Bugünlerde yolunuz Sultanahmet’e düşerse, St. Sophia Oteli’nin duvarlarına güzellik katan, sanatçı Salvator Barki’nin fotoğraf sergisi görülmeye değer. Bizden söylemesi!
Salvator Barki fotoğrafçı kimliğini kırklı yaşlarının sonlarında kazanmış. Daha önceki kimliğinizden biraz bahseder misiniz?
53 yaşındayım. High School Lisesi mezunuyum. Üniversiteye gelince, İngiltere’de ‘Tekstil ve Ekonomi’ okudum. 21 yaşında Türkiye’de evlendim. Ülkemizde durumlar biraz karışınca, bir dönem İtalya’da bir dönem İsrail’de yaşayıp tekrar Türkiye’ye döndük. 27 yaşında baba oldum. Bir ara Çalık Holding için ayda üç hafta Amerika’da, bir hafta Malatya’da çalıştım. Bir dönem Özbekistan’da da yaşadım. İki kızım var. Nathalie ve Olivia. Büyük kızım Nathalie de profesyonel fotoğrafçıdır. Fethi İzan’la birlikte çalışıyor. Gerçekten çok başarılı. Olivia ise Amerika’da Moda Tasarımı okudu ve Türkiye’ye yeni döndü. İki güzel kızımla çok gururluyum.
Fotoğraf makinesini ilk kez ne zaman elinize aldınız?
Bar-Mitzva çocuğu olduğum zaman, büyükbabam bana Pentax marka profesyonel bir makine hediye etmişti. İşte o makineyle, bugünkü mesleğimin ilk deneyimlerini yaşadım. Lisedeyken bir fotoğraf kulübü kurdum ancak pek rağbet görmeyince, okuldaki agrandizörü (fotoğraf baskı makinesi) izin alarak evime getirdim. Onu kullanmayı babamdan öğrendim. Küçük tuvaletimizi karanlık odaya çevirmiştim. Annemin bu durumla ilgili isyanlarını hiç unutmam. Evden, okuldan veya tenis maçlarından sürekli kareler çekiyordum. İngiltere’ye okumaya gittiğimde fotoğraf çekmeye ara verdim. Daha sonra dijital fotoğraf makinesi çıktı, farklı ortamlarda ve en çok da seyahatlerde amatör fotoğraflar çekmeye başladım. Belgrad Ormanı’nda sık sık fotoğraf çektim. Çektiğim fotoğrafları, rahmetli babamın ortağı olan İzzet Keribar’a gösteriyordum. Beni bir fotoğrafçılık kursuna gitmeye ikna eden de oydu. İFSAK’ ta fotoğrafçılık eğitimi aldım. Yurtiçi ve yurtdışı tüm seyahatlerine İzzet Keribar’la birlikte gidiyoruz. Onun yeni kimliğime katkısı çok büyüktür. Tekstil işini kısmen bıraktım ve profesyonel fotoğrafçılığa başladım. İlk işimi 2006’da bir arkadaşımın aracılığıyla aldım. Bir nakliye şirketi için tanıtım broşürlerinde kullanılmak üzere kamyonlarının fotoğraflarını çektim. Daha sonra da Sultanahmet’te birçok otelin fotoğraf çekimlerini yaptım. Ayrıca, Kültür Bakanlığı ve Türk Hava Yolları da müşterilerim oldu. Yaptığım her iş bana ayrı bir heyecan veriyor ve yaşama farklı bir açıdan bakmama sebep oluyor.
Makineyi elinize alıp, denklaşöre basmaya iten sebep genelde nedir?
Elimde fotoğraf makinesi olmadan gezmem. Dikkatimi çeken bir manzara, doğaya ait farklı bir duruş, doğru yerde doğru bir ışık gibi güzel bir kompozisyon yakalarsam, denklaşöre basmak için hiç tereddüt etmem.
Bir fotoğraf ne zaman sanat olur?
Sanatsal bir fotoğraf karesi elde etmek o kadar da basit değildir. Eğitim gerektirir. Fotoğrafın kuralları vardır ve bunu herkes öğrenebilir. Eğitimden geçtikten sonra kilometre sayacı çalışmaya başlar. Bilgiyle ve tecrübeyle her kare sanata daha da yaklaşır. Işık, derinlik ve tabii ki, teknik ayarları bilmek çok önemlidir. Bütün bunlar bir arada olduğunda fotoğraf sanatsal olabilir.
Yaşama merceğin gözünden nasıl bakıyorsunuz?
Merceğin gözünden doğayı, güzel olanı ayıklıyorum kendim için. Çirkini, hüznü çekmeyi sevmiyorum. Ağlayan bir çocuk, muhteşem bir kompozisyon oluşturduğunda bile çekemem. Bir insanın ızdırabını kullanıp sanata çevirmeyi seçmiyorum. Anlayacağınız gibi, benden haber fotoğrafçısı olmaz. Yaşamın içinde tabii hüzün de var, işte ben o hüznü ışığın eksik kaldığı yerlerde, gri bulutlarda veya kötü hava şartlarında yakalarım.
Fotoğraf çekmek sizin için ne anlama geliyor?
Her şey! Yaşamak için, uyanmak için, güne başlamak için güzel bir sebep!
Canon’un en gelişmiş makinelerinden biridir. Ben nereye, o da oraya gider. Benim için çok değerlidir.
Belgesel fotoğraf mı, tasarlanmış fotoğraf mı desem?
Kendi tarzım tasarlanmış fotoğraftır. Önce yeri belirlerim, sonra tripodumu kurarım, doğru saati ve doğru ışığı beklerim. Böylece mükemmeliyetçi yapımı tatmin eden en doğru kareyi yakalama şansını elde ederim. Belgesel fotoğraf ise benden biraz uzak bir konsept. Önceliği sadece yaşanan o ana odaklıdır. Önemli olan da denklaşöre basıp anı yakalamaktır. Aslında duruma bağlı olarak, her ikisi de çekim anında farklı heyecanlar barındırır ve önemlidir bence.
Geçenlerde ilk fotoğraf serginizi açtınız. Bize serginizi anlatır mısınız?
Tabii. Bu serginin fotoğraflarını beş senedir çektiğim birçok farklı konunun içinden seçtim. Sultanahmet’te Java Stüdyo adlı bir Cafe’de sergilendi. Ekim- Kasım-Aralık ayları bana verilmişti. 1 Ekim’de açılış yaptık. Amerikalı Cafe sahibinin müşterilerinin çoğu turist olduğu için İstanbul ve Türkiye kavramını seçtik. 48 adet fotoğrafım sergilendi. Açılışta, ilk akşam 10’dan fazla fotoğrafım satıldı. Ancak maalesef Cafe sahibi ile mal sahibi arasında bir anlaşmazlık olunca Cafe kapandı. Ben de eserlerimi sergilemek isteyen başka bir mekâna taşıdım. Artık onlar St Sophia Oteli’nde turistlerin kahvaltı ettiği güzel bir salondalar. İlgi duyanlar, 31 Aralık tarihine kadar oteli ziyaret ederek, fotoğrafları görebilir.
Salvator Barki genelde ne tarz fotoğraflar çeker?
Ben bir gezi fotoğrafçısıyım. Seyahatlerde çok fotoğraf çekerim. İstanbul’da gezerken dahi, bir turistin gözüyle çekiyorum ve her karede İstanbul’u daha çok seviyorum. Profesyonel anlamda, şimdilik bana gelen işlerin çoğu iç mekânlar ve özellikle oteller oluyor.
Bir kare için kaç kere deklanşöre basarsınız?
Önce kareyi en ince ayrıntısına kadar belirler, ondan sonra da bir veya maksimum iki defa deklanşöre basarım.
Bize beğendiğiniz birkaç fotoğrafçı adı söyler misiniz?
İzzet Keribar benim için bir numaradır. Başarılı ve tutkulu bir fotoğrafçı olmasının yanı sıra insan olarak çok saygı duyduğum ve değer verdiğim bir ağabeydir. 20 yaş büyük olmasına rağmen, eşe dosta beni arkadaşım Salvator olarak tanıtması apayrı bir keyiftir. Ayrıca İbrahim Zaman’ın da fotoğraflarını çok beğeniyorum. Renkli ve ışığı çok iyi yakalayan bir gezi fotoğrafçısıdır kendisi.
Fotoğraf çekmek insana tek kelimeyle farkındalık katar. Bunu biraz açmak gerekirse, yaşama o güne dek yaptığınızdan çok farklı bir şekilde bakmanıza sebep olur. Eskiden etrafımı daha karanlık görürdüm; oysa kareleri yakalamaya çalışırken birden etrafım aydınlandı. Bir yere baktığınızda fotoğrafı görebiliyorsanız bu size büyük bir haz ve sevinç veriyor. Herkes bakar ancak fotoğrafçıysanız olan’ı daha çabuk ve iyi görürsünüz. Geçenlerde, uzun yılardan beri görmediğim çocukluk arkadaşımla karşılaştık. O da heykel yapmaya başlamış. Aynı şeyleri hissettiğinden, benzer bir farkındalıktan bahsediyordu. Ona göre, sanatla meşgul olan insan her gün kişisel gelişimine bir fark katıyordu. Ben de buna kesinlikle katılıyorum.
Henüz çekemediğiniz ama çekmek istediğiniz bir yer var mı?
Kesinlikle var. Aslında birçok hayalim var tabii ama öncelikli olarak Özbekistan’da fotoğraf çekmeyi çok istiyorum. Buhara, Khiva… Bunlar insanın seyre doyamadığı ve içinde çok güzel hisler uyandıran mistik yerler.
Fotoğraf makineniz şiir olsa, adını ne koyardınız?
Fazla düşünmeme gerek yok. AŞKIM koyardım adını.