3 bin 500 yıllık geçmişi bulunan nazar boncuğu, insanlık tarihi boyunca, her kültürde ve dini inançta kötülükleri savan güçlü bir tılsım olarak kabul ediliyor. Bundan yola çıkarak “Nazar Boncuğu ve Fatima’nın Eli”ni doğanın renkleriyle bezeyerek tuvaline aktaran Terry Katalan, 13–16 Ağustos tarihleri arasında Büyükada Anadolu Kulübü’nün konuğuydu
On seneden beri ailesiyle Barselona’da yaşayan ve resim çalışmalarını burada sürdüren İstanbul doğumlu Terry Katalan, tam bir doğa tutkunu. Tablolarında genelde kolaj tekniğini kullanarak kuru çiçeklerle yağlı boyayı birleştiren sanatçının amacı, resimlerinde hayatın dinamizmini yakalamak. Dünyanın farklı yerlerinde 24 bireysel ve karma sergiye imza atan Katalan’ın Büyükada’da, biraz da tesadüf eseri, açtığı serginin teması nazardı. Onunla resim aşkını ve nazar boncuğunu konuştuk.
Bu arada Büyükada’yı ziyaret eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sanatçının çok beğendiği eserlerinden birini edindiğini yazmadan edemeyeceğim.
Doğayı resmederken neden hamsa ve nazar?
1994’ten beri modern sanat içinde değerlendirilen çağdaş resimle uğraşıyorum. Yağlıboya üstüne kolaj tekniğiyle kuru çiçek uyguluyorum. Ve hayli büyük çalışıyorum. Eserlerim genelde 1.5 x 1 m boyutlarında. Bu sergideki tablolara ve temaya gelecek olursak; aslında batıl itikatları olan biri değilim ama tabii ki kendime göre inançlarım var ve hepimizin biraz nazar boncuğuna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çoğu eski bilgilerin bir anlamı, bize kattığı bir değeri olduğu gibi, “mavi göz”ün de bir manası olduğuna ve bir sebep yüzünden ortaya çıktığına inanıyorum.
Oğlumun 13. yaşgünü töreninde, bu tür kutlamaların geleneğinde olduğu üzere, gelen konuklara bir hediye yapmak istiyordum. Elimde de bir tane “Fatima’nın Eli” tablosu vardı ki, pek ender bulunur bende çünkü genelde soyut çalışırım. Tören öncesi yaptığım yağlıboya tablo o derece güzel oldu ki, misafirlere birer tane armağan etmeye karar verdim. Özel bir materyalin üzerine küçültülmüş olarak tabloyu 300 tane bastırdım ve nazar boncuklarıyla süsleyerek, şekerlerini eklettim. Herkes tarafından çok beğenildi ve ben, “neden küçük tuvalde de çalışmıyorsun, neden nazar boncuğu çizmiyorsun” sorularına muhatap oldum bol bol. Oysa şimdiye kadar kendimi geniş tuvalde çok iyi ifade ettiğime ve dar alanda çalışırsam kısıtlanacağıma inanıyordum. Üç ay içerisinde yaklaşık elli parça çalıştım. Bir kısmını Miami’ye bir kısmını da Türkiye’ye gönderdim. Şu anda Amerikalılarda inanılmaz bir nazara inanma trendi var; üzerinde nazar boncuğu, Fatima’nın eli olan kolye, bilezik, ne varsa takıyorlar. Tabii ki, bunları kendi yorumumu katarak çiziyorum. Hepsinde küçük küçük kolajlar var. Sergi atmosferini çok neşeli bulan küçük oğlumun önerisiyle de sergiye “Happy Fatima’s Hands and Eyes” adını koydum.
Anadolu Kulübü’nde sergi açmam da tamamen bir tesadüf eseri. Buraya bir resim bırakmak üzere uğramıştım, bu hafta sergi açması gereken ressam, faaliyeti iptal edince müdür bey bana teklif etti ve apar topar bir gün içinde resimlerimi toparlayarak sergiyi dört gün için açtım. Tablolar çok ilgi gördü ve ilk günden tükendi. Bu da insanların ne kadar nazara, göze inandıklarını gösteriyor.
Biraz da resim tutkundan söz edelim...
On senedir ailemle birlikte Barselona’da yaşıyorum. Bir insanın alt yapısı ne kadar sağlamsa dışa yansıması o kadar kolay oluyor. Bu bakımdan çok şanslıyım, ailem bana her zaman destek oldu. Öncelikle bir birey ve anneyim, ressamlığım sonra geliyor. Kendimi hala ressam addetmiyorum, üstatlara ayıp olur gibi geliyor ve bazen, etiketler sorun yaratıyor diye düşünüyorum. Ben renklerle oynayan, renklerle eğlenen ve çok şükür ki, başkaları tarafından beğenilen bir bireyim. Bu işin eğitimini almadım, kendi içimden taşan bir resim ve tabiat sevgisiyle bunları yarattım, zaten konsept de bu şekilde doğdu. Bu aşk beni o derece aşıyor ki, o an önemli olan bu duygularımı hayata geçirmek ve doğanın bana sunduklarıyla içimdekileri ölümsüzleştirmek.
Seneler içerisinde kendi tekniğimi yarattım. Bitkileri boyamadan ve bozmadan sadece vernikleyerek yağlıboya’nın üstüne aplike ediyorum. Dünyada kolaj yöntemini uygulayan çok sanatçı var ama benim gibi kuru çiçekleri ve doğada var olan her şeyi – ağaç / deniz kabukları, minik taşlar, kuruyup deforme olmayan aklınıza gelebilecek her türlü bitki- kullananı görmedim. Birçok uluslararası sergiye katıldıktan sonra nerdeyse tek olduğuma inanmaya başladım. Resimlerim için “ah ne kadar güzel olmuş” denilmesinin ötesinde renklerin ruh dünyamızı çok etkilediğine inanıyorum. Canlı renklerin dünyasında insan kendini o kadar mutlu ve kaygısız hissediyor ki… Bir de bunların çiçeklerle süslendiğini düşünün, muazzam bir enerji ortaya çıkıyor. Tablolarımın her zaman hayatın kendisi kadar dinamik olmasına çalıştım, renklerimin de her zaman iddialı…
Biraz geçmişe dönecek olursak resim hayatın nasıl başladı?
Şalom’a çok şey borçluyum aslında. Bir dernek yararına 68 parçalık ilk kuru çiçek sergimi 1994’te Şalom’da açmış ve ilk günden tüm eserlerim satılmıştı. Bu bana müthiş bir ivme kazandırmıştı. Ürettiklerim artık bana yetmemeye başlayınca renkler ortaya çıktı. Yaptıklarımı ölümsüzleştirmek istedim, zaten her şey de böyle başladı. Bu yüzden tecrübeli/ tecrübesiz yeteneği olan herkese kucak açan Şalom’a müteşekkirim. Rahmetli Gila Kohen’i de anmadan geçemeyeceğim. Bana çok yardım etmiş ve moral vermişti.
Bir tablo nasıl ortaya çıkıyor, temayı evvelden tasarlıyor musun?
İlk önce hayalimde canlandırıyor ondan sonra da renklerle birlikte tuvale yansıtıyorum. Bu bir yolculuk; bazen başka türlü başlayıp başka türlü bitebiliyor. Şekli kaybetmekten korkmuyorum, kaybetsem bile daha güzeli geliyor. Resim benim için bir mutluluk ve zevk kaynağı.
Ruh haliyle ilgisi var mı?
Tabii ki oluyor; hüzünlü olduğum zaman duygularım tabloya yansıyabiliyor, özellikle bazı yakınlarımızın kaybından sonra. Renklerden fark ediliyor.
Eklemek istediğin başka bir konu var mı?
Seninle görüşmekten resim yapmak kadar haz aldım. Size ve bana destek olan tüm aileme çok teşekkür ediyorum, bu bir insan için büyük şans!