Okuyucu - “Der Vorlerser”

II.Dünya Savaşı sırasında Almanya... Hanna Schmitz adında 45 yaşında güzel bir kadın ve henüz ergenlik çağındaki Michael Berg. Günlük hayatımızda yaşanabilecek olası bir aşk hikâyesi. Onsuz olamamak, onsuz yaşamaya devam edebilmek… Çok iyi tanıdığınızı zannettiğiniz o insanı, hayallerinizi süsleyen o insanı aslında hiç tanımadığınızı farkettiğinizde ne hissederdiniz?

Salom Kitap
2 Temmuz 2009 Perşembe

- Elda PASE -

Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, Hanna Schmitz ve Michael Berg’in arasındaki sıradışı aşk hikâyesinin nasıl başladığı ve daha çok Michael’in neler hissettiği konusuna yoğunlaşılmış. İkinci bölümde ise, tek bir kelime bile söylemeden Berg’in hayatından çıkan Hanna Schmitz ile bir mahkeme salonunda karşılaşmalarından bahsediliyor. Kitap, ilk bölümde anlatılmış olan aşk hikâyesinden birdenbire yön değiştirerek, II. Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarından birinde Yahudileri denetlemekten, onların yaşayıp yaşamayacaklarına karar vermekten sorumlu olan birinin hayat hikayesine dönüşüyor. Mahkeme salonunda, Hanna’nın savunmasını yaparken kendisine olan güveni ve dikbaşlılığı ilgi çekiyor. Onun gibi yargılanan diğer beş kadın kendi suçlarını inkâr ederken, o yaptığı hiçbir şeyin yanlış olmadığını, aslında o ona verilen görevi büyük bir ciddiyetle yapmış olduğunu savunuyor.  Olayların içinde ama farkında olmayan Hanna Schmitz’i izleyen Michael Berg,  çok sevdiği bu kadını kurtarabilmek için bir şansı olduğunu farkettiğinde, konuşup konuşmamak arasında büyük bir ikilem yaşıyor. Siz  böyle bir durumda ne  yapardınız? Karşınızdaki insanın kendisini bilerek felâkete sürüklediğini görüyorsanız ve onu kurtarma şansınız varsa ne yapardınız?  Sırf utancından bazı şeyleri itiraf edemediği için, hayatını mahvetmeyi göze alıyorsa, siz bunu engellemek için birşey yapar mıydınız? Yoksa onu göremediği o seçimiyle başbaşa mı bırakırdınız? Kendinize gurur yapıp bilgisizliğinizi sakladığınızda sadece o anı atlatmış olursunuz. Hanna, “bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır” sözünün sonucunda neler olabileceğini bir kez daha bizlere gösteriyor. Yanlış konuşacağınız yerde susmak ve anlatmanız gereken yerde konuşmamak da, aslında o kişiye / olaya yaptığınız veya yapmaya başlayacağınız ihanettir. Bazen insanlara konuşmamak daha kolay gelse bile (nasıl anlatmaya başlayacağını bilememekten veya işine gelmediğinden dolayı) anlatmanız gerekir. Yoksa olaylar daha da büyür ve siz anlatmamanın vermiş olduğu kolaylıkla kendinizi kandırıp olayı daha da büyütebilir ve istemediğiniz sonuçlar elde edebilirsiniz.

“Yaşananlar yaşandı; insanlar fırınlara gönderildi, gaz odalarında boğularak öldürüldü ve hepsinin sonucunda mahkemeler oldu; suçlular ait oldukları yerlere gönderildi. Peki geriye ne kaldı? Her şey. Ama yalnızca birkaç kişi mahkum olacak ve cezalandırılacak ve onları izleyen kuşak olarak bizler, dehşet, utanç ve suçluluk duyguları içinde susacağız: Olması gereken bu muydu?” Sayfa 93.

1944 yılında Almanya’nın Bielefeld kentinde doğan Bernhard Schlink tarafından ele alınmış kitabın, Nazileri konu edinen birçok eserden farkı; Alman toplumunun, Yahudi Soykırımı üzerine vicdan hesaplaşmasını irdelemesi. Cinsellik ve aşk temalarının da içiçe harmanlandığı kitap, alışılagelmişin dışında bir yapıt. “Okuyucu”yu düşündürmesi ve kendisini sorgulamasını sağlaması nedeniyle güzel… İletişim Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan kitabın, 2005 yılında 5. baskısı yapıldı.

 

“Okuyucu”, Bernhard Schlink, 

İletişim Yayınları, 192 sf.