20. yüzyılın ilk yarısındaki İstanbul Aşkenazlarını merak eden hiç bir araştırmacı/yazar O’na uğramadan edemezdi – veya, o dönemde kentimizde yaşamış Almanların (ister sürgündeki bilim adamları, ister Naziler olsun) künyesini çıkarmak isteyenler; sevgili Sezer Duru’nun şu anda dilimize kazandırmak üzere olduğu “Türkiye, Yahudiler ve Holokost”un yazarı Corry Guttstadt veya Münih Yahudi Müzesi küratörü Jutta Fleckenstein, “İstanbul’da Alman Olmak” kitabının yazarı Anne Dietrich veya Türkiye Orient Enstitüsü Müdürü Richard Wittmann gibi... Aktaracağı o denli çok ilginç anıları vardı ki, o dönemlerin genç Elfi Karon’u olan Elfriede Alfandari’nin..!
Perşembe günü katıldığım cenazesinde bana “oğlunu mu tanıyorsun, kızını mı?” diye soranları, “en önce babasını bilirdim” diyerek şaşırttım. Gerçekten de, daha altmışlarına gelmemiş birinin, 84 yaşında hayata gözlerini yuman bir kişinin babasını tanımış olması, olağan dışı sayılabilir – ancak Isidor Karon, ilk Almanca ders kitaplarımı aldığım, Bar-Mitzva’mda armağan edilen romanların geldiği Tünel’deki kitapçıydı... 1880’lerde Almanya’nın bir kenti olan Strassburg’daki eğitiminin ardından Bulgaristan’a öğretmen olarak gönderiliyor ve orada yarı Rus, yarı Bulgar bir Yahudi kızına tutulup evleniyor, soluğu 1920 olmadan İstanbul’da buluyorlar. 1923’den sonra yabancı uyruklulara öğretmenlik yasaklandığında, sadece Almanca yayınların satıldığı kitapevini Cumhuriyetin ilk yıllarında açıyor, genç Isidor.
Elfi anlatmayı sürdürüyor – Alman Lisesi’ne yazdırılışını, ancak Nazi döneminde, diğer Yahudi çocuklar gibi artık orada barınamamasını, Notre Dame de Sion’a geçişini, ardından İstanbul Üniversitesi Fransız ve Roman Dilleri Bölümünde Prof.Auerbach ve Spitzer’lerin, Halide E.Adıvar ve Mina Urgan’ın öğrenciliğini, sevgili “Bici”miz Salamon Bicirano ile sınıf arkadaşlığını; bugünkü Doğan Apartmanı / o zamanın şık Boton Han’ındaki ilk gençliğini ve Schild ailesi ile yakın dostluklarını; çoğu Yahudi olan Alman profesörlerinin çocukları veya Vladimir Jabotinski’nin o yıllarda İstanbul’da görevli olan oğlu Eric ile arkadaşlıklarını; o dönem kentimizde cirit atan casusları ile Avrupa’daki “tümden yangın”(=holo-kost)’dan buralara kaçıp kurtulanları... Bambaşka bir kaynaktan babası hakkında öğrendiğim, o yılların Vatikan temsilcisi Kardinal Roncalli (daha sonraki Papa XXIII.Johannes) ile birlikte kentimizden “transit” geçenlere ne denli destek olduklarını ise sevgili Elfi yıllarca sonra benden duyduğunda ise, ağzı açık kalmıştı..!
Daha sonraki yıllarda Albert Alfandari ile evlenen “Elfi’lein”, mühendis olan eşi ile önce Ankara, ardından Balıkesir ve daha sonra Eskişehir’e taşınır ve genç çift, Anadolu yaşamının 1950’lerdeki zor koşullarına göğüs germek durumunda kalır. Yaşamının bu bölümünü, kendisiyle ayrıntılı bir sözlü tarih çalışması yapmış olan eşimin notlarından çok daha sonra öğrenecektim, beni en çok ilgilendiren, ailem ile de ilintili olan daha önceki dönemlerin yanı sıra...
Bu kısa yazıyı kaleme almamın nedeni, anneleri gibi Alman Lisesi’nde okumuş ve oradan tanıdığım oğlu ile kızına bu yoldan başsağlığı dilemek değildi elbet... Amacım, iki yönlüdür. İlki, Elfi Karon-Alfandari’nin aramızdan ayrılmasıyla, 20.Yüzyıl İstanbul Aşkenaz yaşamının bir tanığını daha yitirmiş olduğumuzu ve – bir yıl önce bizden giden annem ile – o dönemlerin izlerini taşımış Hirsch, Adler, Katz gibi aileler ile birlikte bu tarihin ne yazık ki gittikçe solduğunu ve buna hızlandırılmış sözlü tarih çalışmalarıyla bir set çekmeyi sürdürmemizin ne denli önemli olduğunu bir kez daha belirtmektir... İkincisi ise, sevgili Elfi’yi neredeyse iki yıldır yeniden ziyaret etmeyi düşünüp bunu gerçekleştirmemiş olmamın vicdan azabını, ileride benzer durumda olabilecek olanlarınızla paylaşmaktır...
Işıklar içinde yatsın...