/Kristof Kolomb’un izinden gelen Latin Amerika Yahudileri -1

Latin Amerika ülkelerinin her biri kendi farklı tarihine ve özelliklerine sahipse de 16. yüzyılın başlarında İspanyol ve Portekizlilerin gelişinden, 19. yüzyılın başlarındaki bağımsızlık savaşlarına kadar yüzyıllarca süren uzun koloni yönetiminin izlerini taşır. Bağımsızlık, ülkelerin göç ve ekonomik kalkınma yollarını açtı.

Sara YANAROCAK Kavram
26 Ağustos 2009 Çarşamba
Yahudiler Avrupa’dan Batı Hint Adalarına, ilkin İspanya’dan kovuldukları 1492 yılında Kristof Kolomb ile birlikte geldiler. Yahudilik, İspanyol ve Portekiz egemenliğindeki yüzyıllarda Amerikan Kolonilerinde resmen yasaklandı, hatta çoğu zaman Yahudi soyundan gelenlerin ülkeye gelmesi engellendi. Buna rağmen, Yahudiliğini gizli tutan Yeni-Hıristiyanların bazıları göç etti ve kolonilerin gelişmesinde önemli katkıları oldu. Hatta, dini inançlarını, bugüne kadar Yahudiliklerini sürdüren yerliler arasında yaymayı bile başardılar. Bununla beraber, Katolik Engizisyonu, Yahudileştirici eğilimleri yakından izledi, Yahudiliği yaydığı iddia edilen çok sayıda insanı tutukladı ve yargıladı.

Sadece İngiliz, Hollanda ve Fransız egemenliğindeki küçük yerleşmelerde Yahudilik açıkca uygulanabildi. 1631’den 1654’e kadar, Hollanda Brezilyası’nın başkenti Recife’de Yahudiliğe geri dönen Yeni Hıristiyanlarla, Hollanda’dan yeni göçenlerden oluşan başarılı bir Yahudi topluluğu vardı. Bölgeyi, Portekizlilerin yeniden ele geçirmesinden sonra bu Sefaradlar başka bölgelere yayıldı, Surinam, Kurasav, Barbados, Jamaika ve hatta New-York’daki Yahudi topluluklarının temellerini attılar.

Bağımsızlıkla birlikte, Latin Kolonilerinde Engizisyon yıkılmış ve her ne kadar Roma Katolikliği her zaman yetkinliğini korumuşsa da, dinsel özgürlük giderek tanınmıştı. Özellikle Yahudiler özgür kılınmış değillerdi. Çünkü politika konusu olmak için sayıları çok azdı. Yahudiler daha çok, Protestan azınlıklar için yapılan yasal düzenlemelerden yararlandılar.

Yahudi göçmenleri, bağımsız cumhuriyetlerin sunduğu olanaklardan yararlanmada yavaş davranmış ve İmparator Maximilian’ın (1864-67) yönetiminde Meksika’ya daha önce bazı Avusturyalı ve Batı Avrupalı göçmenler kabul edilmişse de, büyük göçmen dalgalarının gelmesi ancak 19. yüzyılın son yıllarında oldu. 1880 ile 1914 arasında Latin Amerika’ya 130.000 Yahudi göçtü, büyük bir çoğunluğu Arjantin’e yerleşti. Bunların yaklaşık %20’si Kuzey Afrika’dan, Balkanlardan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan göçen Sefaradlar, geri kalan ise, Orta ve Doğu Avrupa’dan göç eden Aşkenazlardı. Göçmenleri, çoğunlukla büyük kentler kendilerine çekiyordu, ancak özellikle Yahudi Kolonileşme Derneği’nin himayesinden tarım kolonilerinin kurulduğu Arjantin’de (daha az bir ölçüde de Brezilya’da), kırsal bölgelerde de bazı yerleşmeler de vardı. Az gelişmiş bölgelerin sömürülmesi, ticaret ve imalatta deneyimli göçmenler için olağanüstü olanaklar sağladı, endüstri ise daha ileri çıkışlara imkân verdi, böylece, sokak satıcısı veya işçi olarak çalışmaya başlamış olan pekçok Yahudi, kısa zamanda toplumsal ve ekonomik konumlarını iyileştirdi. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, Yahudi göçünün aşırı ölçüde sınırlandığı 1940 yılına kadar, göç yılda ortalama 10.000 kişilik bir hızla sürdü. Göçenlerin çoğunluğu Arjantin ve Brezilya’ya yerleşmeyi sürdürdü, fakat Uruguay da büyük sayıda Yahudi kabul etti. Yahudi nüfusun çoğunluğunu çeken ülkeler, Avrupalı ve kentsel nüfusu barındıran ve daha gelişmiş ekonomileri olma özelliğini taşıyordu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dış ülkelerden Latin Amerika’ya göç çok azaldı, buna karşılık, bir bölgeden diğerine, ABD’ye ve İsrail’e göç arttı. Yahudiler ekonomik statülerini iyileştirmeyi sürdürdüler ve artık bugün genellikle, görevli olarak küçük orta sınıfın üyeleri oldular. Ticaret ve imalat endüstrisinde sivrildiler, çoğu serbest mesleklere girdi, fakat pek azı politik yaşamda iz bıraktı. Çeşitli ülkelerde milliyetçi duygular, ekonomik sürtüşmeler ve dinsel önyargılarla da birleştiğinde Yahudi azınlığa düşman oldular, Avrupa’dan gelen Nazi mültecilerin ve daha yakın tarihlerde Arapların desteğiyle, yayınlarda ve fırsat buldukça da yasalarda veya şiddet olaylarında da düşmanlık kendini hissettirmeye başladı. Ancak genel olarak Yahudi topluluklarına ulusal başkaldırılarda bile hoşgörü ile davranıldı. Latin Amerika’da yerli ve göçmen grupların herbiri, güçlü bir biçimde kendi kimliklerini koruma eğilimi gösterdiler, Yahudiler de bunun dışında kalmadılar. Gerçekten değişik Yahudi göçmen grupları kendi kurumlarını geliştirdiler ve onunla, hepsini kapsayacak Yahudi örgütleri kurma girişimlerine karşı koyma eğilimi gösterdiler. Sinagoglar çevresinde oluşan ve ortak bir geçmişi paylaşan göçmenler için toplumsal bir odak noktası oluşturan ilk birlikler başlıca dinsel içerikliydi. Dini örgütler, bugün bile sadece Aşkenazim ve Sefaradim arasındaki ayrımı değil, Arapça ve İspanyolca konuşan Sefaradim ile Yidiş ve Almanca konuşan Aşkenazim ya da Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun belli bölgelerinden veya şehirlerinden gelenler arasındaki ayırımları yansıtır. 1950’lerden başlayarak Amerikan tutucu hareketi, pek çok ülkede sinagoglar kurdu ve daha yakın bir tarihte de Reform Yahudiliği’nde bir gelişme görüldü. Dinsel derneklerin yanında, başta Doğu Avrupa göçmenleri tarafından kurulan ideolojik kulüpler (Bundist, Siyonist, Komünist) olmak üzere çeşitli laik dernekler de oluştu. Bunlar, okulları ve Yidiş gazetelerini de içine alan toplumsal ve kültürel etkinlikleri sürdürdü. Daha genç ve anavatan doğumlu bir kuşağın ortaya çıkmasıyla birlikte sportif ve kültürel etkinliklere dayanan, yeni bir örgüt tipi gelişti, bunlar Yahudi kimliğine yeni bir anlatım kazandırdı. Antisemitizmin büyümesi etkinliklerin eşgüdümü için bölgesel ve ulusal örgütlerin gelişmesini ve hükümet önünde topluca temsil edilmeleri için cesaretlendirdi; Dünya Yahudi Kongresi’ne bağlandılar. Fakat merkezileşme eğilimi, Yahudi topluluk örgütlerinin renkli çeşitliliğini hâlâ azaltmadı.

Göçmen kuşak yerini o ülkede doğan yeni kuşaklara bıraktıkça, özgün bir Yahudi kimliğinin korunması, giderek artan bir biçimde sorunlu oluyor. Çocuklarının eş seçimini topluluk içinden yapmaları için ana baba baskısıyla birleşen, Yahudi eğitiminin güçlü bir biçimde vurgulanması da, tıpkı antisemit duyguların ısrarla sürdürülmesi ve bazı ülkelerde kendi toplumsal ve kültürel bağları olan başka grupların varlığı gibi bu kimliği, pekiştirmeye yardımcı olmakta. Dünyanın başka yerlerinde olduğu üzere, artan toplumsal bütünleşme, Siyonist kuruluşların çabalarına rağmen ayrı bir kimliğin sürdürülmesini güçleştiriyor. En eski göçmen grupları, dış evlenmelerle, din değiştirmelerle çoktan kayboldu. Politik ve ekonomik zorluklar, bazı ülkelerden Yahudileri dış göçe zorladı. Arjantin dışında büyük Yahudi topluluklarının çoğu, bugün artık sayısal olarak sabit bir nüfusa sahip.