Başkan Obama çeşitli kereler Amerikan dış siyasetinin alçakgönüllülükle ve ılımlılıkla yürütüleceğini ısrarla söylüyor. Her şeyden önce artık başka ülkelere “dikte etmek” olmayacak. G-20 Zirvesi’nde, “Çözümleri basitçe dikte etmek yerine ortaklıkları işlememiz” gerektiğini anlattı. El-Arabiya’ya, Ortadoğu görüşmelerine Amerika’nın bundan böyle “dinleyerek başlayacağını, çünkü önceleri çoğu zaman ABD’nin dikte ederek başladığını” anlattı.
Hayran olunacak bir yaklaşım. Bu yaklaşım herkese yönelik. İran’a, Rusya’ya, Küba’ya, Suriye’ye, hatta Venezuela’ya. İsrail hariç. İsrail’e bütün yerleşim faaliyetlerini dondurması emrediliyor, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un diktayı amirane bir şekilde açıklamasıyla: “Yerleşimlere bir son verilmesi– bazı yerleşimlere değil, uç yerleşimlere değil, bütün yerleşimlere; ‘doğal gelişim’ istisnaları olmaksızın.”
Mesele nedir? ‘Doğal gelişim’ olmaması demek, geçen on yıl boyunca yapılan her görüşmede İsrail’in elinde tutması öngörülen, çoğu Kudüs’ün banliyöleri olan 1949 ateşkes hattına yakın kasabaların ölümüne boğulması demek. Nüfusta artış olmaması demek. Bu da bebeklerin olmaması demek. Ya da, bebekleriniz varsa, onlara ev olmaması demek. Hatta mevcut olan kasaba sınırları dâhiline bile. Bu da her doğan çocuğun karşılığında birinin kasabadan taşınması gerekir demek. Hiç bir topluluk bu şekilde varlığını sürdüremez. Belirgin amaç, bu kasabaların altını oymak ve imha etmek. Hatta görüşmelerden önce.
Ne için? Geçen on yıl süresince ABD yönetimleri her tür nihai barış anlaşmasının İsrail’in bazı yakın yerleşimleri tutmasını içereceğini ve telafi olarak da Filistinlilere İsrail’den toprak verileceğini anladı.
Bu, 2000’de Camp David görüşmelerindeki Clinton planında ve yine 2001’de Taba’da öngörüldü. Sonuçta, 1949 ateşkes çizgisinin belli başlı yakın Yahudi yerleşimlerini kapsayacak şekilde biraz Filistin tarafına kayması ve başka yerlerde Filistinlilere verilmek üzere İsrail topraklarına kayması suretiyle Araplar ve Yahudiler evlerinde kalabilecekken, niçin insanlar evlerinden atılsın ve kasabaları harabeye çevrilsin.
Bu düşünce sadece mantıklı olmakla ve geçen on yıl boyunca hem Demokrat, hem Cumhuriyetçi yönetimler tarafından kabul edilmekle kalmayıp, 2004’te İsrail ile ABD arasında teati edilen anlayış yazışmalarında da yazılı olarak üzerinde uzlaşılmış – ve sonrasında Kongre tarafından eşzamanlı bir önergeyle büyük çoğunlukla onaylanmış – olan bir düşüncedir.
Buna rağmen Obama ve Dışişleri Bakanlığı çeşitli kereler bu anlaşmaları onaylamayı veya hatta bunlara uyacağını söylemeyi reddetti. Bütün tarafların eski yükümlülüklere uymasında inançla ısrar eden bir Başkanın tavrı... Ve şimdi, başkanın kendisi geçmiş Amerikan teminatlarını, küçümseyici bir şekilde bir köşeye atarken kim İsrail’den somut ve geri döndürülemez tavizler vermesini ve karşılığında yeni Amerikan teminatlarını kabul etmesini bekler.
Bütün “doğal gelişim” meselesi bir uydurmadır. Barış süreci, Kudüs’ün Yahudi bölümünde bir öğretmen yeni doğan torunlarını barındırmak için evine ekleme yapıyor diye mi can çekişiyor? Gazze’nin, İsrail’le sürekli savaşa adanmış Hamas teröristleri tarafından yönetildiği ve Mahmut Abbas’ın, Ehud Olmert’in bütün barış önerilerini geri çevirdiği ve barış yolunda ilerlemeden önce – Hamas’ın ılımlı olmasını ve İsrail’in çökmesini – beklemek niyetinde olduğunu yüzsüzce açıkladığı bir zamanda, bunu barış sürecinin merkez noktası yapmak sapkınlıktır.
Obama 4 Haziran’da Kahire’deki konuşmasında Filistin halkının “durumunun tolere edilemez” olduğunu beyan etti. Gerçekten de öyledir ve bu, 60 yıllık Filistin liderliğinin kendi halkına yozlaşma, despotluk, dinsel höşgörüsüzlük ve mecburi askerileşme getirmesinin; İsrail’in yok olmasını içermeyen bir uzlaşmayı kabul etmektense yoksulluk ve umutsuzluğu seçerek üç nesil boyunca her bağımsızlık ve saygınlık önerisini geri çevirmesinin sonucudur.
Hac Amin al-Hüseyni’nin 1947’de iki devletli çözüm yerine savaşı seçmesi bundandır. Yaser Arafat’ın 2000’de bir Filistin devletini geri çevirmesi bundandır. Ve Abbas’ın Olmert’in daha da cömert Aralık 2008 önerisini reddetmesi bundandır.
Oslo kararlarının Batı Şeria ve Gazze’yi Filistinlilere vermesinden sonraki on altı yıl boyunca [Filistin] liderleri hiç bir yol, hiç bir adliye binası, hiç bir hastane, halklarının acılarını dindirecek hiç bir temel devlet kurumu inşa etmediler. Onun yerine, bir taraftan (saf Batılı bağışçılardan gelen) milyarları İsviçre’deki banka hesaplarına aktarırken, her şeyi bir savaş ve terör altyapısına akıttılar.
Obama Kahire’ye doğruyu anlatmaya geldiğini söyledi. Fakat tek kelime bile etmedi. Onun yerine, beylik lafların ve çalımlı duygusallıkların ortasında yeni Amerikan siyasetinin tek somut açıklamasını yaptı: “ABD İsrail’in yerleşimlerinin sürmesinin meşruiyetini kabul etmez”. Böylece Filistinlilerin sefaletinin ve devletsizliğinin İsrail’in ve yerleşimlerin kabahati olduğu söylencesini güçlendirdi.
İsrail’i suçlamakla ve “doğal gelişim” üzerine bir kavgayı seçmekle “sokağa” yaranılabilir. Fakat bu sadece, Arap ülkelerini Abbas gibi davranmaya teşvik edecektir: Otur ve Amerika’nın İsrail’i bir tepside servis etmesini bekle. Ki bu Obama yönetimini sadece onursuz kılmaz, kendine zarar verici de yapar.
Charles KRAUTHAMMER
The Washington Post / 5 Haziran 2009