Sekiz yıldır resim yapan Mişel Bovete’nin tuvallerinde, enstrüman çalan veya dans eden figürlerin yüz ifadelerinden aldıkları hazzı hissedebilir, çaldıkları müziği duyabilirsiniz! Bunun için 27 Temmuz– 2 Ağustos tarihleri arasında sanatçının Büyükada - Anadolu Kulübü’nde açtığı “Müziğin Resimleri” adlı sergisini gezmeniz yeter
Günlerden Cuma, Burgazada’dan Büyükada’ya sevgili Mişel Bovete ile tanışmaya gidiyorum. İskeledeki kitapçının önünde beni bekleyen ince, uzun boylu ve güler yüzlü insanın o olduğunu hemen anlıyorum. Röportaj için evine giderken, paytonda yaptığımız kısa sohbette ilk andan itibaren hissettiğim heyecanını yatıştırmaya çalışıyorum. Atlar bürrssstttt sesiyle evin önünde durduklarında, Mişel Bovete artık rahatlamış; evin salonunda kendisine yönelttiğim sorulara cevap verirken, yüzünde ancak kendisinin tuvale en iyi aktarabileceği, muhteşem bir keyif sezinliyorum.
Mişel Bovete’yle tanışalım?
1953 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum Kadıköy’de geçti. Şişli Terakki Lisesi’nden sonra, 1974’te İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun oldum. Çocukken mühendisliğe ve fen bilimlerine yatkındım. Matematiğim kuvvetliydi. Edebiyat ve sosyalle hiçbir alakam yoktu. Hele resimle hiç yoktu. Resim dersi ödevlerimi gidip komşuma yaptırdığımı hatırlıyorum. Üniversite zamanı geldiğinde kimya ile inşaat arasında bir müddet gidip geldikten sonra inşaatta karar kıldım. Beş yıl kadar inşaat mühendisliği yaptıktan sonra, 25 yıl boyunca tekstil üzerine çalıştım. 1979 yılında eşim Lizet’le evlendim ve ticaretle uğraşan oğlum Cek bugün 29 yaşında ve kızım Romina Işık Üniversitesi, Ekonomi’de son senesini okuyacak.
Çok güzel ve etkileyici eserlere imzanızı atıyorsunuz; resim yapmaya nasıl başladınız?
Hayat çok hızlı geçti; iş, çocuklar falan derken, 15-20 sene zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyor insan. Bir gün, bir ihtiyaç doğdu hayatımda. Farklı bir şeyler yapmak istedim. Duvar boyayan birini duydum, o kişiden ders almak için Swissotel’in arkalarında onu bulmaya gittiğimde, atölyeden ayrıldığını öğrendim. 2002 yılında, bugün hâlâ nereye gitse peşinden gittiğim çok değerli resim hocam Altan Çelem’le karşılaşmam bu şekilde gerçekleşti. O atölyede onunla çalışmaya başladım. Şimdi atölyemiz Etiler’de. Haftanın bir günü orda yağlı boya ile çalışıyorum.
Tarzınızı nasıl belirlediniz?
İlk olarak karakalem, suluboya, akrilik çalışmaları gibi farklı şeyler denedim. Manzara resimleri de yaptım ancak onlar bana istediğim hissi veremediler. Dolayısıyla bu yolculuk beni figüratif çalışmaya doğru yönlendirdi. Önce bir müzikal serisi yapmak istedim. Damdaki Kemancı’yla başladım ve bunun gibi beş altı tane müzikal resmi yaptım. Sonra birkaç orkestra resmi yaptım. Derken dört beş sene önce New Orleans’a gittim ve orada sokaklardaki cazcıları görünce çok etkilendim. Bol bol fotoğraf çekip onları tuvale aktarmak için sabırsızlanmıştım. New Orleans, ressamlara ilham kaynağı olabilecek bir ruha sahip. Şimdi artık sokak müzisyenlerini ve dansçılarını resmetmeye başladım.
Neden müzik?
Duvara asılı tablolarda hüzün görmek istemem. Müziğe gelince, bence her insana büyük keyif veren bir olgu. Sokakta birilerinin müzik yapmaları beni inanılmaz neşelendiriyor. Çok doğallar, özgürler; sadece kendilerinden geçerek, bir yandan sanatlarını icra edip, diğer yandan da müziğin coşkusunu sokakta gelen geçenlerle paylaşıyorlar. Çok güzel bir paylaşım. Resim yapan insan sürekli olarak kendisini bir gözlem yapma halinde bulur. Figüratif çalıştığım için, gayri ihtiyari suratlara gözüm takılır ve uzun uzun incelerim. Kimi zaman, çok komik şeyler de olur tabii. Mesela, profilden uzun uzun bakıp incelediğim kişinin telepatik bir şekilde dönüp bana baktığı da çok olmuştur.
Müzik ne renktir?
Müzik bence kırmızıdır.
Resim yaparken kullandığın farklı teknikler var mı?
Evde, daha temiz olduğu için akrilik boyayla çalışıyorum. Daha sonra atölyede yağlı boyayla çalışmaya devam ediyorum. Bazen kumlu ya da başka farklı pasta teknikleri kullanırım. Zaman zaman spatülle de değişik tarz çalışmalarım olmuştur. Eşime doğum gününde onun karakalem bir portresini hediye etmiş, kızımın da küçük bir yağlıboya portresini yapmıştım.
Bir inşaat mühendisi için planlama kaçınılmazdır; resim yaparken de bir planlama yapıyor musun?
Planlama bence resmin çok önemli ve gerekli ilk adımıdır. Resmi tuvale en ideal şekilde yerleştirmek ve ortamın devamlılığını sağlamaktır. Figürlerin birbirleriyle olan ilişkilerini iyi sunmaktır. Basmakalıp değil de, gerçek sahne hissini yansıtmaktır. Figürlerdeki yüz ifadelerini doğru verebilmek ise ancak kendini o resmin içinde hissedebildiğin zaman gerçekleşir.
Ben fen adamıydım. Resim altyapım yok. Resmin tarihçesini öğrenmek bence çok önemli. İnternette araştırmayı seviyorum. Farklı sanatçıların resimlerini inceliyorum. Sergilere fazla gitmesem de, galeri geziyorum. Mesela, Paris Yahudi mahallesinde çok güzel galeriler gördüm. Resim yapmak benim için belki de, çağın gardiyanları olarak adlandırdığım, insanları kendine esir alan bilgisayar ve televizyondan bir kaçış. Evdeki atölyem salonun ortasındadır. Sevgili eşim Lizet de bu konuda en büyük destekçimdir. O televizyon izlerken, ben aynı anda resim yaparım.
Hangi ressamları beğeniyorsun? Salonunu kimlerin tabloları süslüyor?
Amerikalı ressam ve grafiker Edward Hopper’ın ve özellikle nü tablolarıyla ünlü, Sigmund Freud’un torunu Lucian Froyd’un eserlerini beğenirim. Evimin duvarında ise kendi tablolarımın dışında E. Marthino’nun İtalya’dan aldığım bir Roma tasviri asılıdır.
İnsanlara, tablolarında en çok neyi aktarmak istiyorsun?
‘Müziğin Resimleri’ temalı son sergimde özellikle figürlerimin müzik yaparken aldıkları hazzı yansıtmayı hedefledim. Tablolarıma bakan kişiler bu hazzı alabilirse, kendimce başardım demektir.
Resim yaparken kendine yeni hedefler koydun mu?
Resim yapmak benim için bir hobi olarak başladı. 3-4 sene sonra yeni bir hedef koyma ihtiyacı hissettim. Eski hazzı alamamaya başlamıştım. Merdivende bir basamak yukarı çıkmak gerekiyordu. O yüzden de sergi fikri çıktı. ‘Caz’ın Keyfi’ adlı ilk kişisel resim sergim bu yıl Mart ayında Nişantaşı, Café de Paris Restoranı’nda gerçekleşti. Her zaman amacım çıtamı yükseltmek oldu. Daha ne yapabilirim diye düşündüğümde, Kadıköy Belediyesi Sağlık ve Sosyal Dayanışma Vakfı’nın (KASDAV) düzenlediği ‘Kadıköy’ temalı geleneksel resim yarışmasına katıldım ve yağlıboya eserim birincilik ödülüne layık görüldü.
Tuvale imzanı ne zaman atıyorsun?Resim aslında hiç bitmez. Onu yaşarım ve artık ekleyecek bir şey kalmadıysa imzamı atar ve hemen aklımda olan yeni bir resme başlarım. Bazen iki resim üzerinde aynı anda çalıştığım da olur, ancak biri beni daha çok çağırır ve bitene kadar onunla ilgilenirim.
Mişel Bovete gibi yetenekli bir ressamla daha tanıştığıma çok memnun oldum. Umarım sizler de onunla tanışma ve eserlerini görme fırsatını yakalarsınız.