40 yıldır süregelen yolculuğunda Leonard Cohen, günümüzün en önemli ve etkili şarkı sözü yazarları arasında yer alıyor. Cohen’in eserlerine, zaman geçtikçe daha derin bir anlam ve sır bir arada yükleniyor. Şiirlerinde, şarkılarında seks, ruhaniyet, din, güç temaları ile insan hayatını acımasızca sorgularken, bu sorulara verdiği kaçamak cevaplarla sinir bozucu olmayı da ihmal etmiyor.
İflah olmaz sanılan depresif-melankolik Leonard Cohen’in önündeki depresyon perdesi 65 yaşında birden bire kalkıyor! Cohen, hayatında ilk defa dünyaya baktı ve huzur buldu. 2001 yılında The Observer’a verdiği röportajda şöyle diyor: “...Bir sabah mutfağımın bir köşesinde otururken pencereden arabaların krom çamurluklarında parıldayan güneşi gördüm ve ‘ne güzel!’ dedim, ardından da ‘Eveeet herkes gibi hissetmek böyle bir şey işte’ diye düşündüm. Hayat yalnızca daha kolay olmakla kalmayıp daha da basitti bu şekilde...” Kendinden sürekli şüphelenen bu adam, kurtuluşu kendini yok saymakta bulmuştu. Bunu da 30 yıldan uzun bir süre takipçisi olduğu Kaliforniya’daki Baldy Dağı’ndaki Budist tapınağına beş yıl kapanarak başardı. Shunbhala Sun Dergisi ile 2007 yılında gerçekleştirdiği röportajda bakın süreci nasıl anlatıyor: “...Manastırda çok uzun süreli meditasyonlara davet edilirsiniz. Süre o kadar uzundur ki, kafanızda hayatınızın nasıl olabileceğine dair tüm senaryoları enine boyuna sınırsız olasılıkları düşünerek yazarsınız. Ancak bir an gelir ki, artık yazacak senaryo kalmaz ve herşey ölesiye sıkıcı olmaya başlar. Düşünme etkinliği durur, iç sesiniz susar ve kendinizi daha farklı ve çok önemli mahrem bir konunun karşısında bulursunuz: Sokrat’ın sözleriyle ‘Kendini Bilmek’ ”.
ÇOCUKLUK, GENÇLİK YILLARI
Leonard Cohen 1934 yılında, Montreal’de hali vakti yerinde, orta sınıf bir Yahudi aileye doğdu. Babası geride oldukça yüklü sayılabilecek bir miras bırakarak Cohen dokuz yaşındayken vefat ederken, sanatçı çocukluğunu, başkalarının travmalarla bezenmiş çocukluklarıyla karşılaştırdığında, “nezih” olarak tanımlıyor. Leonard Cohen 15 yaşındayken gitar çalmaya, Amerikan folk şarkıları toplamaya ve yazmaya başladı. 17’sinde McGill Üniversitesi’ne girerek İngilizcede ustalaştı ve ilk grubu olan “Bucksin Boys”u kurdu. Bu dönemi aktarırken bakın The Observer’a müzikle olan ilişkisinin başlangıcını nasıl anlatıyor: “Sanırım müziğin cazibesi, benim müzikten başka hiçbir şeyi bu kadar iyi yapamamadan kaynaklanıyor. Birden içimde bunun için Tanrı vergisi bir yeteneğimin olduğunu keşfetmenin yanı sıra, bu küçük şarkılar kendimi ve başta kızlar olmak üzere başkalarını etkilemenin yoluydu. Buradaki hormonal coşkunun da etkisi göz ardı edilemez.” Cohen 1956 yılında, Mc Gill’den mezun olduktan ve ilk şiir kitabını yayınladıktan sonra, New York’un kalbinin attığı Manhattan’da, Columbia Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Cohen’in hormonal coşkusundan New Yorklu genç kadınlar da hislerine düşen payı alır ve sanatçı, çok hızlı üç ilişki yaşar: bir okul arkadaşı, yaz okulunda çalışan bir bakıcı ve aynı kampın hemşiresi ile...
KADINLARA DAİR
Columbia’dan ayrılmasının ardından Cohen ilk inzivasını yaşamak üzere, kendini Ege’deki Hidra Adası’nda buldu. Burada Norveçli roman yazarı Axel Jensen’ın kız arkadaşı Marianne’i baştan çıkardıktan sonra, 1966 Ekimi’nde onu da koluna takıp kendini tekrar New York’a attı. 1967 yılında bir kadın, Judy Collins, ise düzenlediği bir Vietnam savaş karşıtı konserinde Cohen’i sahneye fırlattı ve dinleyicisiyle olan ve bitmeyen aşk hikâyesi bu şekilde başlamış oldu. 1968 yılında çıkardığı ilk albümüyle Marianne’a veda ederken, içinde yeni bir aşkın ateşi yanmaya başlamıştı: Suzanne. Suzanne’den oğlu Adam Cohen gene bu yıllarda dünyaya geldi. 1979 yılında Suzanne Elrod’dan ayrıldıktan sonra oyuncu Rebecca De Mornay ile birlikte oldu. Cohen halen, Anjani Tomas ile hem bir ilişki yaşıyor hem de birlikte çalışıyor. Kadınlarla olan ilişkisini şöyle anlatıyor Cohen: “Şiirlerimden birinde söylediğim gibi, Baldy Dağı Tapınağında yalnız geçirdiğim tüm geceler, gülmeme sebep oldu. Tapınakta öğrendiğiniz en önemli şeylerden biri şikâyet etmekten vazgeçmektir. Biraz acemi ocağı gibi, kabuğunu kalınlaştırmayı öğretiyor. Sanki ben dünyada kadınlar hakkında bu şekilde hisseden ilk ve tek adam çeşidiymişim gibi. Sanki karşı cinsle bu kadar derin bir bağı olan tek insanmışım gibi... Her şeyi kadınlardan öğrenirsiniz. Çok özel bir bölgeye girersiniz. Gerisi öğrenebildiğiniz kadar bilgelik ya da size miras kalan bir deliliktir. Fakat hiç kimse ve hiçbir şey size karşıt cinsle karşılaşmaya/buluşmaya hazır edemez. Bu konuda çok yazıldı, çizildi, dolayısıyla okuyabilirsiniz. Ancak genç bir insan olarak bu arzuyla karşı karşıya kalmak, bu tamamlanma, bütünleşme açlığını giderme arzusu, işte asıl eğitim bu”. Cohen’e eninde sonunda herkesin yalnız kalacağı hatırlatıldığında ise şöyle tamamlıyor sözlerini: “Tabii ki kadınlar erkeklere, erkekler kadınlara mutluluk veriyor ve birçok insan ruhani, romantik, erotik olabilecek artık hasretin hangi çeşidiyse, bununla ‘baş etmeyi’ beceriyor. Fakat sonuçta herkes böyle bir eylem içerisinde...” Cohen, ilerleyen hayatta bir ilişkinin olması ve nasıl olması gerektiğini şu cümlelerle anlatıyor: “İnanın bana istediğiniz zaman birlikte akşam yemeği yiyip, iki çift laf edebileceğiniz, zaman zaman birlikte uyuyacağınız, her gün telefonlaşıp ve/veya yazışacağınız birinin varlığı önemli. Tüm güzellikleri baltalayan şey ise kafandaki çeşitli kurgular. Basit olması gerek bu kurguların. Kendine hata yapma hakkı tanı. Birazcık umursamaz ol. Birkaç içki içip, biriyle kendini yatağa at. Hiçbir şeyin nihai olması gerekmiyor”
AŞKA VE ÖLÜME DAİR
The Guardian’ın geçen hafta gerçekleştirdiği röportajda Cohen aşkı, hayatın insana en büyük meydan okuması olarak tanımlıyor. “...Bilirsiniz ya hani aşksız yaşayamam duygusu vardır insanın içinde. Aşksız hayat çok anlamsızdır aslında. Dolayısıyla utanç ve başarısızlık olasılıklarının çok yüksek olduğu bu tehlikelerle dolu arenaya sürekli davetliyizdir. Kalbimiz sürekli açılıp kapandığı için öğrenilmesi gereken sabit bir ders yoktur aslında. Hep ya neşe ya da hüzün deneyimleriz. Ancak ne yazık ki, birçok insan kalbinin kepenklerini indirmiş durumda... Aşk hali içinde yenilgiyi, kabullenişi, eksaltasyonu deneyimlediğiniz çok gaddar ve acımasız bir eylem. Çok kolay bir yolculuk olduğunu düşündüğünüzde inanılmaz derecede hayal kırıklığına uğrayabilir, cehennem azabı çekeceğiniz düşündüğünüzde ise hayatınızın en hoş sürprizi ile karşılaşabilirsiniz.”
Leonard Cohen Observer’a 2001 yılında 67 yaşında verdiği röportajında, hayatının üçüncü perdesini oynadığını Tenesse Wiilams’tan “Hayat üçüncü perdesi hariç oldukça iyi yazılmış bir oyundur.” alıntısını yaparak belirtmişti. 2009’da, The Guardian’daki röportajında bu sözü hatırlatılınca Cohen şöyle dedi: “Evet benim için hayat güzel yazılmış bir oyun, üçüncü perdenin başlangıcı da güzel yazılmış hatta. Üçüncü perdenin sonunda tabii ki kahraman ölür. Arkadaşım Irving Layton’un dediği gibi, korkutan, endişelendiren ölüm değil, ön hazırlıkları!”