Elzbieta Ettinger’in bu kitabının başarısı, Rosa Luxemburg’u sadece siyasal kimliğiyle sınırlamadan, onu bir kadın olarak öne çıkarmasından kaynaklanıyor. Ettinger, Lehçe belge ve kaynaklara ulaşarak daha önceki biyografileri geride bırakmayı başardı.
- Aylin YENGİN –
Türkiye’de bir insanın kitap okumaya ayırdığı zamanın 300 katını Norveçliler, 210 katını Amerikalılar, 87 katını İngiliz ve Japonlar ayırıyor. Dünya ortalaması bile bizim ayırdığımız zamandan üç kat fazla! Bir yılda basılan kitap sayısına göre, kişi başına düşen kitap, İsrail’de 1169, Almanya’da 1022, Japonya’da 600, Türkiye’de ise 10.600 kişiye 1 kitap şeklinde… Türkiye’de 6 Türk’e yılda bir kitap düşüyor. Yurdumuzda 95 kişiye bir kahvehane, 65.000 kişiye bir kütüphane düşüyor. Bu istatistikleri okuduktan sonra, ortalamayı yükseltmeye karar verdim ve sizlere tanıtmak üzere bu ay içinde iki kitap birden okudum. Biri Rosa Luxemburg’u tüm yanları ile ele alan en başarılı biyografi sayılan Elzbieta Ettinger’in “Rosa Luxemburg: Bir Yaşam”, diğeri ise Eddi Anter’in, bir solukta bitirdiğim, henüz dumanı tüten “İkilem” adlı üçüncü romanı.
Rosa Luxemburg: Bir Yaşam
2008’in Temmuz ayında Belge Yayınları tarafından piyasaya çıkarılan “Rosa Luxemburg: Bir Yaşam”, dilimize Ali Çakıroğlu tarafından kazandırıldı. Kitap dünyada büyük yankı uyandırdı, çok övgü aldı, çok okundu, çok sattı… New York Times Book Review, kitabı şöyle tanıttı: “Rosa Luxemburg’un yaşamı ve karakteri, eylemleri ve çevresi, aşkları ve dostlukları, kavgaları ve kıskançlıkları ile büyüleyici. Ettinger işi yozlaştırmadan mükemmel ve sempatik bir biçimde, Rosa’nın siyasal mücadelesi içinde özel yaşamını yansıtmış.” Bir eleştirmen olarak kitabı, naçizane “Dünyayı değiştiren bir kadının kapsamlı ve tarihi belgesi,” olarak özetleyebilirim.
1871 yılında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Polonya’da doğan Rosa Luxemburg genç yaşlarında sosyalizmle tanıştı ve dönemin solcu gruplarında yer aldı. Henüz 18 yaşındayken içinde bulunduğu gruplar ve politik görüşü yüzünden İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. 1889’da Zürih Üniversitesi’ne girdi. Burada felsefe, tarih, politika, ekonomi ve matematik öğrenimi gördü. 1898’de doktorasını tamamladı ve sosyalist parlamentoya girdi. Hayali, özgür bir Polonya idi ve bu uğurda olağanüstü bir çaba harcadı.
Aldığı hapis cezaları onu yıldırmadı, faaliyetlerine devam etti. Hapiste geçirdiği yıllarda birçok makale kaleme aldı. Özellikle Rus devrimi üzerine yazdıkları ve Bolşeviklere getirdiği eleştiriler çarpıcıdır. Yaşadığı zorlu zamanlar içinde, burjuva yaşantısını özlediği günler de oldu… 1919’da linç edilerek öldürülmesi, Nazizmin 10 yıl sonraki yükselişinin uğursuz bir ön habercisi gibiydi. Bir kanala atılan bedeni ancak üç ay sonra bulunacaktı. O sıralarda Alman basını, “Yahudi” kimliğini küfürlerle donatarak onu hedef olarak göstermişti.
Yazar Elzbieta Ettinger’in (1915-2005) yaşamı da daha az renkli değil. Varşova Gettosu’ndan kaçarak Nazi işgaline karşı direniş hareketine katıldı. “Çocuk Yuvası” adlı romanında bu dönemi, “Batak Kumsal” adlı romanında ise savaş sonrası Polonya’yı ele aldı. Totaliter rejimi ve yeniden yükselen antisemitizmi eleştirmekten hiç sakınmadı. Varşova Üniversitesi’nde Amerikan Edebiyatı, 1974’te ise ABD’de Radcliffe Üniversitesi’nde Çağdaş Rus Edebiyatı dersleri verdi. ABD’deki ırkçı ve çıkarcı kültürü eleştirdi. Hannah Arendt ve Martin Heidegger ilişkisi ve yazışmaları üstüne kitabı önemli yankı uyandırdı. En son Hannah Arendt’in biyografisi üzerine çalışıyordu.
Bence yazar Elzbieta Ettinger’in bu kitabının başarısı, Rosa Luxemburg’u sadece siyasal kimliğiyle sınırlamadan, onu bir kadın olarak öne çıkarmasından kaynaklanıyor. Ettinger daha önce de, Rosa Luxemburg’un tüm yaşantısı boyunca sevmekten vazgeçmediği ve aynı zamanda kavga arkadaşı da olan Leo Jogisches ile yazışmalarını kitaplaştırması sayesinde Susan Sontag’dan büyük övgü almıştı. Ancak bu kez Ettinger, Lehçe belge ve kaynaklara ulaşarak daha önceki biyografileri geride bırakmayı başardı.
İkilem (Üçünden Biri)
Eddi Anter’in üçüncü romanı “İkilem”, tabiri yerindeyse “tek lokmada” yutulabilecek türde bir kitap. Okuyucuyu bir hortum gibi içine çekiyor; saatin nasıl geçtiğinin farkına varmıyor insan. Çünkü doğal, çünkü sade, çünkü herkesin başına gelebilecek türde bir öyküyü barındırıyor özünde… Öyküye üç farklı bakış açısı getirebildiğinden dolayı adının hakkını veriyor: Üçünden Biri!
“Lilly-Ben Bir Arap Yahudisiyim” isimli ilk romanını 2006 yılında yayımlayan Eddi Anter, ilk baskısı 10 gün içinde tükenen bu kitabın ardından, uzun süre “En Çok Okunanlar Listesi”nde kalan ikinci romanı “Kumbara”yı kaleme aldı.
Goa Yayınları’ndan piyasaya çıkan “İkilem”, “Yaşadığım her tecrübe, sahip olduğum tüm fikirler bir başkasından alıntı ya da çalıntıymış,” diye başlıyor. Aslına bakarsanız doğru! Çoğu zaman, insanlar kendilerini diğerlerinden farklı görseler de, bir başkasına benzemek için hayatlarını yaşayıp tüketirler. Yolun sonuna geldiklerinde ise sorgulamaya başlarlar. Peki, iş işten tam olarak ne zaman geçer?
Kitabın ilk sayfaları, en beklenmedik anda – zaten ne zaman beklenir ki – eşini yatakta bir yabancıyla yakalayan ana karakterin düşündükleri, yaşadıklarıyla başlıyor. Bu kişinin kadın veya erkek oluşu yargılamanızı değiştirir mi? Sevmek, güvenmek ve evlenmek sıralaması nasıldır ve nasıl olmalıdır? Bu, kadın ve erkekte farklı mıdır? Hepimiz dünyalıyız. Benzerliklerimiz söz konusu olduğunda, gezegenlere benzetileceksek Mars ve Venüs gibi dünyaya en yakın olanlar yerine, en uzak olan Merkür ve Plüton’la kıyaslanmalıyız. İlla kıyaslanmamız gerekiyorsa tabii… Aldatılan kişi aslında kimdir? Eylemi yapan mı, olaydan haberi olmayan mı? Kendini aldatan kişi olarak görüp övünenler, aslında kendilerini aldatıyorlar farkında değiller. Yaşanan basit bir ikilemdir hepsi bu.
Okur, Anter’in “İkilem”inde kader ve hayatı kontrol etme dürtülerinin yaşla nasıl değiştiğine şahit oluyor. “Haklı olmak mı, yoksa mutlu olmak mı daha önemli?” sorusuna yanıt buluyor. İlk ve sonbaharını yaşamakta olan ana karakterlerin tüm yaptıklarının altında yatan sebep anlaşıldığında okuyucu, edindiği düşünce ve aldığı karardan vazgeçebiliyor.
Roman, cesur okuyucunun içine girip, aklını kullanarak önyargı tuzaklarına düşmeden bitirmesi halinde tebessümlere de yer veriyor. Yaşamanın doğrusu veya yanlışı var mı? Hayatımızı başkalarına bakıp, onlara benzemek uğruna tüketirken, zamanı geldiğinde hatta geçtiğinde geçmişimizi sorguluyor sonra da en yakınımıza tavsiye vermekten çekinmiyoruz. Neden acaba? Cevabını halen arıyor bulamıyoruz… Bazı yanıtlarsa “İkilem”de…
“Rosa Luxemburg: Bir Yaşam”, Elzbieta Ettinger
Belge Yayınları, 374 sf
“İkilem”, Eddi Anter
Goa Yayınları, 312 sf.