Bir dünya vatandaşının ardından
Bir yıl kadar önceydi; Erol Güney bir iki hafta gazeteye yazı yollamadı. İçimde hep o korku, sakın ola başına bir şey gelmiş olmasın, telefonda hatırını sorduğumuzda “sadece biraz halsizim” diyordu. Sonra uzun süre köşesi boş kaldı ve nihayet hep endişesini içimizde taşıdığımız ama hiçbir zaman yüksek sesle söyleme cesaretini bulamadığımız o üzücü olay gerçekleşti; o artık aramızdan ayrılmıştı. France Presse, Yediyoth Aharonoth gibi dünyaca ünlü basın organlarında görev yaptıktan sonra Şalom’da uzun yıllar yazarak bizi onurlandıran o değerli çevirmen-gazeteci Erol Güney’in köşesi artık hep boş kalacaktı. Erol Güney, Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya’nın Yayın Koordinatörü olduğu dönemde gazetemizde yazmaya başladı. İlkin yazılarını ana dili gibi konuştuğu Fransızca lisanında gönderiyor Liz Behmoras da onu Türkçeye çeviriyordu. Sonra kendisinden Türkçe yazmasını rica ettiğimizde bizi kırmadı. Ancak elli yıl bir göçmen gibi, hiçbir zaman ana vatanı olarak benimsediği Türkiye’den kopmayarak, ilkin kısa bir süre Fransa’da, sonra da İsrail’de yaşamını sürdüren bir yazarın belli ölçüde lisan üzerindeki egemenliğini kaybetmesi olağandı; bu nedenle makalelerinin bazı bölümlerini İngilizce kaleme alır, sık sık farkında olmadan araya İbranice veya Fransızca kelimeler sıkıştırırdı. On yıl boyunca salı günleri hiç aksatmadan faksladığı yazılarını Ester Yannier ve Nelly Barokas titizlikle yayına hazırlarken başta her ne denli belli ölçüde zorlandılarsa da sonradan birer Erol Güney uzmanına dönüştüler. “İsrail Mektubu”nu okuduğumuzda haftanın Ortadoğu’daki tüm gelişmelerinden haber/yorum formatında bilgi edinmemiz olanaklıydı, o çok geniş bir perspektiften bölge panoramasını tam bir tarafsızlıkla bize aktarmayı amaç edinmişti. Son dakika bir gelişme olduğunda yazısını göndermiş bile olsa telefondan arayarak önemli birkaç yeni ayrıntıyı dikte ederdi. Yayın koordinatörlüğüm süresince birçok kez Erol Güney ile sohbet etme fırsatını yakaladım; son yıllarda ‘ıskat’ kararı kalktıktan sonra sık sık İstanbul’u ziyaret etmekte ve her gün birkaç saatini gazetemizde geçirmekteydi. Bir defasında da yazı kurulumuzun toplantısına katılma nezaketini gösterdi. Bizleri dikkatlice izledikten sonra, “Gençlerle bir arada bulunmak büyük zevk, Tercüme Bürosu’ndaki günlerimi anımsadım” dedi. Yıllar çabuk geçiyor; Haluk Oral ve M.Şeref Özsoy’un kaleme aldığı “Erol Güney’in Ke(n)disi” kitabının yayımı vesilesi ile düzenlenen tanıtım ve imza gününden nerede ise beş yıl geçti. Bir üstadın kalfasına karşı alçak gönüllük belirtisi olarak “A mon brillant editeur avec toutes mes amities” sözleri ile imzaladığı kitabını kütüphanemde değerli bir anı olarak hep saklayacağım. Toprağı bol olsun, dolu dolu yaşadı, hep dik kaldı, 1950’li yıllarda başlayan gazetecilik serüveninin ve yaşamının tüm gençlere örnek olmasını diliyorum. Yakup BAROKAS **** Efsanevi bir gazetecinin ardından Erol Bey’e bir veda yazısı yazmaya başlarken acaba en çok hangi yönüyle gurur duyar, onunla anılmak isterdi, diye düşündüm. Adım gibi eminim, gazeteciliyle… Adını ilk kez Cumhuriyet gazetesinin şimdi vefat etmiş bir köşe yazarından duymuştum: “Tanımış olduğum en dürüst, en ilkeli ve en yetenekli gazeteci Erol Güney diye biridir, ne yazık uzun yıllardır mesleğini burada icra edemiyor” demişti onun için. Tanışmamız, 1993 yılında, Tansu Çiller’in İsrail gezisi sırasında Tel Aviv Hilton’da verilen bir resepsiyon sırasında oldu. Yeri şeref masalarının birinde ayrılmış olan, uzun boylu, çok zayıf, kel kafalı beyin, o masaya oturmasıyla yerinden kalkması nerdeyse bir olmuştu… Sonra kalın çerçeveli gözlüklerinin ardında parıldayan zekâ dolu gözleriyle etrafı taramış, sırf gazetecilerden oluşan bizim masaya kararlı bir şekilde yönelmişti: “Çocuklar ya sizinle burada otururum ya da evime dönerim. Beni yaşlı insanlarla oturtmuşlar, sıkıntıdan patlayacaktım nerdeyse!” Aramızda onu daha önce tanıyanlar, “Hoş geldin Erol Ağabey, buyur gel!” diye yerlerinden fırlamışlardı bile. Mutlu bir tesadüf eseri, “Yaşlılarla sıkıntıdan patlayacağını” hiç çekinmeden yüksek sesle söyleyen o seksenlik delikanlı yanıma oturdu ve gece boyunca hiç durmadan sohbet ettik. İleriki yıllarda Erol Güney’le ne zaman birlikte olduysak hep böyle konuşmaya dalacak, zamanın nasıl geçtiğinin bile fark etmeyecektik. Bu yazıyı yazarken önümde duran anı kitabını da bana, “Lizi’ye, uzun sohbetlerimizin anısına” diye imzalamıştı. Çok uzun süre anılarını yazmamakta direndi Erol Bey. Çeşitli gerekçeleri vardı. Bunların en başta geleni, geçmişe dalmaktansa şimdiki zamanı dolu dolu yaşamayı ve aktarmayı yeğlemesiydi. Zira etrafında olup bitenleri, özellikle de siyasi olayları, hiç dinmeyen bir merak, bir ilgi, bir coşkuyla izlerdi. Sonra onları yılların kazanımı bilgeliğinin prizmasından geçirip yorumlayarak, kısa ve öz makaleler yazardı. Sonunda anılarının da mutlaka aktarılması gerektiğine ikna edildi ve onları, kendisine çok güzel yeni dostluklar kazandıran bir iş birliği sayesinde, “Erol Güney’in Ke(n)disi” başlığı altında kitaplaştırdı. İyi ki de öyle oldu. Aksi halde İstanbul’dan ve Paris’ten geçerek Odessa’dan Tel-Aviv’e uzanan bir yaşam güzergâhının her aşamasında yer alan acı, tatlı, heyecan verici ve kimileri yakın tarihe ışık tutacak nitelikte olan bir dizi olayı öğrenmekten mahrum kalacaktık. Erol Güney hayatında pek çok kez haksızlığa uğradı, hapsedildi, vatanı diye benimsediği Türkiye’den sürüldü, daha sonra parlak mevkilere geldiği diğer ülkelerde iyi niyetinden, dürüstlüğünden faydalanıldı. Ancak içinde asla kin barındırmadı, olup bitenleri yine o bilgelik prizmasından geçirip onlara mantıksal açıklamalar getirmeyi başardı. Gazetecilik mesleğinin yanı sıra kadınları ve kedileri çok sevdi Erol Güney. Kadınlar tarafından da çok sevildi fakat bizzat itiraf ettiğine göre, onları nedense hep mutsuz etti ve sanırım kendi de pek mutlu olmadı. Kedilere gelince, onlarla bir sorunu yoktu. Son görüştüğümüzde yine birkaç tanesini evinde besliyor, onlardan müthiş bir sevgiyle söz ediyordu. Artık yaşlandığını ve belki araba kullanmaktan vazgeçeceğini de söylüyordu. Doksan dört yaşındaydı. Liz BEHMOARAS **** Güle güle Erolcuğum. Gitmenle büyük bir devri kapatmış oluyorsun. Senin ve devrinin arkadaşlarının yerini tutacak insan zor bulunur. Seni çok çok seviyorum. Baldızın Bella Eskenazi **** Onsuz hayat asla aynı olmayacak… 90’lı yaşlarında bir adamın ölümünü doğal bulanlar Mişa Erol’u hiç tanımamışlardır… asla yaşlı olmadı, zihinsel açıdan hep genç, yaşama sevinciyle doluydu. Mişa bana ailem kadar yakındı. Ona hem insani boyutta, hem de profesyonel yeteneklerinden ötürü hayrandım. Ölümü benim için büyük bir kayıp. Onu her zaman büyük bir hümanist, dost ve yitirdiğim babamın en yakın arkadaşı olarak anımsayacağım. Onunla yıllar boyu AFP’de (Agence France Press) birlikte çalışmak bir ayrıcalıktı. Bugün sevgili Mişa’mızı toprağa verdik. Çok üzgünüm Mişale’siz bir hayat asla aynı olmayacak… Michael Gurdus / İsrail (aile dostu ve iş arkadaşı) **** Erol benim için bir yaşam modeliydi. Yanyana geldiğimiz son güne kadar önünde bütün bir ömür varmışcasına yaşadı. Herşeyle ilgilenir, herşeyi umursardı; projeleri vardı. Hareketleri, sözleri ve yazılarıyla toplumun iyileşmesinde katkısı olduğuna inanırdı. Haberleri veya siyasi tartışmaları izlediğinde, sinirlenir kızar neredeyse sokağa fırlayıp protestolara katılacağı izlenimini uyandırırdı. 95 yaşında bir beden bir ergeni barındırırdı. Kısa bir anı anlatacağım. Yaklaşık bir yıl kadar önce arkadaşıyla birlikte yemeğe davet ettim. Geciktiler... Sonra da özür dilediler. Sinematek’ten evime yürüyerek gelmişlerdi. Sinematek evime 4 km. uzaklıktaydı! Katty Roytman / İsrail (sanatçı dostu) **** “Erol eniştem öğrenme merakı, kültür ve insani değerler kaybedilmedikçe hep bir asra yakın yaşansa da genç kalıp genç ölünebileceğini öğretti.” Yeğenin Karen Eskenazi **** Tutkularının yaktığı alevin ışığında yürüyen insanları seviyorum. Banu Breddermann bunlardan biri. Onu Şalom’da tanıdım. Almanya’da bir devlet dairesinde istatistik uzmanı olarak çalışıyor. Bir gün okuduğu, bir şiir kitabında, rastladığı Erol Güney adına takılıyor. Onun Şalom’daki kalem izini takip ederek gazeteye ulaşıyor. Şalom yazılarından tanıdığı Erol Güney ile yetinmeyip İsrail’de ona ulaşıyor. Onunla sohbet ediyor. Bunu bir belgesel haline getirmesini sağlayacak fonun yardımı ile de gönül yolculuğuna Erol Güney’in Fransa’daki kızı, İsrail’deki hayat arkadaşı, İstanbul’daki baldızı ile devam ediyor. Birkaç kere Erol Güney’i İsrail’de ziyaret ediyor. Ara ara İstanbul’a her gelişinde onunla buluşmaktan ve sohbet etmekten zevk aldım. Gözlerindeki pırıltıyı, Erol Güney’i anlattığındaki tutkuyu izlemek keyifliydi. Belgeselin ortaya çıkmasına çok az kalmıştı. Ama Erol Güney artık yok. Ama Banu başardı. Erol Güney’e yakışacak bir belgesel ortaya çıkaracağına eminim. Erol Güney’i tanımaktan keyif aldım. Gurur duydum. Kısa Şalom ziyaretlerinde onu izledim ve dinledim. Sonra hayat öyküsünü anlatan kitabı ile yakınlaştım. Banu’nun anlattıkları ile de kalbimde ona daha büyük bir yer açtım. Tanıştığı her insana verdiği değerle kendi de değerlenen bir adam. Yaşantısının alabildiğine çalkantısına yelken açabilen bir yürek. Onu dinlemek ve izlemek keyifliydi. Bu insanlar değdikleri her kalpte bir kıpırtı yaratabilmeyi, kendilerinden bir parça bırakmayı bilebildiler. Yayın koordinatörümüz Tilda Levi ölüm haberini bana söylediğinde, gözlerindeki hüzün bir dostu kaybetmeyi ve aynı zamanda bir devrin sona erdiğini anlatıyordu. Artık pazartesi akşamları gelecek yazılar beklenmeyecekti. İsrail’den mektup gelme umudu yoktu. Başımız sağ olsun. Güle güle Erol Güney. Anet Pase **** Sevgili Erol Bey Neredeyse iki yıl önce sizinle söyleşi yapmak üzere Tel Aviv’e yola çıktığımda aklımda yalnızca çekmeyi tasarladığım belgesel film vardı. 1914’te Odessa’da başlayan, 1919’lardan 1955’te sınır dışı edilinceye dek Türkiye’de, daha sonra da İsrail’de süregiden yaşamınız ilgimi çekmişti. Şahsen katılmış olduğunuz Türkiye’nin siyasi ve kültürel değişim süreci benim ve ailemin de yaşamında belirleyici bir rol oynadığından bir anlamda biyografilerimizin kesiştiğini de düşünmüştüm. Sonsuza dek kaybolduğunu düşündüğüm çocukluğumun, gençliğimin sevgi dolu, benim için o çok özgün havasını yeniden tadabileceğim hiç aklımdan geçmemişti, ta ki sizi tanıyana kadar... Hiç ummadığım bir anda Tel Aviv’de, çocukluğumun Ankara’sının sıcaklığını, güvenceli ortamını buldum. Sizi çok özleyeceğim Erol Bey. Tesellim, sayenizde edinmiş olduğum dostlarım kızınız Eleonore, baldınız Bella, hayat arkadaşınız Christine. Banu BREDDERMANN **** Erol Bey, yazınız gelmedi… Son bir yıldır gazetemizdeki “İsrail Mektubu” başlıklı köşesine yazamıyordu Erol Bey. Kendini iyi hissetmiyordu, gözleri iyi görmüyordu. Her hafta bir günce tadında kaleme aldığı Ortadoğu ile ilgili yorumlarını yıllarca Şalom’a gönderdi. 95 yaşındaki bu beyefendi bilgisayara geçemedi; yazılarını genellikle daktiloda, daktilonun bandı aşındığında da el yazısı ile yolladı. Ben Erol Güney’i İsrail’de gerçekleşen Uluslararası Yahudi Medya Konferansı’na ilk katıldığım zaman tanıdım. Tilda Levi ile birlikteydik. Tel Aviv sahil şeridindeki bir otelde buluştuğumuz Erol Bey’in bize o gün anlattıklarını kayıt altına almadığımıza yanıp tutuştuğumuzu anımsıyorum. Odesa’da başlayan Türkiye’de devam eden dolu dolu bir yaşam, Türkiye’ye klasiklerin tercümesini kazandıran Tercüme Bürosu’nda edebiyatımızın ileri gelenleri ile dostluğu, Mavi Yolculuğun öncüleri arasında yer alması, casuslukla suçlanıp vatandaşlıktan ıskatı, sınır dışı edilmesi, uzun yıllar ülkeye gelememesi, İsrail’deki gazetecilik yaşamı. Nitelik açısından çok zengin bir geçmiş… Neyse ki iki girişken kişi onun anılarını dinlediler, kaleme aldılar ve ölümsüzleştirdiler. 2005 yılında “Erol Güney’in Ke(n)disi” yayınlandı. Kitabın kapağında, “Göçmen- Çevirmen-Gazeteci-Sevgili” sözcükleri ile tanımlandı. 90 küsur yaşındaki boylu/ poslu Erol Bey, hala yakışıklıydı ve gerçekten de “Sevgiliydi”. Hayat arkadaşıyla mutluydu. Gazetenin yayına hazırlandığı her salı günü öğleden sonra Erol Güney’in faksla gelecek yazısını beklerdik. Hiç aksatmazdı. Yaşadığı İsrail’de yazısını salı öğlene dek günceller, saat 16.00’da fakslamak üzere öğlen saatlerinde kapanan postanenin önünde olurdu. Daha sonraları faksı olan bir apartman komşusu buldu, 40 derece sıcakta veya sağanak yağmurda sokaklara çıkmaktan kurtuldu. Faks gecikirse merak eder telefon açardık; “Erol Bey, yazınız gelmedi” derdik. Veya “Yazının üçüncü paragrafı silik okuyamıyoruz” deyince Erol Bey, son dakika gelişmelerini (Ortadoğu’da her şey hızlı gelişir) telefonda eklerdi. Yıllarca her hafta konuştuk Erol Bey ile. Onlarca yıl uzak kaldıktan sonra, neredeyse her yıl Türkiye’ye gelir olmuştu. Son gelişinde onu uğurlarken “gene bekleriz” deyince, “gelebileceğimi sanmıyorum” yanıtını verdi. Ve öyle yaptı, gelemedi. Dün fakslı komşu gazeteyi aradı, kötü haberi verdi. Bugün salı… Gazete baskıya hazırlanıyor. “Erol Bey, yazınız niye gelmedi?” Nelly BAROKAS