Türkiye, uzun ve sancılı bir süreçten geçtikten sonra nihayet 3G ile buluştu. Son üç aydır tüm televizyonlardaki reklam kuşaklarını dolduran 3G gerçekten hayatımızı değiştirecek mi?
Türkiye, 29 Temmuz 2009 itibarı ile 3G’li hayata başladı. İşim nedeniyle, Türkiye’deki tüm GSM operatörlerinin iş ortaklarına yaptığı lansman toplantılarına katıldım ve yayınladıkları basın bültenlerini inceleme fırsatı buldum. Geçen iki aylık süre zarfında, basından takip ettiğim, çevremde görüp duyduğum ve birinci elden tecrübe ettiğim, bilimsel verilere veya testlere dayanmayan görüşlerimi bu yazımda bulabilirsiniz.
Her operatör yeni lansman süresince kendilerine sağlanan lisansların ve geçmiş tecrübelerinin farklı özelliklerinden konuya yaklaşarak bir avantaj sağlamaya çalıştılar. Turkcell konuyu ele alırken, kendilerinin aldığı lisansı dört şeritli bir otobana benzetti, Vodafone ise dünyada en çok 3G şebekesi işleten operatör olduğu için tecrübeli olduğunu ve çok yenilikçi servisleri Türkiye’de de hayata geçireceğini duyurdu. Avea ise sunumlarında kendi şebekelerinin network kurulum mantığının 3G şebekesine daha yakın olduğunu ve bu yüzden devreye almada çok daha çevik olacaklarına vurgu yaptı. (3G şebekesi, 2100 Mhz frekansında çalışıyor. Mevcut GSM operatörlerinden Turkcell ve Vodafone 900 Mhz, Avea ise 1800 Mhz frekansında faaliyet gösteriyorlar. Daha yüksek frekanslara çıkıldıkça, kullanılması gereken baz istasyonu adedinin arttırılarak yerleşimlerinin daha sık aralıklarla yapılması gerekiyor.)
Açıkçası, üç operatörün de savundukları tezlerin ve sundukları savların doğru olduğunu düşünmüyorum.
Zira, lisans tahsisindeki frekans değerinin hıza direkt bir etkisi bulunmuyor, sadece kapalı alanlardaki çekim gücünü etkiliyor ve şebeke planlamasında bir takım farkların göz önüne alınmasını gerektiriyor. Dünyada mobil iletişim alanında faaliyet gösteren bir dünya devinin, sel felaketi sonrasında İstanbul’daki 4 milyona yakın abonesine servis veremez hale gelmesi de yurtdışı tecrübelerin Türkiye’ye aktarılmasının her zaman mümkün olamayacağının en önemli göstergesi olduğunu düşünüyorum. Şebeke kurulumları konusunda Türkiye’de çok eğitimli ve bilgili ağ mühendisleri bulunuyor, bu nedenle bu tip bir tecrübeyi edinmenin veya adapte etmenin, günümüz şartlarında mevcutta 3-4 yıldır bu işi yapan başka bir oyuncuya fazla bir avantaj sağlamadığı düşüncesindeyim.
Kendi çevremdeki cep telefonu kullanıcılarının büyük bir kısmı akıllı telefon tabir edilen modelleri kullanıyorlar. Bu akıllı telefonlar arasında, özellikle iş dünyasında oldukça fazla tercih edilen Blackberry cihazlarının halen büyük kısmı 3G şebekesini desteklemiyor. Ayrıca, özellikle e-posta alışverişi için oldukça gelişmiş bir sıkıştırma algoritması kullanan Blackberry cihazları için 3G’nin çok fazla bir getirisini henüz göremedim. Yurt dışında piyasaya çıkan yeni modellerin gelmesi ile bu durum değişebilir.
Diğer bir akıllı telefon olan iPhone ise sanırım sadece 3G ile değil, her türlü İnternet ile ilgili uygulamada en iyi tecrübeyi yaşatacak cihaz. Ancak 3G şebekesi aktif duruma getirildiğinde şarj problemleri yaşandığına şahit oldum.
Ayrıca, 3G’nin devreye girdiği ilk günlerde, şebekelerde oluşan yoğunluğun, normal ses görüşmelerine de yansıdığına ve 3G-2G şebekeleri arasında geçiş problemleri yaşandığından bir takım kısa süreli telefon arızalarına sebep olduğuna bizzat şahit oldum.
GSM operatörleri, lisans anlaşmaları gereği önümüzdeki iki yıllık süreçte tüm şebekelerinin en az %25’lik kısmını 3G destekler hale getirmek zorunda. Bu rakama ulaşılacağı konusunda şüphem yok fakat aşılması ilgili servislerden sağlanacak ilave gelirlerle mümkün olacaktır. Şu an için tüm operatörlerin reklamlarında en çok vurgu yaptıkları konu olan görüntülü konuşma, çok çabuk sönen bir trend olmuş Avrupa’da. Türkiye’de hiç sönmeyip çok tutulsa da operatörlere bir yararı yok çünkü konuşma ücretleri sesli görüşme ile aynı. Görüşme süresini uzatmadığı sürece gelirler anlamında pozitif katkı yapması zor olacaktır.
Diğer genişbant uygulamalarına gelince, 3G’nin önündeki en büyük engelin git gide yaygınlaşan kablosuz erişim (Wi-Fi) olduğunu düşünüyorum. Zira, şahsen çok beğendiğim Turkcell 3G reklamlarında, (Hidayet Türkoğlu ve Nasuh Mahruki’nin oynadığı reklamlar) reklamın çekildiği Şişhane bölgesinden yaklaşık 300 metre ileride bile, tüm İstiklal Caddesi ‘Kablosuz Beyoğlu’ projesi kapsamında ücretsiz İnternet bağlantısına sahip. Bu tip uygulamaların daha da artacağı düşünülürse mobil data harcamalarından kablosuz Wi-Fi’ın önemli bir pay alacağını öngörüyorum.
3G’nin hayatımıza girmesi ile iki büyük operatörün yaptığı Netbook ve dizüstü bilgisayar hediye çeki kampanyalarının ise Türkiye’deki bilgisayar okuryazarlığına çok büyük katkısı olacağını düşünüyorum. Rekabet olunca kazanan sonunda hep tüketici oluyor, bakın yıllardır ADSL bağlantıları satan operatörlere, bir modemden başka katkı sağlamaya gerek bile duymadılar. O modemleri de ancak uzun süreli (24 ay gibi) kontratlar karşılığında sundular tüketicilere...
3G konusundaki en güzel tecrübemi ise MobilTV konusunda yaşadım. Sel felaketinin olduğu günlerde oturduğum bölgedeki tüm TV, uydu, Digiturk vb. altyapıların görüntü aktaramaz duruma geldiği bir ortamda, aynı Turkcell reklamında olduğu gibi Bosna Hersek – Türkiye futbol maçını üç kişi bir cep telefonundan seyrettik. Görüntü gayet akıcı ve anlaşılır idi. Keşke orada da medya çekişmeleri yüzünden ülkenin en önemli kanallarının bulunmaması konusu aşılsaydı da dört dörtlük bir tecrübe yaşasaydık...