Günümüzde önemli sounlarına çare bulmaya çalışan Ortadoğu'nun karşısına gelecekte başka bir sorun daha çıkacak: İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİ Ortadoğu iklimi ve doğal kaynakları bölge ülkeleri için ortak çözümler üretebilecek bir barış zemini mi, yoksa düşmanlıkları arttıracak yeni bir problem mi olacak?
Bugün İsrail, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin topraklarını kapsayan ve Ortadoğu’nun kalbi diye adlandırabileceğimiz bölge, son 60 yılı kanlı mücadelelerle, savaşlarla, intifadalarla, roket ve intihar saldırıları ile bunların getirdiği misillemelerle geçirdi. 1993 yılındaki Oslo Barış Anlaşması ve 1994 yılındaki İsrail-Ürdün Barışı, bölge için ümitler doğursa da, Ortadoğu’nun çetin sorunları sonuçsuz kalmaya devam etti. Günümüzde de Filistinlilerin yönetimindeki topraklar ve Golan Tepeleri gibi, barış için ön koşul oluşturan bölgelerin durumu, Ortadoğu oyuncuları arasında barışın yakın gelecekte erişilemeyeceğinin göstergesi. Tüm bu güncel gerçekler doğrultusunda, bölgenin üzerinde büyük bir tehdit oluşturan “çevre sorunları” ise gündemin alt maddelerinde yer almaya mahkûm. Mücadeleler ve çatışmalarla geçen yıllar, bölge ülkelerinin çevre sorunlarıyla baş edebilme yeteneklerine de engel koydu. Mevcut altyapı fiziksel olarak zarar gördü, su ve orman kaynakları kirlendi. Devlet bütçelerinde askeri ihtiyaçlar her zaman çok büyük yer tutup, öncelikli olurken komşular arasındaki düşmanlıklar, ortak su ve enerji kaynakların paylaşılamamasına, verimliliği arttıracak ortak projelere adım atılamamasına neden oldu. Dünyada suyun en kıt olduğu bölgelerden biri olan ve su talebinin mevcut kaynakların miktarını her zaman geçtiği Ortadoğu’da, iklim değişiklikleri gelecek için büyük bir tehdit oluşturuyor. Şu anda bile küçük metrekareler içinde farklı yüzey şekillerine ve yüksekliklerine sahip olan bölgeye, çok farklı iklim ve alt iklim grupları hâkim. Ancak araştırmalar, Ortadoğu’yu daha sıcak, kurak ve daha güç tahmin edilebilir iklimlerin geçerli olduğu günlerin beklediğini ortaya koyuyor. Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü’nün (International Institute for Sustainable Develepment) yapılan son araştırmalarını yansıtan raporu, bu toprakları gelecekte zor günlerin beklediğini vurguluyor. Haziran ayı başında yayınlanan rapora göre, bölgenin yaklaşık 42 milyon olan nüfusu önümüzdeki 40 yıl içinde 70 milyona yükselecek. Aynı dönem içinde ise hava sıcaklıklarının yaz aylarında 2,5 ile 3,7 derece, kış aylarında ise 2 ile 3,1 derece artması bekleniyor. Isı artışları ise yağmurun ne kadar, ne sıklıkta ve nereye düşeceğini etkiliyor. Bölgenin daha az yağmur alması, yağmurun yoğun olarak yağdığı coğrafi bölgelerin ve zamanların değişmesi ve tüm bunlara bağlı olarak da deniz suyu seviyesinin de 2050 yılına gelindiğinde 0,1 metre ile 0,3 metre yükselmesi bekleniyor. Kısacası, iklimin ve mevsimlerin ‘tahmin edilemez’ olacağı tahmin ediliyor. Azalan su kaynakları barışın en büyük tehdidi Sayısal olarak küçük görünen bu artışların ise iklim bölgelerinin değişmesine, tarımın bozulmasına ve bunlara bağlı olarak da işsizliğin %27 gibi bir rekor seviyeye ulaşarak sosyal gerginliğin de artmasına neden olacağı öngörülüyor. İklim değişiklikleri – ve beraberinde getireceği temiz su kaynaklarının zor ulaşılabilir olması, gıda güvenliği, salgın hastalıklar, nüfus yoğunluğu gibi problemler - bölgenin genel güvenliği için de önemli tehdit teşkil ediyor. İşte bu doğrultuda, çevre uzmanlarının iklim değişiklikleri sonucunda Ortadoğu’nun çok da uzak olmayan geleceği için öngördüğü bazı tehditler ise şu şekilde sıralanıyor. • Temiz su kaynaklarının kıtlığı büyük bir sorun teşkil etmeye başlayacak. Bunun sonucunda su kaynaklarının paylaşımı, barış görüşmelerinin ve müzakerelerinin önemli bir maddesi haline gelecek. Ve hatta daha da ileri gidilerek, bölgede yürürlükte olan mevcut barış anlaşmalarının bile bozulmasına sebep olacak. • Doğal kaynakların azalması, mevcut olanları daha iyi koruma içgüdüsünü beraberinde getirecek. Kaynakların korunması için askeri güce güvenilmesi ise bölgeyi daha militarize bir hale getirecek. Silahlanma ve devlet bütçesinin askeri güce aktarılan bölümü arttırılacak. • Çevre sorunları, tarım ve gıda kaynaklarını da tehlikeye sokacak. Üzerinde tarım yapılabilecek her metrekare toprak daha değerli hale gelirken, müzakerelerde ‘barış karşılığında toprak’ verme konusu, tüm taraflar için uzlaşılamaz bir hal alacak. • İklim değişiklikleri sonucunda kaynakların daha az ulaşılabilir olması, zorunlu göçleri ve nüfus hareketliliğini de beraberinde getirecek. Bu durum da, günümüzde zaten var olan ‘mülteciler’ sorununun daha da büyümesine neden olacak. • Tüm bu değişiklikler ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olurken, fakirliği ve sosyal istikrarsızlığı da beraberinde de getirecek. Azalan gelirler, artan işsizlik oranları hükümetlerin hizmet verebilme ve işgücü yaratabilme yeteneklerini engellerken sosyal yıkımın doğacağı, aşırıların güç kazanacağı bir ortam meydana gelecek. Tabii ki tüm bu göz korkutan tehditler karşısında uzmanların önerileri de yok değil. Çevre bilincinin aşılanması, duyarlılığın arttırılması, kaynakların korunması ve etkili kullanımının bir yaşam tarzı haline getirilmesi, enerji tasarrufu, yenilenebilen kaynakların oluşturulması için çalışmalar yapılması, tarımda randımanın artırılması gibi tüm dünya için geçerli olan öneri ve tavsiyeler Ortadoğu ülkeleri için de önemli. Ortadoğu’yu dünyanın geri kalanından ayıran bir özelliği var. Bugüne kadar toprak paylaşımı, sınır güvenliği, nüfus hareketliliği gibi konularda bir türlü anlaşmaya varamayan bölgenin oyuncuları, bu küresel tehdit karşısında ortak bir adım atma kararı verebilirlerse, aralarındaki politik ve ideolojik ayrılıklara rağmen, barış yapabilecekleri ortak bir zemin doğabilir. Bu ortak tehditler, sınırların iki tarafındaki ülkeleri ortak önlem almaya, geleceğe yönelik ortak projeler başlatmaya yönlendirebilir. Ancak Ortadoğu’nun geçmişini ve bugününü göz önünde bulundurursak, mevcut anlaşmazlıkların “çevre sorunları ile mücadele” başlığı altında çözüm bulacağını ummak ya da su kaynaklarının verimli kullanımı için düşmanlıkların bir yana bırakılacağını öngörmek saflık olacaktır. Öngörebileceğimiz tek bir gerçek var ki, o da günümüzde yürütülen müzakerelerde pek gündeme gelmeyen iklim değişiklikleri ve çevre konuları, ilerleyen yıllarda görüşmelerin, pazarlıkların, kısacası tüm barış sürecinin gidişatı belirleyen bir etken olacak. |