Fransa’daki ‘Türk Mevsimi’ kapsamındaki etkinlikler arasında yer alan “Kamondolar, Bir Aile, Bir Ev” başlıklı konferansı izlemek için gittiğim Paris’te unutulmaz dört gün geçirdim.
Grand Palais’de kuyruk oluşturan kalabalığı görünce, Türk olmakla gururlandım.
Grand Palais’nin önünden her geçtiğimde “Bizans’tan İstanbul’a: İki Kıtadaki Liman” sergisini izlemek için kuyrukta bekleyen kalabalığı görmek, sergiyi ziyaretinde her objenin önünde uzun uzun durup, görkemli serginin keyfini çıkaran sanatseverlerin arasında olmaktan mutluluk duydum.
Paris’te yaşayan Yahudilerin ‘Türk Mevsimi’ne iki görkemli etkinlikle katıldıklarını görmekten büyük keyif aldım.
Nazan Ölçer’in becerikli ve titiz seçkilerinden meydana gelen, dünyanın dört bir tarafındaki müzelerden toplanan, 300 kadar parçadan oluşan sergide, görkemli tabloları, el yazması kitapları, kaftan ve mücevherleri üç dinden titizlikle seçilmiş mezar taşlarını, panoramik bir ekranda sunulan, Türk insanını anlatan kaliteli belgesel filmi izledim.
Alt katı Bizans medeniyetini sergileyen eserlerden, üst katı Osmanlı dönemini yansıtan objelerden oluşan sergide, ben kendi hesabıma en çok Doha (Katar) İslam Müzesi’nde gelen, Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet portresine odaklandım.
Paris ve İstanbullu sanatseverleri bir araya getiren Pierre Assouline’in sunduğu “Kamondolar, Bir Aile, Bir Ev” başlıklı konferansında salon hıncahınç doluydu.
Fransa’daki ‘Türk Mevsimi’nin Fransız Genel Yönetmeni Stanislas Pierret, açılış konuşmasında, Paris’teki UNESCO Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu’na, sponsorlar arasında yer alan Leyla Alaton’a, Türkiye’den bu kadar kalabalık gelen dinleyici kitlesine teşekkür etti.
Türk dostu, Türk kültürü uzmanı Pierre Assouline, İspanya’dan kovulduktan sonra, önce İtalya’ya, sonra İstanbul’a yerleşen Kamondo ailesi üzerine (konunun uzmanı olmanın verdiği rahatlıkla), ilginç anekdotlar eşliğinde, nefis bir sunum yaptı.
Döneminin en büyük koleksiyoncuları olarak tanınan, Louvre Müzesi’ne sayısız sanat eseri armağan eden, Monceau Parkı’na bakan saray gibi evlerini müze haline getiren bu aileyi ve trajik sonunu, Assouline’den dinledik.
Türk-Fransız sosyal ve ticari ilişkilerini geliştirmek amacıyla tertiplenen 400 etkinlikten biri olan bu konferans “Nissim de Kamondo Müzesi”nin ziyaretiyle devam etti.
Duvarları Cezanne, Monet, Matisse, Delacroix, Chagall gibi ressamların tabloları ile süsleyen, antika eşyalarla dolu, saray yavrusu müze-evi gezdik.
Moiz de Kamondo’nun tek oğlu Nissim’in I. Dünya Savaşı’nda kullandığı uçağın düşmesiyle, Paris’i işgal eden Nazilerin, Moiz’in kızı, damadı ve çocuklarını yolladıkları Auschwitz toplama kampında öldürmeleriyle soyları tükenen ailenin yazgısını, rehberin ağzından dinlerken hüzünlendik.
Davetliler arasında bulunan Tilda-Erol Tezman, Milka-Mair Kasuto, Tilda-Rıfat Hasan, Leyla-Daniel Navaro, Roni Rodrig’den oluşan İstanbullular, verilen kokteylde, Parisli dostlarıyla hasret giderme fırsatını buldular.
En çok soruya muhatap olan kişiler, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü (Kamondo uzmanı) Nora Şeni ile sosyoloji öğretim görevlisi Riva Kastoryano idi.
Baronne Philippine de Rotschild’in ikramı Veuve Clicquot şampanyalarının afiyetle mideye indirdikten sonra, ertesi gün Marais semtindeki Yahudi Sanatı ve Tarihi Müzesi’ni ziyarete karar verdik.
Çok şükür orası (civardaki Pompidou Müzesi gibi) grevde veya (Picasso Müzesi gibi) tamirat çalışmaları yüzünden kapalı değildi. Keyifli gezimizi, Kamondo’larla ilişkili ek müze ziyaretimizle sürdürdük.
Başta Louvre olmak üzere, dünyanın dört bir tarafından gelen, hemen hemen hepsi Kamondo ailesi armağanı olan, değerli sanat eserlerini izledikten sonra, ertesi gün kürkçü dükkânına dönmek üzere yola koyulduk.