Lara Motro
Sanat, birçoğumuz için, yaşamımızda etkilendiğimiz anlar ve duyguların dışa yansımasıdır. Sanat kimimiz için birkaç notanın ahenk ile dans edişiyken, kimimiz için resim fırçasının tuvalde bıraktığı darbeler topluluğudur. Aslında sanatı sanat yapan, eserle her karşılaştığımızda bize verdiği duygular bütünüdür. Eser, biz ve sanatçı arasındaki birkaç saniyelik bağı kurarken, tatmin olmuşluğun mutluluğunu yaşamaktadır ve o hatırlanacağını bilmenin gururu ile yeni izleyicilere farklı duygular tattırmaya devam eder.
Sanat hayatın her anında ve her yerinde var olduğu gibi, şüphesiz tarihin en acı olaylarından biri olan Holokost’ta da varlığını sürdürmüştür. Gerek sadece Yahudi oldukları için öldürülen masum insanların bıraktığı eserler, gerekse II. Dünya Savaşı’ndan sonra hayatta kalan insanların verdikleri, günümüzde birçoğu bulunamasa da, kalanları Holokost müzelerinde hayat bulmaktadır. (Neredeyse belge olarak sayılabileceklerinden dolayı özellikle resimler, savaşı kaybedeceklerini anladıkları zaman Nazi askerleri tarafından yakılmıştır.)
Peki, bu insanlar bu eserleri ortaya koyarken nasıl bir psikoloji içindeydiler? Cevapları tahmin etmek zor değil elbette. “Korkmuş, yıpranmış, ölmeyi isteyen, hayata karşı bir istekleri kalmamış, yaşamın anlamından şüphe eden ve en önemlisi kendini suçlu hisseden bir psikoloji içindelerdi” diyorsanız bence yanılıyorsunuz. Çünkü bu insanlar eserlerini ortaya koyarken umut ışığını çoktan alevlendirmişler, hayattan kopmak bir yana, hayata bağlılıklarını Nazi askerleri ile resmen dalga geçer gibi aşikâr bir şekilde sunmuşlardı. Onlar, belki de öleceklerinden emindiler; ama geleceğe belge bırakmayı kendilerine ödev bilmişlerdi.
Kamplara yeni gelen mahkûmlar önce ailelerinden, sonra özel eşyalarından en son da saçlarından oluyorlardı. Benliklerinden uzaklaştırılan bu suçsuz insanlar, korku dolu anları yaşarken unutmadıkları en önemli şeylerden biri sanat eserlerinin her zaman onları bir şekilde anımsatacak olmasıydı. Kâğıda bırakılan her darbe, ısı ile birleşmediği sürece kalıcılığını sürdürür. Sanat da özlerini kaybetmeleri istenen Yahudilerin en önemli kurtuluş kaynaklarından biriydi... Onlar gaz odalarında yakılarak fiziksel anlamda yok edildiler; fakat düşünceleri ve emekleri her zaman arkalarından bize kalan mirasları oldu.
“Neden bu insanlar geleceğe belgeler bırakmayı ödev bilmişlerdi?” sorusuna biraz açıklama getirmek gerekirse, savaş sırasında matematiksel hesaplar yapılarak hazırlanan, olabildiğine organize çalışan kamplar, dış dünyadan neredeyse tamamen kopuktu. “Neredeyse” diyorum; çünkü askerler kendi aralarında yeterince haberleşiyorlardı. Dünya konudan tamamen kopuk bir şekilde savaşma stratejisine yönelmişti. Kamuoyunda çıkan söylentiler bir şekilde bastırılıyor, kimse toplu bir katliamın olabileceğine ihtimal vermiyordu, fakat kamplara giden masum insanlar durumun farkındaydı çünkü onlar da bu noktaya gelmeden önce yeterince aldatılmıştı. Yaşadıkları tecrübeleri trenlerle gelecek insan yığınlarına duyurmak ve elbette dış basının kapanmış gözlerini açmak onların sanatlarının bir diğer amacı oluyordu.
Kamplarda ortaya çıkan sanat eserleri, profesyonel sanatçıların yaşam kaynaklarıyken, aynı zamanda ve aynı barakalarda kaldıkları, belki aynı dili konuşmadıkları halde onları sanatta birleştiren insanların da umut kaynağıydı. “Art of the Holocaust” kitabına göre, askerlerin ofislerinde çalışan mahkûmlar, gizlice mürekkep ve kâğıt kaçırıp sanatçılara vermekteydiler; böylece sanatçıların eserlerini üretmeye devam etmelerini sağlıyor ve kendi yaşamlarına da bir miktar umut katıyorlardı. Yine bu kitapta yazılanlara göre, birçok mahkûm yaşanan onca şeye göz yummuştu belki; ancak gelecekte hatırlanmayı ve bu olayların kesinlikle yadsınamaz gerçekler olduğunu bize ulaştırmak için en küçük çabadan kaçmamışlardı.
Nazi Almanyası’nda yaşanan en büyük olaylardan biri de, hiç kuşkusuz Kristallnacht diye adlandırılan Almanya’nın birçok yerinde Yahudilerin ırzına geçildiği, dükkânlarının yerle bir edildiği ve Yahudi kitaplarının yani eserlerinin yakıldığı gecedir. Amaç elbette insanların okuyup gerçeği öğrenmesini engellemekti (biri, belli bir doğrultuda hareket ettirmek istenirse, önce o kişinin yaratıcılığını ve düşünce yeteneğini yok etmekle başlanır). Şunu unutmamalıyız ki, Nazi rejimi, atılan her adımı, daha önceden bir bir hesaplayarak ve tartarak atmıştı. Bu zulüm dolu geceden sonra birçok Yahudi kitabı, resmi, dini kitabı ve birçok eseri yok edilmiştir. Daha sonra kampta verilen eserler yine, yeni bir başkaldırının örneğidir. Mahkûmlar, Nazilerin onları hiç bir zaman tam anlamı ile yıkamayacağını göstermişlerdir. Kalıcılık her zamanki gibi ön plandadır.
Değinilmesi gereken başka bir konu ise, böyle bir ortamda insanların nasıl yaratıcılıklarını yitirmediğidir. İnsan zihni alışkın olduğu bir şeyden korkmaktan hiç kuşkusuz vazgeçer. Kamplarda yaşamış –buna ne kadar yaşamak denirse - kişiler de ölüme karşı bir bağışıklık sergilemişlerdir. Onlar için ölüm her gün birçok kişinin aralarından ayrılması ve yerine yenilerinin gelmesi anlamına gelmeye başlamış ve kendi sonlarını beklemeye göz yummuşlardır. Onlar belki ayaklanmayı hiç düşünmemişlerdir; fakat yaptıkları geleceğe dönük strateji, yani geleceğe belge bırakma olayıdır. Daha önce de söylediğim gibi ölüm artık bir korku olarak değil, belge bırakmaya giden gün sayısında azalma aracı olarak anlam kazanmıştır.
Holokost’ta sanat bir başkaldırı örneğidir. Bu zulmü görmüş insanlar, gelecekte yine böyle bir olayın yaşanmaması için savaşmışlar, bu amaçla en zor şartlarda sanatlarından vazgeçmemişlerdir. Biz de onların sanatına saygı duymalı, onların bize bıraktığı bu acı gerçeği gelecek nesillere taşımalıyız. Bu insan zulmünü dünyanın her ülkesinden insanlara anlatmalı, onları geleceğe karşı hazırlamalıyız. O gün orada bulunan insanlar hayatlarını bir günde kaybettiler. Yarın sabah nasıl bir dünyaya uyanacağımızı kimse bilemez!
Son olarak, Holokost, tarihimizin en acı olaylarından biri olmakla beraber sanata katkısı satirik bir biçimde çok önemlidir. İnsan zihninin ufkunun ne kadar açık olduğunu gösteren Holokost sanatı, umutsuzluğa kapılmışların hayattaki en büyük kurtarıcısıdır belki de...