Aydın kimdir? Öncelikle insanlara yol göstermelidir, yol göstermenin yanı sıra sorunlara çözüm odaklı yaklaşmalıdır. Sorunların üstesinden gelebilmek için bilgisi ile yaşadıklarını yüzleştirmekten ürkmemelidir ve onları dinleyen kitlelere çözüm önerilerini sunmalıdır. Beyinlerde yeni ufuklar açmalı, sorunun üzerine korkusuzca gidebilmeli, gerektiği yerde tarafsız olabilmeli ve her şeyden önemlisi, insanlara çözüm arayışları sonucunda barışı ve daha insancıl bir dünya düzenini resmetmelidir.
6 Eylül, Yahudi Kültürü Avrupa Gününde, dört aydının katımıyla Neve Şalom Sinagogunda gerçekleşen “Birlikte Yaşamak Kültürü” konulu panel, katılımcı aydınların çözüm odaklı fikirleriyle keyifli bir iz bulma çalışmasına dönüştü benim için. Katılımcılar arasında Prof Dr. Binnaz Toprak, Tarih Profesörü Edhem Elden, Gazeteci Kadri Gürsel ve yazar Mario Levi bulunmaktaydı. İnsanın var oluşundan beri en büyük sorunlarından birini teşkil eden birlikte yaşaya(mama)bilme konusuna aydınlarımızın yaklaşımı, sorunları tek tek gözden geçirirken çözüm odaklı arayışlar yol haritasının birer parçası gibi sunuldu.
Elimden geldiği kadarıyla ve elde ettiğim bir takım çözüm arayışlarına ya da çözümsüzlük düğümüne, aydınlarımızın fikirleriyle beraber bende ufak eklemeler yaparak paylaşacağım.
Azınlık Dersi Ve Azınlık Tarihi
Öncelikle panelin moderatörülüğünü üstlenen Prof Dr. Binnaz Toprak kendi yapmış olduğu anket sonuçları ile söze başladı. Azınlık ve birlikte yaşayabilme kültürü açsından ele alınan anket sonuçları üzerinden insanlarda, kendisinden farklı olana karşı gittikçe artan bir güvensizlik duygusunun var olduğundan bahsetti. Sorunu yakalamıştık, şimdi de sorunun çözümü için somut bir adım atılması gerekiyordu ve Binnaz hoca okullarda azınlık dersinin verilebileceğini önerdi. Bundan yola çıkarak küçük yaşlarda, azınlığın ne demek olduğu daha fark edilir bir şekilde aktarılacak, kişi kendisinden farklı olan kişiler hakkında bilgi sahibi olup onlara karşı hareketlerinde, davranışlarında eşit ve hoşgörülü davranabilecektir. Ayrıca azınlığı oluşturanların sadece coğrafyada azınlıkta bulunan din mensuplarının olmadığından, kendini dilediği gibi ifade edemeyen toplulukların da birer azınlık grubu oluşturduğu konusuna da değindi.
Modernite ve Gelenekçilik
Söz sırası Prof. Dr. Edhem Eldem’e geldiğinde, Edhem Hoca Osmanlı imparatorluğunda toplumun sınıfsal bir ayrımına dikkat çekerek, azınlığın bu sınıfsal kategorilerdeki yerine değindi. Gerçekte günümüzde de var olan bir takım olguların Osmanlı yaşayış biçiminde temellendiği konusuna değindi. Öncelikli olarak Osmanlıda elit (üst sınıf) tebaayı oluşturan kitlenin zaten pek de azınlığın kim veya nasıl olduğuna dair her herhangi bir ayrım gözetmediğini ve elit sınıf olarak nitelendirilen toplum kesimindeki insanların kişisel seçimlerinde daha özgür olduğu gerçeği üzerinde durdu. Orta sınıf ise kimliğine sarılan kısımdı ve radikal grupları meydana getirmekteydi. Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber gelen medeniyet söylemi ve politik vatandaşlık olgusunun yükselişi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti iyi niyetle olsa bile vatandaşlarını ayıran keskin sınırlara bölünmekteydi. Türkiye cumhuriyeti Türklükle özdeşleşmekte ve Türk deyince akla hemen Müslümanlığın gelmesi bunun en açık göstergesiydi. Edhem hocanın bu problemlere karşı sunduğu çözüm ise gelenekçiliğin modernite kavramı ile algılanışında gizli, Osmanlı zamanında gelenekçi olarak nitelendirilen orta sınıf, cumhuriyetin kurulması ile beraber modernitenin de etkisiyle kendi içinde gelenekçi bir yapı haline dönüşmekteydi ve bunun sonucunda kişinin dışa karşı hesap verebilirliği en aza indirgenmekteydi.
Edhem hocanın deyimiyle, gettoyu dışardan kapatanlar var ise içerden de büyütenler sözkonusu dur. Modernitenin, gelenekçilik ile beraber meydana getirdiği kavram, toplumda azınlığı meydana getiren topluluklar kendi içinde gelenekçi dışa karşı özgür bir yapıya bürünmektedir.
Kamu Baskısı
Edhem Eldem’in ardından, sözü alan gazeteci Kadri Gürsel, öncelikle bu konunun konuşulma gerekliliğinin, toplumun korkulacak bir noktada bulunduğunun göstergesi olduğuna değindi. Gittikçe zorlaşan birlikte yaşayabilme algısı, kültürel ve dini kimliklerin politikleşmesi ile birlikte çıkmaza sürüklenen bir yol haline gelmektedir. Bunun en basit örneği islamcı-laik çatışması olarak verilebilmektedir. Ayrıca Kadri Gürsel, toplumda bir mahalle baskısının değil de, Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’yi yöneten elit tarafından uygulanan bir “Kamu Baskısı”nın var olduğunu dile getirdi..
Yazar Sağduyusu
Mario Levi, bir yazar sağduyusu ve duygusallığıyla birlikte aynı coğrafyada yaşayan insanların farklılıkların bir zenginlik olarak görüldüğü bir coğrafyanın artık giderek yok olduğunu belirtti. Böyle bir yaşayış biçiminin zaten olamayacağını olsa olsa “yan yana” yaşanabileceğini zaten kimsenin birlikte yaşamak gibi bir isteğinin olmadığından dem vurdu. Bununla birlikte yan yana yaşayabilmeyi bile gerçekleştiremeyen bir toplum olduğumuzu dile getirdi. Bu yolda en önemli çözüm arayışının ise Türkiye’nin tarih boyunca çözemediği sorunlarla yüzleşmesi gerektiğini ve bedel ödenmesi gerektiği vurgusunu yineledi. Ancak o zaman birlikteliğin sağlanabileceğini ve yığınla biriken sorunlar dururken birlikte yaşayabilmenin çok da kolay olamayacağını dile getirdi.
Aydınların düşünceleri, çözüm yollarına giden şifreleri sundu. Ben de bir katılımcı olarak umutlandım, özellikle çözüm odaklı arayışların gerçekten de isteyerek olgunlaşabilmesi için bir araya gelmek gerekiyor, keskin uçlarda kalmanın kimseye faydası olduğunu düşünmüyorum. Politika ve ideoloji kavramları çerçevesinde bu konuların konuşulmaması bu konuda tamamen apolitik olunması gerektiği kanısındayım. Tamamen insan hakları çerçevesinde ve belli ideolojik kılıfların dışında düşünüldüğünde, faşizan değer yargıları bir kenara bırakılabildiğinde ve her şeyden önce tarafsız bir eğitim ile bu sorunun çözülebileceği apaçık ortadadır.