İletişim profesörü ve ünlü köşe yazarı HALUK ŞAHİN Kanserli iletişim - ya da iletişim devriminden antil-iletişim karabasanına başlıklı yazısında, kitle iletişimin günümüzde ulaştığı boyutu, ŞALOM için değerlendirdi.
Kanserli iletişim - ya da iletişim devriminden anti-iletişim karabasanına
İletişim profesörü ve ünlü köşe yazarlarından Haluk Şahin, kitle iletişimin günümüzde ulaştığı boyutu, eksileri ve artılarıyla, gözler önüne seriyor
Türkiye’de, telefon dinleme paranoyasının dorukta olduğu bir dönemden geçiyoruz. Önemli mevkilerde bulunan kocaman kocaman insanlar iki çift laf edecekleri zaman telefonlarının pilini çıkartıyor, bu önlem yetmiyormuş gibi yandaki odaya geçiyorlar. Ama o bile evhamlarını yatıştırmaya yetmiyor. Öyle ya, orada da ortam dinlemesi yapılmadığı ne malum?
“Paranoya” ve “evham” kelimelerini kullandım ama gene de, o ünlü fıkradaki gibi tam da emin değilim. Hani paranoya teşhisi konan adam psikiyatristine ne demiş:
“Doktor bey, bütün dünya kuyumu kazmaya çalışmasaydı ben de bu kadar paranoyak olmazdım!”
Yetkili makamlardan verilen telefonu dinlenen insan istatistikleri ürkütücü boyutlara ulaşıyor. Resmi sayı 70 bin. Bu da bilineni, yani yasal olarak, izin alınarak yapılanı. Ya ötekiler? Devletin dışından ya da devletin en içinden birileri adına izinsiz dinlenenler? Onların sayısını biliyor muyuz?
Gazetelerde, televizyonlarda hemen her gün “ortam dinlemesi” sonucu elde edilmiş dinleme kayıtları yayınlanıyor. Meğer kimler ve nereler dinleme altındaymış. Yargıçlar, savcılar, bakanlar, generaller, iş adamları, gazeteciler...
Kaldı ki, yasalarımız “ortam dinlemesi” diye bir şeyi tanımıyor!
Eğer Türkiye bir demokrasi ise, belli ki bir şeyler çok yanlış. Yo, totaliter rejimle yönetilen bir ülke isek, belli ki asayiş berkemal ve “Büyük Birader”, eksik olmasın, nefes alışlarımızı bile dinliyor!
Bir iletişimci olarak ben bu durumu kansere benzetiyorum. Yani sağlıklı hücre gelişiminin bir noktada yoldan çıkmasına, azıtmasına ve bünyenin tüm dengelerini bozacak ölümcül bir hastalığa dönüşmesine...
Önce sağlıklı gelişme dediğimiz şeye bakalım:
İletişim alanında insanlığın hülyalarının hedefi belliydi: Her kişinin, her yerden, dünyanın her yerindeki herkesle, istediği zaman ve istediği biçimde iletişim kurabilme yeteneği.
Çocukluğumuzda okuduğumuz ya da dinlediğimiz masalları hatırlayın: Kadın aynaya bakıyor ve ormanda olup bitenleri görebiliyor. Adam deniz kabuğunu kulağına tutuyor çok uzaklarda konuşulanları duyuyor...
Özellikle 19. yüzyıldan sonra bu yönde hızla yol alındı: Telgraf, telsiz telefon, telefon, radyo, televizyon hep bu düşün gerçekleşmesi yolunda atılmış adımlardı.
Uzaya yolculuk ve askeri istihbarat için geliştirilen teknolojilerle bu yönde gidiş 1960’lardan sonra iyice hızlandı. Bilgisayarlar, mikroçipler, lazerler, şunlar bunlar derken iletişim araçları küçüldü, güçlendi, taşınırlaştı. İğne başı kadar mikrofon, kalem başı kadar kamera yapıldı.
İnsanın iletişim yeteneği kısa bir zamanda, öngörülenin çok ötelerine sıçramıştı. Bu kadar kısa zamanda bu kadar çok sıçrama beklenmiyordu. Ama oldu. Bu anlamda “iletişim devrimi”ni “küreselleşme”nin hem nedeni hem de sonucu sayabiliriz.
Kurumsal yapı, etik, yasa gibi şeyler olsa olsa geriden geliyordu. En azından gelmesi bekleniyordu.
“Küresel tüketici”, tüm dünyayı masasının üzerine kadar getiren teknolojik gelişmelerden çok memnundu. Sistem de memnundu, çünkü onların iyi tüketiciler olabilmeleri için devreye bağlı kalmaları isteniyordu.
Bu arada, casuslar, özel dedektifler ve gizli servisler de çok memnunlardı hayatlarından.
Çünkü iletişim için kullanılmak üzere geliştirilmiş bu aygıtlar “anti-iletişim” için de kullanılabiliyordu!
Yani, iletişim süreçlerine kaçak girmek, kaynak yapmak, bozmak ve saptırmak için. Masaldaki gibi uzaktakini gören, habersiz uzaktan görülebiliyordu artık; uzaktakini duyan, habersiz uzaktan dinlenebiliyordu.
En gizli düşlerini kaydettiği üç şifreli hard disklerdeki bilgiler, silindikten sonra bile, birilerinin parmaklarının ucundaydı.
Sağlıklı büyüme denetimden çıkmış, tümörleşmişti. Her yerle, her zaman iletişim kurabilme yeteneğinin hülyasını kuranlar birdenbire her yerde her zaman dinlendiklerinin ya da görüldüklerinin farkına varmaya başladılar. Sağlıklı hücreler kötü hücreler tarafından sarılıyor, boğuluyordu.
İşte içinde bulunduğumuz, ya da içinde bulunduğumuz evhamına kapıldığımız dönem bu dönemdir: Anti-iletişim dönemi.
Özel iletişimin gizliliği uluslararası antlaşmalar ve anayasalarla güvence altına alınmış temel bir varsayımdır. İnsanların mektupları açılamaz, elektronik postaları okunamaz, telefonları dinlenemez, evleri gizli kamerayla gözlenemez.
Çünkü insanın yalnızca beden olarak değil, bir iletişim aktörü olarak da korunmasının insanlık onuruna daha uygun düşeceği sonucuna varılmıştır. Binlerce yıllık felsefi düşüncenin ve yüzlerce yıllık siyasi mücadelenin meyvesidir bu.
“Kamu yararı” adına insanın özel iletişim alanına ne zaman izinsiz girilebileceği yasalarda sayılmıştır. Bunun dışındaki “tecavüz”ler cezai yaptırıma bağlanmıştır.
Ancak, yaşadıklarımızdan anlıyoruz ki, yasal çerçeve ve post-modern ahlâk, modern teknolojilerin sağladığı olanaklar karşısında çok güdük ve yetersiz kalıyor. Kanser durmadan oraya buraya sıçrayıp yayılırken, yurttaşlar küçük dozda kemoterapilerle avutuluyor.
Türkiye’nin içine sürüklendiği kutuplaşma ortamında kimi taraflar insan onurundan çok günlük kazanç peşinde koşmaktalar...
Herkesin herkesle her yerden her çeşit iletişim kurma yeteneğine sahip insanlarla dolu olan bu ülke, hiç kimsenin, hiç kimseyle, hiç bir biçimde iletişim kuramayacağı bir ülkeye dönüşüyor.
Prof Dr. Haluk Şahin kimdir?
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Haluk Şahin daha sonra ABD’de Indiana University’den gazetecilik yüksek lisansı ve kitle iletişimi dalında doktora derecesi aldı. Kitle iletişimi konusunda yaptığı araştırmalar, dünyanın önde gelen bilimsel iletişim dergilerinde ve kitaplarda yayınlanan Şahin, genel yayın yönetmenliği, danışmanlık, köşe yazarlığı, televizyon programcılığı ve üniversitede öğretim üyeliği yaptı. Haluk Şahin, halen İstanbul Bilgi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Televizyon Gazeteciliği Program Koordinatörlüğü görevini sürdürmekte ve Radikal Gazetesi’nde köşe yazıları kaleme almaktadır.