Şehir yaşamı ve doğanın en güzel birleşimi: VANCOUVER

Kısa süre önce oğlumu ziyaret etmek amacıyla Kanada’nın en büyük şehirlerinden Vancouver’a gittim. Hem özlem giderdim, hem de işlerimi takip etme olanağı buldum. Kenti iyi tanıyan oğlum sayesinde her ziyaretçinin göremediği yerleri de keşfetme olanağı buldum. İzlenimlerimi sizlerle de paylaşmak istedim

Yaşam
16 Eylül 2009 Çarşamba

Kanada’nın üçüncü büyük şehri olan Vancouver, kuşkusuz dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Son beş yıldır Birleşmiş Milletler tarafından yılın en yaşanılır şehirleri arasında ilk üçe giren Vancouver geçen sene Sydney’i geride bırakarak birinci sıraya yerleşti. Ayrıca bu sıralamada sağlık, trafik ve şehir temizliği açısından da dünyanın en iyi dokuzuncu şehri seçildi. Şehrin bu yaşanılır özelliği ve kozmopolit yapısı, 2010 Kış Olimpiyatları’nın Vancouver’a verilmesiyle taçlandırılmış olması da ayrı bir anlam kattı bu Pasifik Okyanus şehrine.

Kanada’nın Pasifik Okyanusu sahilinde, doğayla iç içe harika bir kent olan Vancouver’da yaşamanın gerçekten çok güzel olduğunu belirtmeliyim. Özellikle, iklim bakımından Kanada’nın en ılıman iklimine sahip olan Vancouver, yağışları ve büyük yağmur ormanları ile ünlü. Örneğin, yağmurlar sayesinde oluşmuş doğal bir orman parkı olan ve Kuzey Amerika’nın dünyaca bilinen en büyük parkı ‘Stanley Park’, şehrin tüm merkezini içine alarak eşsiz bir ortam sunuyor.

Okyanus kıyısında yer alan, dağlar ve ormanlarla çevrili olan Vancouver özellikle outdoor aktiviteleri için ideal bir şehirdir. Golf, kamping, kayak, hiking ve daha birçok doğa sporları yapılabilir. Özellikle Vancouver’a iki saat uzaklıktaki Whistler, Kuzey Amerika’nın ve dünyanın en popüler, sayılı kayak merkezlerinden birisidir. Ayrıca şehir merkezine sadece 20 dakikalık uzaklıkta olan iki ayrı yerel kayak merkezi de bulunur. Bu kayak merkezlerinde kış sporlarının tadını çıkartırken aynı anda okyanus ve şehir manzarasıyla büyülenebilirsiniz.

Bunun yanı sıra, Vancouver müzeleri, tiyatroları, sinemaları ve parkları ile size birçok kültürel alternatif sunar.

Şehrin diğer güzel bir yanı ise, tertemiz kumsallarının şehir merkezinin tam ortasında olmasıdır. Bunu İstanbul’dan bir benzetme ile anlatmak gerekirse, Taksim’den Dolmabahçe’ye indiğinizde upuzun kumlarla dolu müthiş kumsalların karşınıza çıktığını ve ufuklarda büyük dağların etrafınızı kapladığınızı hayal edin…

Vancouver’ın modern bir kent olduğunun en iyi kanıtı ise iyi işleyen bir ulaşım sistemine sahip olması. Şehrin hemen hemen her otobüs durağında küçük LCD ekranlar ve bu ekranlarda bir sonraki otobüsün kaç dakika sonra geleceğinin bilgisini veren dijital bir sistem var.

Modayı takip edenlerdenseniz Robson Sokağı’na muhakkak uğramalısınız. Bizim Bağdat Caddesi ile Nişantaşı’nın karışımı sonucu ortaya çıkmış uzun ve insan trafiği çok olan bir cadde. Tıpkı Robson’da olduğu gibi şehrin hemen hemen tüm caddeleri çok geniş ve her caddede ayrı bir özellik gizli; Granville Caddesi’nde çılgın gece kulüplerini, Burrad Caddesi’nde Çin Mahallesi’ni ve Hastings Caddesi’nde her biri ayrı güzellikte olan gökdelenleri keşfedebilirsiniz. Bu sokaklarda gezinirken dikkatinizi çekecek ilginç bir şey ise insanların rahatlığı ve şehrin çok güvenli oluşu. 

Seyahatim sırasında neredeyse hiç polis görmedim diyebilirim. Polis gördüğüm tek gece, barlar sokağında gezdiğim gece oldu. Filmlerde gördüğümüz gibi bir arabası ve önünde duran iki polis…  Böylesine kalabalığın olduğu barlar sokağında bile sadece iki polis ve kendi halinde eğlenen insanlar…

Vancouver’ı ünlü yapan bir diğer özelliği ise Kanada’nın Hollywood şehri olmasıdır. Bu şehir, Hollywood ve New York’tan sonra Kuzey Amerika’daki üçüncü film üretim merkezidir. Şehir merkezinde geniş caddelerden birini kapanmış görürseniz şaşırmayın çünkü o sırada sinemalarımıza gelecek olan bir Hollywood filmi çekiliyordur. Jim Carrey, Shania Twain ve Celine Dion, Vancouver’da keşfedilmiş ünlülerden.

Dünyanın her köşesinden gelen insanlarıyla çok kültürlü bir nüfus yapısına sahip olan Vancouver, özellikle doğası, kartpostal gibi kumsalları ve geniş caddeleriyle gerçekten yaşanılacak bir şehir. Belki de önümüzdeki on yılda Birleşmiş Milletler tarafından ilk üçe girmeye devam edebilecek tek aday ülke…

 

OLİMPİYAT KÖYÜ’NDE BİR TÜRK

Olimpiyatlar demişken, şu anda kimsenin girilmesine izin verilmediği ve benim görme fırsatı bulduğum Olimpiyat Köyünü anlatmadan geçemeyeceğim. Olimpiyatların sponsoru olan Coca-Cola Canada’da çalışan oğlum Sami, işi dolayısıyla yaptığı ziyaret sırasında beni de yanında götürdü. Filmlerde görmeye alıştığımız türden karizmatik polislerin kontrolünden geçtikten sonra olimpiyatların ne kadar özel bir etkinlik olduğunu anlamanız mümkün. Böyle bir organizasyonun arkasında nasıl büyük bir hazırlığın döndüğünü anlamak için insanın bunu gözleriyle görmesi gerekiyormuş. 1000’den fazla işçi yepyeni bir kasaba yaratıyordu. İnanılmaz büyüklükte iki tane özel stat elden geçirilirken, General Motors Place adlı buz hokeyi stadyumu ve hokey maçlarını izlemek için yapılmış süit odaları, birçok otel odasından daha konforlu ve göz kamaştırır nitelikteydi. Umarım Türkiye de bir gün buna benzer büyük bir organizasyona ev sahipliği yapar ve biz de bu eşsiz organizasyonun tadını çıkartabiliriz.