla, gizemli bir öykü anlatıyor.

1913-14 yıllarında bir köy öğretmeninin eğittiği bir çocuk korosu, aileleri, asil sınıftan bir baron, mağrur bir doktor, doğru yolu gösteren bir Protestan rahip, hizmetkarlar, garip köylüler… Filmin başından sonuna kadar gelişen garip olayların, cezalandırma amacıyla işlenmediklerini anlıyoruz.

Olayların failleri kimlerdir; cezalandırma hakkını kendinde görenler kimlerdir? Bütün bu soruların arkasında gizlenen gerçeğe, Haneke bir tül perdesi arkasından, ketumiyetle yaklaşıyor.

Köy öğretmeni, korosundaki çocuklardan şüpheleniyor. Haneke’nin filmi için düşündüğü ilk isim “Allah’ın Eli” idi. Zira çocuklar kendilerini filmde Allah’ın eli yerine koyuyorlar.

Ensest yapan doktoru, kötü kalpli rahibi çocukların cezalandırdığını görüyoruz. Haneke nüfuz edilmesi zor, kapalı ve soğuk bir anlatımı yeğliyor. İpucu vermede pek cimri davranıyor. Bu özelliği 2,5 saatlik filmin izlenmesini zorlaştırıyor.

Haneke, “Ben kendimi izahat vermeye yetkili kılmıyorum; olayları anlatmakla yetiniyor, izleyiciyi sual sormaya zorluyorum. Benim için cevaplar değil, sorular önemlidir,” diyor.

“Beyaz Kurdele”de Haneke her zamanki kadar iddialı ve ihtiraslı. Sosyal ve moral dersler vermede ısrarlı. Haneke sinemasına hâkim olan öğeler, şiddet, aile, eğitim, faşizmin kökenleri, bu filmde de derinlemesine ele alınıyor.

Nazizm öncesi Almanya’sının, metafor yüklü semboller eşliğinde anlatıldığı film, Avusturya arşidükünün Saraybosna’da öldürülmesi ile noktalanıyor.

Bu özgün film ile Nazizm’in tırmanışını, milyonlarca Alman’ı nasıl etkileyeceğini, 20 yıl öncesinden bir konu ile araştırmayı göze alan, üstün Alman ırkı kurma paranoyasına kapılan Hitler ve çevresinin Almanlar tarafından neden desteklendiğini sorgulayan Haneke, şüphesiz ki takdiri hak ediyor. Cannes’da gözlemlediğim, etrafındaki hayran kitlesi, kendisini FIBRESCI Ödülü konuşmasında şöyle konuşturuyordu:

“Basın tarafından takdir edilmek büyük keyif, büyük onur. Sizden bu ödülü ilk kez almıyorum, sonuncusu da olmayacak.”

Aksakallı gizemli yönetmenin alçakgönüllülüğünden (!) etkilenmemek mümkün değil.

FRANSIZLARIN SCORSESE’Sİ                   

62. Festival’de, hakkı en çok yenen, kim vurduya giden, “Kahin / Un Prophéte” filminin yaratıcısı Jacques Audiard idi. Cannes’da tahminlerin çok üzerinde bir başarı yakalayan “Kahin” ile eleştirmenler Jacques Audiard’a “Fransız Scorsese”si unvanını verdiler. Unlu senarist Michel Audiard’ın oğlu olan ve sinemaya baba mesleği olarak başlayan Jacques, 1996’da Cannes’da “Ketum Kahraman / un Heros Tres Discret” filmiyle En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanmıştı.

1994’de başlayan yönetmenlik kariyerine beş film sığdıran 57 yaşındaki sanatçı, son filmi “Kalbim Durdu / De Battre Mon Coeur S’est Arreté”den sonra, dört yıllık bir hazırlık süresinde yaptığı “Kahin” ile sinemaya görkemli bir dönüş yapıyor.

Bu parıltılı, şiddet yüklü, yüksek tansiyonlu hapishane filminde Audiard, karışık bir adalet mekanizmasını, hapishanedeki çeteleşmeyi, imtiyazlı mahkumları hapishane müdürü ve gardiyanların hoşgörüsünü (fahişe servisi bile var) gözlere seriyor. Üç yılda yazılan senaryo, cahil Arap mahkum Malik’in şahsında hapishane hayatının, azılı bir katile dönüştürdüğü bir mahkumun yol haritasını çiziyor. 19 yaşında bakir bir genç olarak hapishaneye giren Malik, mahkumiyeti süresince edindiği tecrübeyle, boynuz kulağı geçer misali, hocası Korsikalı mafya babasını, zekası ile alt ediyor. Bir kardeşi dışında ailesi ve para yollayanı olmayan Malik’te, tanınmayan (evvelce bir tek filmde –La Commune- oynayan) Arap aktör Tahir Rahim, şaşırtıcı bir performans çıkartıyor. Oyuncu kadrosunun tek tanınmış oyuncusu Niels Arestrup, Audiard ile önceki filminde birlikte çalışmıştı.

Hollywood’un hapishane filmi klişelerinden uzak durmayı başaran “Kahin”, bir Fransız hapishanesindeki Korsikalı, Çingene, Arap kökenli, değişik kültürlerin çatışmasını ustalıkla sergiliyor.