Araştırmanın basın yansımaları

Perspektif
7 Ekim 2009 Çarşamba

Irkçılığa ve ayrımcılığa karşı eğitim

(…)

Vakfın, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu’nun sağladığı destekle yürüttüğü “Türk Yahudi Toplumu ve Yahudi Kültürünü Tanıtma Projesi” kapsamında gerçekleştirdiği araştırmanın başlıca sonucu, ne yazık ki, Türkiye toplumunda örneklerine hemen her gün rastladığımız, tüm farklı dinsel ve etnik kimliklere karşı saygısızlığın (birçok başka araştırmada da görüldüğü üzere) hemen bütün kesimlerde endişe verecek ölçüde yaygın olduğu.

(…)

İkinci Dünya Savaşı’nda yol açtığı yıkımı ve trajediyi yaşayan ve bu nedenle etnik milliyetçiliğin, ırkçılığın, antisemitizmin (Yahudi düşmanlığının) ayıp sayıldığı ve ağır bir şekilde cezalandırıldığı Avrupa’da bile bugün farklı kimliklere (bu arada özellikle Müslümanlara) karşı saygısızlık ve ayrımcılığın yükseldiği bir ortamda yaşıyoruz. Bu ortamda ırkçılık ve ayrımcılığın maalesef ne ayıplandığı, ne de cezalandırıldığı Türkiye’de sorunun ciddiyetle ele alınmasında devlete, hükümete, üniversiteye, medyaya, insan haklarına saygılı sivil toplum kuruluşlarına büyük sorumluluk düşüyor.

Burada bir kez daha tekrarlayacağım: Sorun, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde, imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde ve tek parti iktidarı altında benimsenen “hepimiz Türk’üz, hepimiz devletin uygun gördüğü Sünni İslam yorumuna inanırız” şeklinde özetlenebilecek kimlik politikalarından kaynaklanıyor. Bu politikalar esas olarak eğitim sistemiyle yürütüldüğü için de farklılığa saygısızlık “laik” ya da “dindar”, az veya çok eğitimli, kentli veya diğer bütün kesimlerde yaygın olarak görülüyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan neredeyse yüzyıl sonra, insan hakları ve demokrasi fikrinin gerek dünyada gerekse yurtta giderek yayıldığı bir çağda, farklılığa saygısızlık telkin eden politikaları sürdürüyoruz. Bunda ısrar bizi birbirimize düşürmeye devam edecektir. Düzeltmek için uzun vadede en etkili araç ise anaokulundan üniversiteye eğitimdir.

Şahin Alpay

Zaman Gazetesi

1 Ekim 2009

Kendimizi nasıl biliriz?

(...)

Azınlıklar kendilerine ne kadar sahip çıkıyor? Cemaat içi evlenmelerden tutun, bu sorun, dillerinin öğretilmesine kadar birçok noktaya genişler. Yahudiler örneğin Ladino’nun öğretilmesi için kurs düzenliyor mu? Elimizdeki araştırma bu azınlıklar hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduğunu toplumun gösteriyor. Azınlıklar bunun aşılması için daha fazlasını yapmayı niçin düşünmüyorlar? Türkiye demokratikleşiyor. “Azınlık” diye bakıldığında sadece gayrimüslimler değil (bu tanım bile ne kadar sorunlu) Kürtler, Aleviler büyük kitleler olarak, eşcinseller daha küçük bir kesim olarak, kadınlar en büyük azınlık olarak bu toplumda hak arayışını sürdürüyor, sürdürmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla bu kesimlerin şikâyetlerini dile getirmesidir demokratikleşme ve bana göre buna bir ölçüde Müslümanlar da dahildir. Ama belirttiğim araştırmanın tartışması sırasında Prof. Dr. Hakan Yılmaz’ın söylediği bir nokta önemliydi. Bir toplum demokratikleşebilir, daha demokratik bir toplum olabilir ama aynı anda daha zenofobik bir toplum da olabilir. Bunlar birbirini her zaman besleyen süreçler değildir.

Hasan Bülent KAHRAMAN

Sabah Gazetesi

2 Ekim 2009

Tekrar söylüyoruz, ırkçılık sosyal patolojidir

(…)

Bu verilere bir sosyolog gözüyle bakıldığında, Türkiye değişik düzlemlerde ciddi “sosyal patoloji” emareleri gösteren sağlıksız bir toplum olarak önümüze çıkıyor. Aslında bunu anlamamız için etrafımıza bakmamız yetiyor. Geçmişte bunu yazdığımızda aldığımız, “Ne hoşgörüsüzlüğü lan! Gelirsem gösteririm” türünden mesajlar ise sorunu “karikatürize” edilmiş bir şekilde ortaya koyuyor.

Bu durumun, yukarıda belirtilen yüzdelerin dışında kalan ve “evrensel insani değerler” açısından “normal” sayabileceğimiz vatandaşlarımız açısından -ki Allah’tan bunlar da var- hoş olmadığı kesin.

Bu olumsuz görüntünün değişmesi için toplumbilimcilerden siyasetçilere, eğitimcilerden cemaat önderlerine kadar birçok kişi ile kesimin elbette ki çok çaba sarf etmesi gerekiyor.  Ancak bu çaba için gereken iradeden eser yok. Gelişmeler ise işlerin daha da kötüye gittiğini gösteriyor.

Özetle, burada sözü edilen araştırmanın yanı sıra, yakın tarihte yapılan benzeri araştırmaların da ortaya koyduğu gibi, giderek daha ırkçı, hoşgörüsüz ve sürekli düşman arayan bir toplum olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.

(…)

Semih İDİZ

Milliyet Gazetesi

1Ekim 2009

IRKÇILIK CİNNETİ

Sadece bizde değil, dünyada da ırkçılık cinneti yayılıyor. Irkçılık, Avrupa’da etnik milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı biçiminde ortaya çıkıyor.

Bizde ilaveten bir de kan akıyor!

Dahası, ayrışma, birbirimize yabancılaşma giderek tırmanıyor!

Akılla, bilgiyle ilgisi yok; mariz duygular...

Frekans’ın araştırmasına göre, yüzde 75’imiz, vatandaşımız olan Yahudilerle Rumlar ve Ermeniler hakkında bir şey bilmediklerini belirtiyorlar...

Ama yüzde 42’imiz Türk vatandaşı Yahudilerden komşu istemiyor!

Yüzde 35’imiz Türk vatandaşı Hıristiyanlardan komşu istemiyor!

Hem bilmiyor hem karşı!

Peki ülkemize turist gibi bir yabancı aile, mesela bir Avrupalı komşumuz olsun mu?

Hayır diyenler yüzde 18’e iniyor!

Kendi vatandaşı Hıristiyan ve Yahudilere karşı kuşkulu ama dışarıdan gelen yabancıya karşı daha açık!

Bunu nasıl izah edebiliriz? “İçimizdeki düşman” korkusuyla!

‘İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN’

Yüzde 57’ye kadar varan büyük bir kesimimiz azınlık vatandaşlarımızın MİT, ordu, yargı ve emniyette görev almasına karşı!

Aynı korku yüzünden...

Şimdi sıkı durun, ankette soruluyor: “Gayrimüslim vatandaşlarımız Türkiye’ye ne derecede katkıda bulunmuşlardır?”

Ekonomi, sanat, spor, bilim ve eğitim alanında azınlık vatandaşlarımızın Türkiye’ye olumlu katkılarda bulunduğunu söyleyenlerimizin oranı yüzde 67’ye kadar çıkıyor!

Madem Türkiye’ye böyle katkıları var, niye kamu görevi de yapmasınlar?

Dedim ya, akli değil psikolojik bir tavır...

Anket gösteriyor ki, insanlarımız kimlikleri sebebiyle dışlandıklarını düşündükleri ölçüde “Kendinizi Türkiye Cumhuriyeti’ne ne kadar bağlı hissediyorsunuz?” sorusuna olumsuz cevap veriyorlar!

Bir “ulus” için en büyük tehlike, “vatandaşlık” aidiyeti duygusunun zaafa uğramasıdır.

Demek ki, her birimiz ancak “öteki”mize saygı duyduğumuz oranda Türkiye’nin bütünlüğüne hizmet etmiş oluruz!

Farklı kimliklere “içimizdeki düşman” gibi bakmak bizi çatıştırır, hatta böler!

Bursaspor maçındaki talihsiz gösteri Türkiye’nin bütünlüğüne hizmet etmemiş, aksine, ayrışmayı körüklemiştir!

SEBEP IRK MI?

Irkçı eğilimler dünyada da yükseliyor. Küreselleşme insanlarda deprem ve köklerine sarılma psikolojisi yaratıyor, bir tür kabileleşme süreci ortaya çıkıyor.

Bizde ırkçı, kimlikçi duygulardaki kabarmaların bir sebebi budur.

Öbür sebebi, eğitim tarzımızdır. Hoşgörü ve beraber yaşama yerine türdeşliği vurgulayan eğitim...

Hikmet Bayur gibi bir tarihçi bile, 1912-1913 Balkan Harbi’ndeki faciaları anlatırken, Osmanlı Dışişleri Bakanı Noradunkyan Efendi Ermeni, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa da Çerkez olduğu için, “Bu gibi yer ve işlerde Türk olmayanların kullanılması yanlıştır” diye yazabilmişti! (Türk İnkılâp Tarihi, II/2, sf. 193, 289)

Okul kitaplarıyla yeni nesillere de aktarıldı bu bakış!

Hâlbuki facia ve hezimetlerimizin asıl sebebi genel ve mesleki eğitim yetersizliği, kurumlaşma sorunları, iktisadi geri kalmışlık gibi faktörlerdi, kişilerin ırkı değil... Nitekim Türkçü İttihatçılar iktidarı ele aldığında da aynı faktörler yüzünden facialar büyüyerek devam edecekti.

Dikkat; ırkçı, kimlikçi duygular eroin gibidir, esrar gibidir; çılgınca hazlar vererek felakete sürükler toplumları...

Hepimizin cankurtaran simidi, farklılıklarımıza hoşgörüdür.

Taha AKYOL

Milliyet Gazetesi

                                                                                                                                                   1 Ekim 2009