‘Dört günlük bebeği sokak köpekleri yedi’, ‘Sokak köpekleri çocuğu parçaladı’, ‘Sokak köpekleri ölümcül virüs taşıyor’, ‘Sokak köpekleri hastalık saçıyor’…
Başlıklar ilginç değil mi! Hani derler ya gazeteciler anlatılanların arasından kelimeleri cımbız gibi çeker diye. Doğru… Ama bunu nasıl yazmak istediğiniz de önemli. Eğer bir haber çok ilgi çeksin diye yazılıyorsa başlığı ona göre patlatırsın elbette. Ama hiçbir şekilde konuşamayan ve sıkıntılarını dile getiremeyen canlılar için yazı yazılacaksa biraz daha dikkat edilmesi gerekmez mi?
Bu haftaki yazımda birkaç haberin birleşimi dikkatimi çekti. Çok değil henüz geçmiş haftalarda yazılmış haberler ve habere ait suçlu gösterilen zavallı denecek sokak hayvanları hakkında.
Nasıl olur da bir insan, bir gazeteci sokak hayvanlarını etrafa vahşet saçıyorlar, ölümcül virüs taşıyorlar, “onlar hastalık bulaştırıyor, dört günlük bebeği yedi” diye haber yapıyorlar anlamıyorum. Pardon nasıl oluyor da bu tür haberleri bu şekilde okuyucuya madalyonun yanlış tarafından gösterebiliyorlar. Üstelik maalesef toplumumuzda o kadar hayvan sevgisi içinde barındırmayan ve hatta sokaktaki hayvanları canavar gözüyle bakıp onları hor gören insan topluluğunun çoğunlukta olmasını bile bile nasıl oluyor da bu tip haberler yayınlamaya razı olabiliyorlar. Onların dili yok diye mi, haklarını savunamayacaklar diye mi, gerçeği nasılsa anlatamayacaklar diye mi yoksa!
Ülkemizdeki en önemli sorun ne? Tabiî ki sokağa çıktığımız andan itibaren karşımıza çıkan sokak hayvanları. Onlardan korkan da var korkmayan da. Seven de var sevmeyen de. Onlara yardım eli uzatan da var canice işkence eden de. Onlarla iç içe mi yaşıyoruz evet elbette. Peki, bu kimin sorunu bizlerin mi? Hem evet hem hayır. Hayvan alıp bakamayan ve onu sokağa atan hatta otoyollara, bile bile ölüme terk edenlerin çoğunluğu pek de hafife alınır cinsten değil maalesef. Sokakta yaşadıkları için çoğunlukla açlar, kimsesiz oldukları için karşılarına çıkacak her türlü tehlike ile karşı karşıyalar. Kendi kendilerine mi kuduz oluyorlar; hayır! Kendi kendilerine mi iç ve dış parazit oluyorlar, hayır! Peki, bu parazitlerden kimler etkilenebilir; elbette öncelikle hayvanların kendileri. Öncelikle onları bu hastalık öldürür ve daha sonra da bizleri. Yani sokakta yürürken sadece hayvan sahipleri mi köpeklerinin dışkılarını toplamıyor sanıyorsunuz. Önünüze gelen o dışkı her hangi bir sokak köpeğinin de olamaz mı?
Peki buna bir önlem alınamaz mı? Elbette alınır. Sokak köpekleri öncelikle ve mutlaka aşılanabilinir. Ama belediyeler ne yapıyor? Toplu itlafı seçiyor.
Sokaktaki bu dışkılar elle temas edilmese bile toza karışarak solunum yoluyla bile hepimizin sağlığını tehdit ediyor. Ben olsam bu başlığı kullanırdım işte. “Belediyeler kendileri dâhil insan sağlığını hiçe sayıyorlar.” “Sokaklarda dolaşan başıboş köpekler, vatandaşları korkuturken, hastalık saçıyor.” denm
Tabi iç açıcı haberlerde okumuyor değilim… Adile Sultan Sarayı adına yakışır ama çok hayırlı bir işe ev sahipliği yaptı. Beykoz’daki Sokak hayvanlarına bakımevi yapılması amacı ile 2009-2010 sonbahar-kış “Haute La Vie” defilesi düzenlendi.
Araba kullanırken aniden durarak ölü bir hayvanı toprağa götürüp arkasından ağlamak ya da hızla araba çarpmış bir hayvanı koşa koşa veterinere yetiştirerek kollarımda can vermesini görmek yerine barınaktan sahiplenilmiş ve güvende olduklarını görmek en büyük isteğim olacak ileriki yıllarda her zaman olduğu gibi… Bu tip hayır işlerinin daha çok artması ve onlara sunulacak kaliteli yaşam standartlarının sınırlı kalmaması, köpek satın almak yerine daha çok yuva arayan sokak hayvanlarının sahiplendirilmesi de en büyük arzum elbette.