The Theatre of dreams (Hayal Tiyatrosu)

Haftasonu Old Trafford’da oynanan Manchester Utd - Liverpool maçına gitme şansım oldu. Liverpool - Manchester Utd rekabeti Fenerbahçe - Galatasaray rekabetinin dengi. Derbi olmamak ile birlikte, İngiltere’nin en başarılı iki takımı arasındaki bu rekabet bütün derbilerin üstünde görülüyor.

Alp ALKAŞ Spor
1 Nisan 2010 Perşembe

Manchester Utd - Liverpool rekabeti aslında bir derbi değil. Gerçi bizim kullanımımızda her şeyi derbi yapmak mümkün. Karadeniz derbisi dermiş gibi Kuzey İngiltere derbisi deyip yine maçın önemini ‘derbi’ kelimesiyle vurgulayabiliriz. Sanılanın aksine, Liverpool seyircisi Everton’ı kendine rakip olarak görmediği için onlar için de bu rekabet daha önlemlidir. İki takımın da şu anda 18 lig şampiyonluğunun olması (Liverpool’un Avrupa’da iki fazla Kupa 1’i var) da son zamanlarda bu rekabete başka bir hava katıyor.

Maçta çok anlatılacak bir şey yok. Liverpool seyircisinin ‘Koca Şişko’ diye hitap ettiği Rooney’nin ne kadar büyük oyuncu olduğunu bir daha gördük. Bu maçların ‘x factor’u olan Park ve bence Manchester’ın sakat olmadığı zaman en önemli oyuncusu Carrick’in performansı skoru belirledi. Howard Webb kendisinden beklenilen bir performans sergileyince bu haftaki gazetelerde de tartışmaların odağındaki isim oldu. Liverpool ilk dört dakika haricinde futbol oynamaya hiç niyet etmeyince, maçın başında acaba geçen senenin tekrarı olur mu diye düşünün Kopite’lar hayal kırıklığı ile stadyumdan ayrıldı. Ayrıldı derken, bütün Manchester ahalisi saha çevresini terk edene kadar Liverpool seyircisinin de tribünde bekletildiğini belirtmek gerekir. Yaklaşık bir saat boyunca mağlubiyeti sindirmeye çalışırken, bu muamelenin Stamford Bridge’deki Chelsea deplasmanında yaşanmıyor olması ilk paragraftaki argümanımı destekliyor diye düşünüyorum.

Maçla ilgili benim en çok dikkatimi çeken konu ise Steven Gerrard’ın performansı oldu. Seyrettiğim en kötü performanslarından biriydi. (En kötüsü de iki hafta evvel oynanan Wigan deplasmanı idi.) Bir Scouser olarak en çok asılması gereken ve sezonun gidişini değiştirebileceği bir maçta bu kadar sönük ve isteksiz olması gerçekten büyük hayal kırıklığı idi. Liverpool sisteminde Torres’i takıma bağlayan unsurun kendisi olduğu düşünüldüğünde Liverpool’un can damarı kesilmiş gibiydi. Yanılıyor olabilirim ama Rooney gibi birkaç oyuncu dışında 2010 Dünya Kupası’na katılması muhtemel İngiliz futbolcuları, yaşanan sakatlıklardan sonra kendini biraz fazla koruyor ya da kendilerini maçlara tam olarak kendilerini ver(e)miyorlar gibi geliyor. Glen Johnson, Frank Lampard gibi yeteneklerinin yanında çalışkanlıkları ile de ön plana çıkan oyuncuların çoğunda son dönemlerde benzer bir form düşüklüğü var. Eğer durum bu değil ve gerçekten formsuzlar ise İngilizleri bu yaz da bir hayal kırıklığı bekliyor olabilir.

Liverpool kazanmış olsaydı bunların hiçbirinden bahsetmezdim sanırım ama Londra’dan kalkıp günübirlik Manchester deplasmanı benim yaptığımdan daha ciddi bir planlama gerektiriyor. Aksi takdirde benim gibi trenlerin doluluğu yüzünden sonraki trenlere geçebilir ve yine de yer bulamadığınız için yerlerde ve valiz kabinlerinde oturmak durumunda kalabilirsiniz. Mağlup olunca Fani Madida vücut yapısı ile gezmek durumunda kalmanız da cabası… Ne olursa olsun, heyecanı ve atmosferi ile müthiş bir tecrübe idi olduğunu da belirtmem gerekir.