15 Kasım'ı yaşayanlar anlattı

Ester YANNİER Toplum
11 Kasım 2009 Çarşamba

Hahambaşı Rav Haleva: Bilindiği gibi o gün Beth İsrael Sinagogu’nun mutlu bir günüydü.. Yahidlerimizden birisi Midraşı yenilemişti. Tam anlamıyla bir Keila haline gelmişti. Ben de misafir olarak oradaydım. İçeride 150 kişiyi aşan bir kalabalık vardı. Tefillamız, gayet güzel ve neşeli bir şekilde devam ediyordu. Aniden bir patlama sesi duyuldu, ardında ekşimiş bir gübre kokusu yayıldı etrafa. Pencerelerden muazzam bir rüzgar girdi içeriye. Bombanın etkisinden olduğunu zannediyorum.

 

Sinagogdaki konumunuz ne idi?

İşte o dakikaları hatırladığımda ağlamam geliyor… Tanrı’ya şükürlerimi sunuyorum. Tanrı herhalde “Haleva, senin bu cemaatte daha çok işin var” dedi. Dikkat ederseniz oturduğumda sol tarafıma doğru yaslanırım. Zira belimdeki ağrı ancak destek aldığımda daha az rahatsız eder ve bu şekilde Tora’yı daha iyi takip edebilirim. Daima ağlayarak söylüyorum… Tam soluma yaslanmış şekilde oturmuştum ki, Peraşa kitabı elimden kayarak düştü. Almak üzere yere eğilmiştim ki, o saniye bomba patladı. Ve arkamdaki vitrayın camları birer kurşun gibi etrafa saçıldı. Verdiğimiz kayıplar ve yaralılar hepsi o cam parçalarının vücuda girmesinden kaynaklandı. Patlama sonrasında şoka girdim. Yukarıda bulunan ağır Menora parmaklarımın üzerine düştü. Hafif yaralandım… Ancak o durumda kimse bunu fark edemezdi, ben de hissetmedim… Tam o anda oğlum Yosi yanıma geldi -bunu unutamam- boğazında açık pembe bir damar dışarıdaydı… O anda kendime geldim ve oğlumu kurtarın diye seslendim. Kanlar suratından akıyordu…  Sami Herman’ı gördüm ve ona “oğlumu kurtar” diye seslendim. Allah ondan razı olsun, oğlumu hemen hastaneye yetiştirdi. Sonradan öğreniyorum ki Yosi de tüm müdahaleler sırasında ‘Leha Dodi’ gibi Şabat şarkıları söylemiş… Doktorlar bile duruma şaşırmışlar… Tanrı’nın insanoğluna verdiği bir güç, bir mucize… İnsan bu durumda şarkı söyler mi? Ondan güç almaya çalıştı herhalde…

Ehal Akodeş’in solunda ben,  sağ tarafında ise Rav Moşe Benveniste oturuyorduk…

Keila’nın içi artık darmadağınıktı, sıralar üst üste, insanlar sağa sola koşuşturuyorlar, birbirlerine yardım etmeye çalışıyordu. İnlemeler, ağlamalar, bağrış, çağrışlar.. Keila’nın sağ tarafı olduğu gibi talan olmuştu… Tanrı insana o durumda bir güç veriyor, ayakta kalanlar yaralılara yardım ediyordu. Allah’ın mucizesi kimse kaçayım, kurtulayım demedi… Hatırlıyorum -ya yaralı ya da ölüydü- birini arkadaşları kollarından bacaklarından tutmuşlar büyük sinagogun ana kapısından dışarı taşıyorlardı. Hepimiz kapıdan gelen ışığa doğru koşmaya başladık… Dışarıda da büyük bir kargaşa yaşanıyordu. Kimisi sanayi tüpü patladı, kimisi de doğalgaz patlaması diyordu.  Üstümdeki talledi aldılar, titriyordum bir bekçi bir pardösü verdi ve eve geri döndüm. Şuursuzca hareket ediyordum. Bugün de sadece saniyeleri hatırlıyorum…

Sokakta hayat devam ediyordu, kimse patlamanın neden kaynaklandığının bilincinde değildi. İnsanlar yukarı doğru geliyor, ben ise aşağıya doğru gidiyordum… Elimde bir ağrı hissettim ama önemsemedim aklım oğlumdaydı…

Eve vardığımda eşimin hiçbir şeyden haberi yoktu daha sadece “Yosi” diyebildim ve orada yığıldım kaldım… Ardından haberler gelmeye başladı…

İnsanların hayatlarında unutamayacakları anlar vardır… Bu iki an benim hayatımın unutmayacağım anları oldu… Kitabı almak üzere yere eğilmem ve oğlumun kanlar içinde – boğazında açık pembe damarı- görmem… Bu iki anı hafızamdan silmek istiyorum ama silemiyorum… O anda ne nefret ediyordum, ne de sevgi vardı…

Kendime geldiğimde olaylar tüm dünyaya aksetmiş, İstanbul’da yaşayanların bazılarının haberi yoktu, yurtdışında yaşayan yakınlarının telefonlarıyla haberleri oldu…

Ertesi gün olay gazetelere yansıdığında oğlumun o halini gösteren fotoğrafın yer aldığı gazeteyi, hahambaşılıktaki makamımda gördüm, heyecanla gazeteyi havaya fırlattım. O gazete şimdi bu kitaplığın arkasında… 

1986 Neve Şalom saldırısından  önce sırtında küfe olan birinin, insanların peşinden limon satmak üzere sinagoga girmeye çalıştığına tanık olmuştum. O dönemde cemaatimiz güvenlik tedbirlerine gerek duymuyordu. 1986’dan sonra durum değişti.  Gerekli önlemler alınmasaydı, içerideki herkes bugün hayatta olmayabilirdi.

Bilindiği gibi Neve Şalom’da Bar-Mitzva törenivardı. Allah tüm bu önlemleri alan ve aldıranlardan razı olsun… Aksini düşünmek dahi istemiyorum.

***

Bu yılki anma duasında dindaşların az katılımı beni çok üzdü. Ana kapıdan girdiğimde arka bölümler tamamen boş olduğunu gördüm.

Cemaatimiz duyarsız denilebilir. Günlük olaylar insanları buna mı sevk ediyor. Bilemem. Ancak cemaatimiz için böylesi önemli bir gün için duyarsızlık kabul edilemez. Kaybettiğimiz ve yaralanan kardeşlerimiz hepimiz yerine kurban oldular. Onların anısına, rahmet dilediğimiz bir günde orada bulunmamız gerekmez mi?  Sinagogun dolu olması lazımdı.

Çok daha önceden haber verildiği için, kişiler işlerini ayarlayabilirdi. Bu bütün Yahudi âlemine meydan okuyan teröre bir bütün olduğumuzu göstermemiz gerekmez miydi? Cennetten bizi seyredecekler ve biz öldük ama bizi unutmadılar diyecekler.

 

Teröre yenildik diyebilir miyiz?

Saldırıdan hemen sonra insanlar sinagoglara gitmeye çekiniyorlardı. O zaman düşmanlar istediklerine ulaştılar. Bizleri sindirdiler. Başımızın daima eğik, endişeli ve gergin olmamızı istiyorlardı. Sinagoga gitmemekle ilk zamanlar bunu yaptıysak Allah bizi affetsin.. Amaçlarına ulaştılar. Olabilir bir şok yaşamıştık… Şimdi bunları aştık…

 

Unutmak da Allah’ın insanlara bahşettiği bir duygu…

Tanrı’nın insanoğluna bahşettiği en büyük hediyelerden biri unutmaktır. Bir yakınımızın kaybını hayatımız süresince aynı şiddette hissetseydik, buna kalplerimiz dayanamazdı. Teselli olarak unutmayı bahşetti. Ama unutmak demek, aklından tamamen çıkartmak demek değildir. Kalbinin bir köşesinde mahfuz tutmak, onu anmaktır.

Anma dualarına katılmak,  bütünleşmenin bir parçasıdır.

Toplumumuz duyarsızdır diyebilirim, genellikle. Ama bu duyarsızlığı arada sıra unutturacak, bütünleştirecek fırsatlar vardır. O fırsat, anma törenidir… Bu gibi önemli günlere kalabalık katılarak bir bütün olduğumuzu gelecek nesillere göstermemiz lazım. 

BERABER OLDUĞUMUZDA DAHA GÜÇLÜYÜZ…

 

RAV MOŞE BENVENİSTE

“Şabat günleri keila’da gençlerle tefila okurdum. O gün ben de yaralandım. Keila yenilenmiş ve çok ışık vardı. İlk önce elektrik kontağından olduğunu zannettim. Bir saldırının olabileceği aklıma bile gelmedi. O kötü kokuyu kablolar yanıyor şeklinde yorumladım. Bina dışına çıkmak için bombanın patladığı sokağın çıkışına yöneldim. Patlamanın şiddetinden fırlayan bir demir Avram Varol’a isabet etmişti.. Onu gördüm… Her taraf cam ve demirlerle doluydu… Birileri ikinci bir patlama olacak dedi, paniklemiştim… Birimi itti, takıldım mı tam olarak hatırlamıyorum, yere düştüm. Dizlerim zaten yaralıydı, daha da yaralandı. Sonra da hastanede tedavi oldum. Açılış olduğu için de cemaat ileri gelenlerinin hepsi oradaydı.”

 

RAV İZAK ALALUF

“Şişli Sinagogu’nun Haham Akaali olarak görev almamın ikinci haftasıydı. Ana sinagogdaydım.  Dua sırasında ciddi bir sarsıntı hissetim, deprem oluyor zannettim. Daha sonra içeriden bir takım sesler ve koku gelmeye başladı. Doğal gaz patlaması olduğunu zannettim. İnsanlar gelmeye başlayınca olayın ayırdına vardık. Şişli Sinagogu’nun  azara bölümünde yukarıda bir yuvarlar vitray vardır. O patlamanın şiddetiyle dışarıya doğru düştü. Görevli arkadaşlar geldi, önce bekleyin dediler, sonra bizi çıkarmaya karar verdiler. Kimse ne yapılması gerektiğini bilmiyordu.”