Lobicilik ve özelleştirilen diplomasi

Amerika Birleşik Devleti, dünyanın en büyük gücü olunca “Amerika’ya yakın olmak” başarılı olmanın ön şartı oldu. Ancak böylesine bir süper güç ile iletişim kurmak kolay olmadığından ‘lobi faaliyetleri’ günümüzde bir endüstri haline geldi

Marsel RUSSO Perspektif
1 Temmuz 2009 Çarşamba

Kim ne derse desin, beğenin ya da beğenmeyin, içinden geçtiğimiz şu dönemde Amerika Birleşik Devletleri dünyanın nabzını tutan, alınan hemen her kararda onayı aranan bir süper güç… Karmaşık etnik yapısı, değişik inanç gruplarına kucak açan toplumsal dokusu, demokratik geleneği gibi unsurlar, muhtemelen bu gücün kaynağını oluşturuyor.

Böylesi bir çekimin yalnız siyasetle kısıtlı kalmadığı bir gerçek. Sanat, spor, bilim, teknoloji gibi sosyal her tür zeminde Sam Amca’nın varlığı hep kendisini hissettiriyor.

Hal böyle olunca da Amerika’ya yakın olmak başarılı olmanın ön şartı oluyor. Devlet yöneticilerinin, toplum kanaat önderlerinin, başarı yolunda yelken açma azmi içinde olan, ilgi grubu ne olursa olsun her tür insanın rotasının buradan geçmesi bundan dolayı olsa gerek.

Muhtemelen hemen her ülkede görülen ve son dönemlerde adeta moda haline gelen Amerikan düşmanlığı da bu gücün etkisinden böylesine popüler. Dünyanın şu veya bu bölgesinde meydana gelen olaylara mesnet teşkil edecek şekilde kurgulanan komplo teorilerinin baş aktörünün Amerika olması da bundan dolayı…  Dâhil edildiği yemeğin tadını zirveye taşıyan baharat misali, işin içine Washington veya buna bağlı bir tema girdi mi muhteşem satıyor, yazılı ve görsel medyada izlenme rekorları kırıyor, seçilmek için sandıkta ter döken politikacılar, buradan kazanç umuyorlar…

Böylesi her işin içinde olmayan fakat olduğu varsayılan, her işin içinde ise de bunu son derece diplomatik yollarla yapan, ancak zaman zaman insanları şaşırtacak kadar agresif, zaman zaman da saç baş yolduracak kadar naif davranan bu süper güç ile iletişim kurmak pek kolay olmasa gerek. Diplomasi gibi kurallarla işleyen ve gelenekleri bolca olan bir mekanizmanın, çok sesli, liberal, hatta bazen kuralsız olacak kadar savruk bir görüntü çizen Amerikan sistemi içinde, eğilip bükülmeden iş yapması zor. Ortalama Amerikalının neredeyse dünyadan bihaber yaşadığını düşünürsek, bu bir paradokstur şüphesiz.

Lobi faaliyetleri, çıkar gruplarının, sivil toplum örgütlerinin, etnik çevrelerin Amerikan sistemi içinde seslerini derli toplu duyurmaları için, tezlerini savunmaları, görüşlerini etkin bir şekilde ortaya koymaları için endüstriyelleşmiş bir hale geldi. Ve devletler de bu endüstrinin müşterileri arasında konumlandı. Elçiliklere, buradaki yetkin diplomatlara rağmen, lobicilik gitgide diplomasisinin yerini almaya başladı… Bu durum adeta bir özelleştirme şeklinde serpiliyor ve yadsınamaz sonuçlar veriyor.

 İLK LOBİLER İRLANDALILARIN

İrlandalıların 19. yüzyıl başlarından itibaren ülkelerinden kopup Atlantik’in karşı yakasındaki topraklara adım atmaları ile oluşan İrlanda diasporası bir yandan adadaki milliyetçilere malzeme ve politik destek sağlarken bir yandan da siyasi tutukluların sesini demokrasinin beşiği Amerika’da duyuruyordu. Bugün İrlanda lobisi Capitol Hill çevresinde bulunan en etkin kamuoyu yapıcılarının başında geliyor.

1930’lu yıllarda Almanya’daki Nazi ideolojisini desteklemek için oluşturulan “Yeni Almanya’nın Arkadaşları” hareketinin yanında Gümüş Gömlekliler de Hitler’e arka çıkmak için seferber olan gruplardandı. Çalışmaları savaşın başlangıcına dek sürdü…

Lobicilerin yaptıkları çalışmalar o denli ses getirmişti ki, bu durum Amerikan Kongresi’nin dikkatini çekmiş ve bununla ilgili bir dizi düzenleme yapılması söz konusu olmuştu.

Bu düzenlemelerin amacı lobi gruplarının dâhili ve harici siyaseti yönlendirebilecek propagandalarını kontrol altına almak olarak özetlenebilir. Kanun, yabancı bir işveren adına faaliyette bulunan tüm kurum veya kişileri kapsıyordu. Grupların, Adalet Bakanlığı’na vermekle yükümlü oldukları raporlarda, seçilmiş veya atanmış görevlilere ne gibi hediyelerin verildiğine kadar detaylar sorulmaktaydı. Buna rağmen, hemen belirtmek gerekir ki, yeniden yapılandırıldığı 1966 yılından bu yana ağa takılan birkaç olay oldu ve bunlar da görmezlikten gelindi. Ancak, aralarında o zamanın senatörlerinden Barack Obama’nın da bulunduğu bazı siyasetçiler, 2008 yılı Haziran ayından beri, lobileri belli bir disiplin altına almak için yeni bazı uygulamaların devreye sokulması gerektiği noktasında ısrarcı olmaktalar.

 CAPİTOL HİLL’DE İSRAİL LOBİSİ

Washington’un etkin lobileri arasında Amerika ile son derece iyi ilişkileri olan Avustralya, Japonya, Norveç gibi ülkelerin lobilerinin yanında, etnik esaslı gruplar da var… Çin, Hindistan, Tayvan, Ukrayna gibiler ve Yunanistan – Rum, Ermenistan – Ermeni, İsrail – Yahudi lobileri de son derece etkin rol oynamaktalar.

Lobi gruplarının gücü yalnız profesyonel kadrolarının kıymeti ile ölçülmüyor. Bu grupları destekleyen sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, üniversiteler, iş adamları, sanatçılar da önemli, çünkü neticede amaç kamuoyunda şu veya bu konu ile ilgili farkındalık yaratmak ve burada ilgi ve nüfuz ön plana çıkıyor. Bu anlamda denilebilir ki, İsrail lobisi ile Hindistan lobisi yapısal anlamda başarılı lobilerdir.

Bunlardan İsrail lobisi öncelikle Amerika’daki Yahudi toplumundan İsrail’e siyasi, finansal destek sağlamak için yola çıkmıştı. Ancak çalışmaları ondan öteye gitmiş ve İsrail’in Filistin, Hizbullah ve Hamas ve nihayet İran politikaları ile ilgili konularda kamuoyu oluşturma noktasına varmıştır. Amerika’nın İsrail elçiliğinin Tel-Aviv’den Kudüs’e taşınması, Oslo barış süreci, Gazze’deki Yahudi yerleşimlerinin kaldırılması başta olmak üzere daha birçok başlıkta destek rolü oynamıştır. Bu arada, Türkiye’nin Ermeni soykırım iddiaları karşısında aradığı desteği de yıllardır bu lobiden gördüğünü ifade etmek gerekir.

Bugün gelinen noktada, Amerikan İsrail çalışma grubu AIPAC etrafında zenginleşmiş olan lobiye çeşitli Yahudi cemaatleri arasında alternatifler oluşmağa başladığını da söylemek gerek. Ancak her durumda, Capitol Hill etrafındaki İsrail lobisi etkinliğini hep devam ettirecek gibi gözüküyor.

Erivan’ın sosyal ve ekonomik sorunlarına çözüm bulmak bir yana, var oluş nedenlerinden en önemlisi Türkiye’ye soykırım iddialarını kabul ettirmek, ya da daha basit olarak, ABD’nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanımasını sağlamak olan bir de Ermeni lobisi var. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na göre bu lobi, güç ve etkinlik anlamında İsrail ve Hindistan lobilerinin hemen ardından geliyor. Son derece sağlam bir etnik nüfusa dayalı, iş ve sanat çevrelerinin ve bazı sözü geçen siyasetçilerin desteğini kazanmış olmasına rağmen, Türkiye’nin soykırım iddialarının Washington tarafından tanınması noktasında şu ana dek başarı kazanmamış görünüyor. Durumun böyle olmasının en önemli nedeni ise, böylesi bir kararın alınmasının Türk - Amerikan ilişkilerine indireceği öldürücü darbe olarak görülmelidir. Ermeni lobisinin atladığı konu, Ankara’nın Washington’un nezdindeki kıymetini olduğundan daha küçük görmesi olarak nitelendirilebilir.

Hatırlardadır, 2007 yılında Kongre’deki çoğunluğun Demokratlara geçmesinden ve Ermeni diasporasının desteklediği siyasetçilerin hatırı sayılı noktalara gelmesinden sonra, Ermeni tasarısının onay görmesi an meselesi oldu… Bu Türkiye’nin batıdan uzaklaşması ve geleceğini doğuda araması demek olabilirdi. Ancak böylesi bir kararın çıkması, eski dışişleri bakanları tarafından son derece akıllıca kaleme alınmış bir mektubun Kongre’ye ulaştırılması ve olası tehlikelerin parlamenterlere anlatılması ile önlenmişti.

Washington’da şu ana dek diğerleri gibi profesyonelce örgütlenmiş bir Türk lobisi yok. Bunun en önemli gerekçelerinden biri muhtemelen, Amerika’da yaşayan Türklerin ülkenin geneline dağılmış olmaları, demografik ve toplumsal olarak henüz bir ağırlığa sahip olmamaları olabilir. Ancak şu bir gerçek ki, işlerin böylesi kanallarla kotarıldığı günümüzde, Ankara’ya yakın çalışan etki gruplarının olmayışı – ya da yeni yeni kuruluyor olması – büyük eksiklik.

Elbette ki lobi çalışmaları salt diplomatik alanda gözlenmiyor. Amerika’da bu gibi çalışmalar toplumu ilgilendiren hemen her katmanda var ve her şeye rağmen genel kabul görüyor. Bu gibi etkinlikler değişik çalışmalara konu oluşturacak cinstendir, şüphesiz. Biz burada kendimizi diplomasi alanına kısıtladık.

Lobicilik Amerika’daki diplomasiyi özelleştiriyor, muhtemelen geleneklerinden uzaklaştırıyor. Belki zaman zaman oyunun kurallarına göre oynanmasını da engelliyor. Dost ve müttefik ülkeler dahi işlerinin zor kısmını bu kanalla yapıyor, elçiliklerini tatsız olabilecek taleplerinin veya tespitlerinin ardından göndermiyorlar. Gayri resmi olarak başlayan görüşme süreçleri olgunlaştıkça, hükümetlerin devreye girmeye başladıkları gözleniyor.

Ancak bu süreçlerin kusursuz olduğunu ifade etmek iyimser olur. Lobiciliğin temelinde etki, etkinin temelinde de parasal ilişkiler ya da değişik çıkarlar vardır. Demokratik olması gereken kararların menfaat ilişkileri sayesinde alındığını bilmek, ülke ya da toplum yöneticilerine ne kadar güven verebilir?  Olaylara bu açıdan bakacak olursak, lobi etkinliklerinin ve bunlara bağlı baskı grupları oluşturmanın, dünyadaki Amerikan algısında erozyona neden olduğunu söylemek abartılı olmaz.