/Erol Güney’in Kedisi

Dünya
28 Ekim 2009 Çarşamba

Sevgili,

“Çıkar mısın bahar günü sokağa / İşte böyle olursun / Böyle yattığın yerde / Düşünür düşünür / Durursun”

Orhan Veli, yakın dostu, Tercüme Bürosu’ndan arkadaşı Erol Güney’in, gebe kalan kedisi Edibe için yazmıştır yukarıdaki “Erol Güney’in Kedisi” şiirini.

Onlar, Melih Cevdet, Orhan Veli, Oktay Rifat, Sabahattin Eyüboğlu, Erol Güney ve diğerleri... Onlar sözcük şövalyeleri, 20. yüzyıl Türk Rönesansı’nın beyleri...

Evet ya Türk Rönesansı!.. Geriye yapıtları kalmamış olsa kimse, bugünkü halimize bakarak, yirminci yüzyılın ilkyarısında bir Türk Rönesansı yaşadığımıza inanmaz...

Yüzyılın başında (1914) Odesa’da doğmuş olan Michel Rottenberg’in, çocukken ailesiyle göçtüğü Türkiye’de Erol Güney olup Anadolu halkına çeviri yoluyla değerli eserler kazandıracağını, dönemin efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ile dostluk kuracağını kim düşünebilirdi?

Erol Güney de kendisini Gaziantep’te felsefe öğretmenliği için sakıncalı bulan ama sonra ülkenin önde gelen aydınlarından biri haline gelmesinin önünü tıkamayan Türkiye’yi bir gün terk edeceğini, uzun verimli ömrünü 2009 Ekimi’nde İsrail’de tamamlayacağını hiç düşünebilir miydi dersin?

Şu insan yaşamı, kimi zaman kaç metamorfozu sığdırabiliyor içine...

Tanımak onurunu duyduğum Erol Güney’i gördüğüm zaman utanç kaplamazdı içimi, çünkü bilirdim ki, ne olursa olsun, burası ikimizin de yurduydu; keyfiyle, onuruyla, utancıyla, her şeyine ortaktık onun.

Onun için, ayrıldığından beri Türkiye, “orada bir toprak var uzakta, gitmesek de kalmasak da, o toprak bizim vatanımızdır” idi...

***

Erol Güney’in başından geçenler, bana politikalarını onaylamadığım İsrail’e başka bir gözle bakmayı öğretmiştir.

Türk Rönesansı’nın bu topraklar üzerinde yeşermeye başladığı yıllarda bile, Musevi kökeni dolayısıyla ona Gaziantep Lisesi’nin felsefe hocalığının yolunu tıkamanın utancını, haydi, Erol’un Tercüme Bürosu’nun kapısının açılmasıyla ülkenin önde gelen aydınları arasında yerini bulması gideriyor diyelim.

Ama topraktan suyun çekilmeye başladığı Menderes’li DP iktidarı yıllarında gazetecilik yaptığı sırada (Tercüme Bürosu artık kapatılmıştır) Sovyetler’in Boğazlar ve Kars Ardahan üzerindeki taleplerinden vazgeçtiği yolundaki Belçika Büyükelçiliği kaynaklı, iktidarın çok tedirgin olduğu haberi yüzünden Erol Güney’in başına gelenlerin utancını, sanatçı, aydın Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in kibar, zarif ilgisinin unutturabileceğini de pek sanmıyorum doğrusu.

AFP’nin muhabiri Erol Güney’in aldığı haber iktidarın hoşuna gitmemiştir. 1950’li yıllar Türkiyesi’nde gazetecilik etmek netameli bir iştir. Bunu da anlamak mümkündür.

Ama Erol Güney’in başına gelenlerin açıklamasının mümkünü yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Erol Güney, bir resepsiyondan smokiniyle alınır, yabancı uyrukluların toplandığı yere sürülür, sonra da sınır dışı edilir.

Bir ülke yurttaşını hapseder ama sınır dışı eder mi? Ederse bu neyle açıklanabilir?

***

O zaman mı anlar Erol Güney, ne olursa olsun, bir Yahudi’ye yeryüzünün neresinde olursa olsun, İsrail’den başka vatan olamayacağını?

Erol Güney’i, yaşam sevincini, enerjisini, öfkeyle kucak kucağa duran her an fışkıran neşesini, kısacası tükenmez gençliğini kıskandığım Rasin vasıtasıyla tanıdığımda, bir bürokratik saçmalık yüzünden Türkiye’ye giriş sorunu yaşıyordu.

Bu sorunun çözümüne katkıda bulunabilmem becerikliliğimden değil; hükümette Türk Rönesansı’nı, Orhan Veli’yi, “Erol Güney’in Kedisi”ni anlayacak bir Dışişleri Bakanı bulunduğunu, İsmail Cem’i tanımış olduğum için fark etmiş olmamdandır.

Türkiye’ye gelişlerinde görüşür olmuştuk. Hatta bir keresinde Borsa’da Suna Hanım, Melih Cevdet Bey, İrem Rasin, Mine ve ben unutulmaz bir öğlen yemeğinde buluşmuştuk.

Şimdi tıpkı Rasin gibi, ben de o sözcük şövalyelerini çok özlüyorum.

Dünyada iyi kötü, daha birçok şeyler yaşanacak ama bu aydınlanma senyörlerinin bozkırda yeşeren yaşamlarının benzerleri bir daha olmayacak.

 

ALİ SİRMEN

Cumhuriyet Gazetesi, 25 Ekim 2009