<p>İsrail arşivlerinden ilk kez yararlanarak yazdığı kitabı kısa sürede İsrail - Türkiye ilişkileri hakkında kaynak eser olarak kabul edilen Tel Aviv Üniversitesi Profesörü <strong>OFRA BENGİO</strong> ile Davos ve sonrasında iki ülke ilişkilerini konuştuk. </p>
Hay Eytan COHEN YANAROCAK
Prof. Bengio, lütfen kısaca biraz kendinizden bahseder misiniz?
İsrail Devleti kurulmadan önce Suriye’nin Halep şehrinde doğdum. Ben dokuz yaşlarındayken annem Adina ve babam Avraham ile İsrail’e göç etmeye karar verdik. Malum, Suriye-İsrail sınırı kapalı olduğundan İsrail’e, o zaman bize kucak açan Türkiye üzerinden gittik. Bu konuda enteresan bir anım var. Babam Avraham Bassoul, o sıralarda Suriye’de takılması son derece normal karşılanan fesi ile Türk sınırına geldi. Sınıra geldiğimizde Türk sınır muhafızı babamın fesini alıp diğer tarafa fırlattı. İşte o zaman artık Suriye’de değil de başka bir ülkeye geldiğimizi idrak etmiştim. İsrail’e geçene kadar İskenderun’da bir ay kadar kaldık. Bizim şansımız pasaportlarımızın olmasıydı; Suriyeli diğer Yahudiler gibi ülkeyi yasa dışı yollardan terk etmedik. Bu arada İskenderun’da kalmış olduğumuz bir ay içinde Türkiye Musevi Cemaati ile de ilişkiye geçmiş olduğumuzu söylememde yarar var. Babam ve annem Osmanlı etkisinde büyüdüklerinden babam biraz Türkçe konuşurdu. Bunun yanında ailemiz Türk kültürü ve yemeklerinden son derece etkilendi. İskenderun’da bir aylık süremizin ardından gemi ile İsrail’e vardık. O zamanlarda İsrail’e gelen her göçmen gibi Maabarot adı altında kurulan geçici göçmen köylerinden birine yerleştirildik. Zaman içinde yeni hayatın rutini ile İsrail toplumuna adapte olduk. Mısırla İsrail arasında gerçekleşen Yıpratma Savaşı zamanında bir kibutza gönüllü olarak katıldım. O sırada şansıma kocam Şmuel de kibutzda gönüllü olarak bulunuyordu. Evlendik ve bugün iki çocuğumuz bulunuyor.
Ne zaman akademisyen olmaya karar verdiniz?
Bu seçimim son derece tesadüfen gerçekleşti. Altı Gün Savaşı’ndan hemen sonra İsrail’de Arapça yayınlanmış olan makaleleri vb. yazılı belgeleri okuyacak kişiler aranmaya başlandı. İlk başta bahsi geçen bu belgeleri sadece özetliyordum; daha sonra yavaş yavaş akademik dünya ile kaynaştım. Ancak ilginç olan nokta Suriye yerine maalesef Irak üzerine yoğunlaşmam oldu. Aslında Suriye daha fazla ilgimi çekiyordu.
Prof. Bengio, tüm bu siyasi araştırmalarınız dışında Türkçe ile ilgilendiğinizi Türk edebiyatına mal olmuş kişilerin şiirlerini de Türkçeden İbraniceye çevirdiğinizi biliyorum. Lütfen biraz bu çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Şu aralar içinde Nazım Hikmet, Yunus Emre gibi Türk edebiyatında yer etmiş kişilerin şiirlerini içeren kitabım yayınlanacak. Bu kitap Türkçeden İbraniceye çeviri yolu ile İsrailli okuru Türk şairler ile buluşturmak için kaleme alındı. Kitabın ismi Nazım Hikmet’in bir şiirinin adı olan “Mavi Gözlü Dev”; İsrail’de yayınlanacağı isim de “Anak Kahol Eynayim”.
Irak konusunda uzmanlaşmaya başlamanız Türkiye ile ilgilenmenize mi sebep oldu?
Evet, bu oldukça doğal. Türkiye bölgede önemli bir güç Irak’ın komşusu ve Irak içindeki gelişmeler tarafından etkilenen bir ülke. Bunun yanında Türkiye, İsrail’in Arap ülkeleri ile yapmış olduğu soğuk barışları saymazsak, İsrail’e karşı tek dost canlısı ülke konumunda.
Irak konusunda çalışmalarınızı sürdürürken her zaman bir demir perde ile karşı karşıya kalıyorsunuz; oysa Türkiye’de durum kesinlikle böyle değil. Öncelikle nerdeyse tüm belgelere erişebiliyorsunuz, fakat en önemli nokta Türkiye’yi ziyaret edip ondan etkilenme fırsatını size sunması.
Türkiye-İsrail adlı kitabınızda size yardımcı olan Türk akademisyenler oldu mu?
Elbette oldu; ortağım diyebileceğim ve birçok makaleyi beraber yazmış olduğum Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Gencer Özcan bu konuda bana çok yardımcı oldu. Bunun haricinde kitabımda da belirtmiş olduğum gibi Türk arşivleri henüz açık olmadığından tüm enerjimi açık olan İsrail arşivleri üzerine yoğunlaştırdım. Tabii İsrail arşivlerinin tümünün açık olduğunu söylemek de doğru olmaz; hâlâ gizli kalması gereken belgeler olduğundan bunlar gün ışığına çıkarılmamakta. Fakat bu gibi durumların üstesinden gelmek için kitabımı yazarken, İsrail-Türkiye ilişkilerinde zamanında söz sahibi olan kimselerle röportajlar yaptım. Ancak İsrail konusu Türkiye’de çok hassas olduğundan zamanında kilit yerlerde bulunan Türklerle röportaj yapmadım.
İsrail’in Yehud kentinde “Arkadaş” adı altında Türk İsrail dostluğuna hizmet eden bir toplum merkezi varken İzmit’te “Haverim” adlı bir toplum merkezinin kurulamayacağı örneğinden yola çıkarak iki ülke arasındaki ilişkinin dengesiz olduğuna kitabınızda da dikkat çektiniz. Bu konudaki görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Maalesef bu durum bizim İsrail’de çok alışık olduğumuz bir durum. İlişkilerimiz iki ülke arasında cereyan eden politik olaylarla değil de üçüncü veya dış faktör diye tabir ettiğimiz olaylar nedeni ile olumsuz etkilenmekte. İsrail her zaman kendisiyle iyi geçinmek isteyen tüm ülkelerle iyi geçinmek istemiştir. Bundan hareketle bu ilişkilerin bekası için İsrail her türlü problemi göğüslemektedir. Bu kitabımda da belirtmiş olduğum, iki ülke ilişkileri arasındaki eşitsizliği göstermektedir. İlişkileri her zaman iyi ve yüksek seviyede tutmaya çabalayan taraf İsrail olmuştur. İsrail bunu yaparken tabii ki şerefini ayaklar altına almamalıdır. Günümüz konjonktürü karşılaşılan sorunları biraz daha görmezden gelerek o sorunları mümkün olduğunca sancısız atlatmayı gerektirdiğinden, İsrail de bu şekilde hareket etmektedir. Ancak kesinlikle Türkiye’nin de İsrail ile olan ilişkilerinden büyük çıkarları olduğunu kimse unutmamalıdır. İlişkilerin özü Türkiye’nin İsrail’e, İsrail’in Türkiye’ye olduğundan daha az bağlı olmasından kaynaklanır. Yükselen İran tehdidi nedeniyle İsrail ile ılımlı Arap ülkeleri arasında eskiden gerçekleşmeyen bir diyalog süreci de başladı. Belki bu süreç Türkiye ile olan gibi sıcak değil fakat bu temasların varlığı yadsınamaz. Bunun sonucunda Arap ülkeleri ile gelişen ilişkiler İsrail’in, Müslüman olduğu için Türkiye’ye bağımlılığını olmasını azaltan bir etken. Dolayısıyla bizler artık bölgede daha az yalnızız diyebiliriz.
Özellikle Davos krizi sonrası, İsrail gazetelerinin internet yayınlarında, Türkiye’de gerçekleşen her türlü anti-İsrail olay doğal olarak haber olmakta. Son zamanlarda haberlerin altındaki okuyucu yorumları sade İsrailli vatandaşın Türkiye’ye son derece tepkili olduğunu göstermekte. Bu konuda sade bir İsrailli olarak sizin görüşleriniz neler?
Birçok İsrailli, Türklerin bizi turizm konusunda cüzdanlarını doldurmak veya yüksek teknolojik askeri teçhizat alım ve modernizasyonu için “sevdiğini” düşünüyor. Bana kalırsa zaman ile her şey yavaş yavaş düzelecek. İsrailliler her zamanki gibi kendi rahatlıklarını isteyecekler ve yazları Türkiye’ye gitmeye başlayacaklar. Tabii ki ikili ilişkilerin ne yönde gelişeceği de bu konuda son derece önemli. Şu anda turizm istatistiklerine bakarsanız Davos sonrası Türkiye’nin İsrail pazarında, Türk gazetelerine de yansımakta olan inanılmaz bir düşüş yaşanmakta. Bunun en doğal sebebi sade İsrailli’nin Türkiye’de antisemit bir olaya maruz kalmama dürtüsüdür. Bence her şeyi zamana bırakmak en doğrusu. Türkiye’nin iç dinamiklerinin de ikili ilişkilerdeki önemi kanımca çok büyük. Şimdi karşı karşıya kaldığımız soru Erdoğan Hükümeti’nin ilişkileri geliştirmek isteyip istemediğidir. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İsrail’e ziyareti söz konusu, bu ziyaretin gerçekleşmesi halinde ikili ilişkilerin gelişmesi bakımından büyük yol alınacaktır.
Siz, Davos’ta yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim düşüncem, Davos’a kadar olan süreç bardağı doldurdu, Davos ise bardağı taşıran son damla oldu. Ancak İsrail Davos konusunda oldukça ılımlı bir şekilde tepki verdi. İsrail Türkiye ile olan ilişkilerine önem vermekte, bunun yanında Türkiye’de yaşamakta olan Türkiye Musevilerinden de kendini sorumlu hissetmekte.
Sizce ikili ilişkiler Davos’tan daha da kötüye gider mi, ikinci Davos yaşanabilir mi?
Maalesef, her şey mümkün, her şey Türk mercilerinin vereceği kararlara bağlı. İsrail tüm gücü ile ilişkilerin kötüleşmesinin önüne geçmek istiyor. Hem ekonomik hem de askeri alanda ikili ilişkiler devam etmekte. Siyaset evresinde ilişkiler sarsılsa da iki tarafın siyasileri daha sonra elçilerini geri çekmeyip hiçbir şey olmamış gibi davrandılar. İsrail’in bu konudaki tutumunu İsrail’de popüler olan “Suratımıza tükürdüler yağmur yağdı geçti gitti” söylemi ile özetleyebiliriz. Yine belirtmemde fayda var; İsrail’in Türkiye ile olan ilişkilerine verdiği önem çok büyük. Türkiye’yi bölgesel bir partner olarak görüyoruz. Bunun yanında Türkiye Musevilerinin varlığı İsrail’in ilişkileri daha ılımlı ve olumlu düzeyde tutmak istemesinde bir başka etken.
Sizce Davos sonrası Türkiye İran’a daha da mı yakınlaştı?
Türkiye İran yakınlaşmasını sadece Davos’a bağlamamız yanlış olur. İki ülke hem ekonomik alanda işbirliği içinde fakat bunun yanında Kuzey Irak içerisinde faaliyet gösteren İran’daki adıyla PJAK, Türkiye’deki adıyla PKK, örgütlere karşı mücadele kapsamında da iki ülkenin çıkarları örtüşmekte. Fakat tüm bunlara rağmen Türkiye İran’dan hâlâ şüphe duymakta, özellikle de Türkiye İran’ın nükleer silah sahibi olmasını istememektedir. Ancak İsrail’in İran sorununu kendi kendine çözmeye kalkışması durumunda, tıpkı İran’ın nükleer teknoloji sahibi olmasından korkan tüm diğer Müslüman devletleri gibi Türkiye, İsrail’in İran’a karşı olan hareketini onaylamayacağı gibi protesto dahi etmesi olasıdır.
Bölge konusunda uzun yıllar çalışma yapmış bir akademisyen olarak, İsrail-Türkiye arasında herhangi bir kriz çıkmasını öngörüyor musunuz?
Şunu söylemeliyim ki ben geçmiş konusunda uzmanım fakat gelecek konusunda değil. Kimse Gazze’de o tarihte bir savaş olacağını ön göremeyeceği gibi o savaşın Türk İsrail ilişkilerini bu denli gereceği düşünülmezdi. Maalesef Türkiye ile olan ilişkilerimiz Filistin sorunu ve İsrail’in Amerika ile olan özel ilişkisinin kuvveti ile de bağlantılı.
Kitabınızda Suriye’nin hem Türkiye’ye hem de İsrail’e tehdit oluşturması sebebiyle Türkiye ve İsrail’i birbirine yakınlaştırdığını yazdınız. Geçtiğimiz günlerde Suriye Ordusu ile Türk Ordusu’nun beraber düzenlemiş olduğu askeri tatbikat hakkındaki düşünceniz nedir?
Günümüz konjonktürü artık tamamen değişti. Türkiye artık Suriye ile İsrail arasında arabulucu rolü üstlenmekte. Bunun yanında, eminim ki Türkler Suriye’deki nükleer santrali vurup yok etmemizden dolayı içten içe sevinç duyuyorlardır. Bu Türkiye’nin çift taraflı oynadığını gösteriyor. İsrail saldırısını protesto ederken aynı zamanda Suriye’nin geliştirmekte olduğu nükleer teknolojiden yoksun kalmasını memnuniyetle karşılamıştır. Türkiye’nin Suriye ile birlikte askeri tatbikat yapması iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesinde bir etken ancak Türk ordusunun Suriye ordusundan teknoloji ve taktik anlamında bir yarar sağlayacağı bence söylenemez. Açıkça söylemek gerekir ki İsrail bu manzaradan kesinlikle hoşnut değil. Ankara, Suriye ile yakınlaşarak Kudüs’e bir denge politikası mesajı vermekte.
Bana değerli zamanını ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
Asıl ben teşekkür ederim.
Prof. Ofra Bengio kimdir?
3 Mayıs 1952 yılında Halep-Suriye’de doğdu. Daha sonra ailesiyle birlikte Türkiye üzerinden İsrail’e geçti. Doktorasını 1994 yılında Tel Aviv Üniversitesi’nde yapan Prof. Bengio, halen Tel Aviv Üniversitesi Ortadoğu Tarihi Bölümü, Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nde baş uzman olarak görev almaktadır. Uzmanlık alanları çağdaş Ortadoğu tarihi, modern Irak siyaseti ve Arap dili olan Bengio’nun başlıca yayınları ve katkıda bulunduğu eserler şunlardır: Irak’ta Kürk Ayaklanması (1989, İbranice), Saddam Körfez Krizini Konuşuyor: Bir Belge Derlemesi (1991), Türkiye-İsrail İlişkileri: Ortadoğu’nun Dışlananlarının Değişken İlişkileri (2004), Ortadoğu’da Kadınlar: Gelenek ve Değişimin Arasında (1999, İbranice)
Ofra Bengio, Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine, Ortadoğu’nun yarım yüzyılı içeren ve geniş alana yayılan dinamiklerine dayanan mükemmel bir çalışma üretmiştir. Bengio, Arap, İsrail ve Türk kaynaklarını kullanarak, olayların birçok yeni içyüzünü veren ve somut sonuçlara ulaşan, derinlikli ama kolayca okunan bir kitap üretmiştir. Bu kitap, 1990’ların fırtınalı yıllarında Ortadoğu’da gelişen en önemli ilişkilerden birisini anlamak için konuyla ilgili tüm taraflarca okunması gereken bir “başyapıt”tır.
Prof. Philip Robin
Oxford Üniversitesi Akademi Üyesi