FİLMEKİMİ büyük ilgi gördü

Hedef büyüterek gösterim günlerini ona, salon sayısını ikiye çıkaran, sonbaharın mini film festivalinin hemen tüm seansları kapalı gişe oynadı. New York Yahudi mizahının rakipsiz temsilcisi Woody Allen’in “Kim Kiminle Nerede”si en komik film, 4,5 saatlik sinema maratanu “Che” en iddialı proje idi

Viktor APALAÇİ
28 Ekim 2009 Çarşamba

Sekizinci yaşını kutlayan, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen, sonbaharın mini film festivali FİLMEKİMİ sunduğu 24 filmlik sinema şöleniyle sinemaseverlere doyumsuz güzellikler yaşattı.

Hemen tüm seanslarının biletlerinin günlerce evvel bittiği, hınca hınç salonlarda oynanan filmler, yeni sinema sezonunun habercisi olarak izlendi.

Bu yazımızda mizah ustası, yorulmak bilmez Woody Allen’in son filmini, yedi yıllık bir emeğin ürünü, 4,5 saatlik “Che”yi, göçmen sorununa değinen Costa Gavras ile Rachid Bouchareb’in filmlerinden bahsedeceğiz.

 

 WOODY ALLEN BİLDİĞİNİZ GİBİ

New York Yahudi mizahının sinemadaki rakipsiz temsilcisi Woody Allen, 74 yaşında üretkenliğini sürdürüyor. Avrupa’da yaptığı dört filmden sonra yuvası New York’a dönüş yaptığı “Kim Kiminle Nerede / Whatever Works” Filmekimi’nin en neşeli, en komik filmiydi.

Çağdaş sanayi toplumlarındaki orta sınıf bireyinin sahip olduğu tüm kompleksleri işlemekten yorulmayan Woody Allen’in sorunlu karakterlerine döndüğünü, müjdeleyen bu film (çoğu zaman olduğu gibi) sinematografisiyle değil, diyaloglarıyla öne çıkıyor.

Filmin kahramanı, bohem bir hayat peşinde kariyerini ve evliliğini mahveden bir fizik profesörü. Bazı Amerikan dizilerinin yaratıcısı, efsane isim Larry David’in canlandırdığı Boris’in ağzından Allen’i dinler gibi oluyoruz.

Yaşama hastalığından mustarip, takıntılı, saplantılı, kompleksli entellektüel Boris’in gündelik sıradan yaşam öyküsünü anlatmakla başlayan filmde, dünyanın patlayacağını düşünen, kendini dev aynasında görürken tüm insanlığa karşı hissettiği nefreti gizlemeyen tuhaf bir adamla tanışıyoruz.

Geçimini mahallenin gerizekalı çocuklarına satranç dersi vermekle sağlayan bu aksi, negatif enerji saçan adamın yolu, güneyli saf bir kızla kesişir. Bu karşılaşma sonsuz romantik olasılıklara yol açacaktır.

Boris genç kızla kendini evli bulur, tanıştığı yeni dünürleriyle eğlenceli durumlar yaşar, karısı genç bir sevgili, kendisi orta yaşlı yeni bir sevgili bulur. Woody Allen’e yakışan filmin müthiş finalinde herkes “mutludur”.

Bu NewYork güzellemesinde W. Allen, “New York insanı dönüştürür, esas kimliğine kavuşturur, kendisiyle barışmasını sağlar” temasını işler.

Sinemanın yorulmak bilmez filozofu, filmin kapanış sekansında iyimser mesajıyla, “kendinizi ömür törpüsü streslerden uzak tutunuz, hayatı ve insanları seviniz, mutluluğu yakalayacaksınız” diyerek seslenip veda eder.

Evlilik, deha, aldatma, cinsel uyanışlar hakkındaki bu uslanmaz komedide, Woody Allen tanıdık temalara dönüş yapıyor. Sanatçının son 10 yılda çektiği en iyi film olarak tanımlanan “Kim Kiminle Nerede” Filmekimi’nin en çok alkışlanan filmi oldu.

 

DÖRT BUÇUK SAATLİK SİNEMA MARATONU

Efsanevi Marksist devrimci Ernesto “Che” Guevara’nın yaşamını belgelere dayanarak, yedi yılı süren takıntılı bir araştırma sürdüren Steven Soderberg, karizmatik aktör Benicio Del Toro’nun desteği sonucu ortaya çıkan “Che” son derece özenli ve büyük bir proje. İki bölümden oluşan film, Cannes’da görücüye çıkmıştı.

Cannes’da 10 dakikalık bir ara ile gösterilen 4,5 saatlik maratonu izleyen smokinli ve gece tualetli davetliler (büfesi bulunmayan ve yemek yenmesi yasak olan) bir salonda izlemişlerdi. Antrakta dağıtılan çikolataları şık hanım ve beylerin birbirlerini iterek kapmaya çalışmalarını izlemek benim çok için çok eğlendirici olmuştu.

Filmekimi’nde iki seansta gösterilen film, “Che 1-Arjantin” ve “Che 2-Gerilla” başlıklarını taşıyor. Umudu simgeleyen 1. bölüm, devrim öncesi Küba’sını, yılgınlığını simgeleyen 2. bölüm isyana sırt çeviren Bolivya’yı anlatıyor.

1956’dan başlayarak ilk bölüm Che’nin Küba Devrimi’nde yükselişini, devrimin başarıya ulaşmasını, arkadaşı Fransız gazeteci Jules Regis Debray’i, hayat arkadaşı Aleida March’ı, biricik aşkı Cedia Sanchey Mandula’yı anlatıyor. İnce bir işçilik ile yoğun bir emeğin ürünü olan bu bölüm son derece doyurucu.

Aynı şeyleri 2. bölüm için söyleyemeyeceğiz. Küba Devrimi ile şöhret ve güce kavuşan Che’nin Bolivya’ya bağımsızlık kazandırma projesi hüsranla neticeleniyor.

Bolivya köylüsü Che’ye Kübalılar gibi davranmıyor, dışlıyor, ihbar edip yakalanmasını ve öldürülmesine sebebiyet veriyor. Günümüzde bir idealizm, kahramanlık, fedakarlık ve kararlılık simgesi olan Che’nin Bolivya’da içine düştüğü durumu izlemek insanın içini acıtıyor.

Aktifinde “Seks Yalanları”, “Erin Brockovich” gibi başyapıtlar olan Steven Soderberg, “Che”yi iki farklı tempo, iki farklı zamansal akış benimseyen iki bölümde anlatıyor. Ama ne yazık ki ancak ilk bölümde başarıyı yakalıyor, ikincisinde soluğu kesiliyor.

“Trafik”in Oscar ödüllü aktörü Benicio Del Toro, “Che”de Cannes ve Goya’da kazandığı En İyi Aktör ödülleriyle günümüzün en karizmatik oyuncularından biri olduğunu kanıtlıyor.

Siyah beyaz çekilen ve filme belgesel tad katan, Che’nin Birleşmiş Milletler toplantısı için 1964’te New York’a gidişini gösteren muhteşem sekansta Del Toro’nun oyunculuğu birinci sınıf.

 

 İKİ FİLMLE GÖÇMEN SORUNU

Göçmen sorununa değinen iki film festivale damgasını vurdu. Bunlar Yunan asıllı Costa Gavras’ın “Cennet Batıda / Eden A l’Quest” ve Cezayir asıllı Fransız yönetmen Rachid Bouchareb’in “Londra Nehri / London River” adlı filmleriydi.

Siyasal filmlerinin eşsiz ustası, toplumsal sorunların azimli takipçisi Costa Gavras, ilerleyen yaşına rağmen formunu muhafaza ettiğini, hayatta kalabilmek için Batı’ya iltica etmeyi hedefleyen göçmenlerin öyküsünü “Cennet Batıda” filminde anlatıyor.

Dram, şiir ve mizah dolu bu yol hikayesinde, takalar ve gemilerle batıya ulaşmaya çalışan bir gencin, Sahil Güvenlik botlarından kaçarken, yüzerek çıktığı sahilde lüks bir tatil köyünün çıplaklar kampındaki macerasıyla başlıyor. Egoist bir tüketim toplumunu, yardımlaşmaya sırt çeviren insanları teşhir eden Gavras, filmini umutsuzluğunu simgeleyen bir finale noktalıyor.

Geçen yıl Berlin Film Festivali’nde kendinden bahsettiren oyuncusu Sotigui Kouyate’ye En İyi Aktör ödülünü kazandıran “Londra Nehri”, sevgi, umut, savunmasızlık temalarının hakkını veren bir film. Afrika’daki yuvasından kopup Londra’da hayata tutunma savaşını veren Müslüman bir gençle, İngiliz Channel Adaları’ndan gelen bir genç kızın ortadan kaybolmalarından sonra, ailelerinin arayış öyküsünü izledik.

İkisi de sıradan yaşamlar sürdüren, Fransa’da yaşayan Osman kayıp oğlunu, dul Elizabeth ise kayıp kızını aramaktadır. Yollar kesişen bu iki acılı insan garip bir çift oluştururlar. 7 Temmuz 2005’te Londra’da bombaların patladığı gün ortadan kaybolan çocuklarını arayan, dini inançları farklı iki insanın birbirlerine verdikleri destek, insanın yüreğine hitap eden bir sinema diliyle anlatılıyor.

Üç yıl once “İsimsiz Kahramanlar’ ile ulaştığı şöhretin haklılığını gösteren bu filmle Rachid Bouchareb yine hayranlığımızı kazanıyor.