Zaho Yahudileri kimileri için Irak Yahudilerinin bir parçasıdır, kimileri ise varlığından bile habersizdir. Tarih sayfaları arasında kendine pek fazla bulamayan Zaho Yahudileri’nden günümüze kalanlar ise çoğunlukla ağızdan ağıza aktarılanlar…
Ariel Sabar bir gazeteci. Kariyerinde takip ettiği hiçbir konu, ailesinin Zaho’ya dayanan kökenlerinin peşine düştüğü uzun soluklu araştırma kadar etkilememiş kendisini, şüphesiz. Ve bu araştırmalarının sonunda kaleme aldığı kitabı “My Father’s Paradise / Babamın Cenneti” çok etkileyici bir biyografi.
1991 Körfez Savaşı sonrasında müttefik kuvvetlerin Saddam Hüseyin’e kabul ettirdikleri yaptırımlar sonucu 36. paralelin kuzeyinin askerden arındırılması ile Zaho, bölgenin parlayan yıldızı oldu. Türk sınırına yakın konumu ile bugün de ticari anlamda önemini sürdürmekte. Yazılı ve sözlü medyada Zaho ve bölgedeki etkinlikler hakkında birçok haber çıkıyor.
Ancak, Zaho’nun tarihin en eski çağlarından beri çok büyük bir Yahudi nüfus barındırdığını ve burada yaşamış Yahudilerin geçmişlerinin Irak Yahudilerininki ile aynı olmadığını kaçımız biliyoruz acaba?
“Yahudiler Habur Nehri üzerindeki adacıkta yaşarlar. Daracık sokakları ve kerpiç evleri ile bu kentin en eski mahallesidir. Yahudi mahallesinin biraz ötesinde bir pazaryeri ile yerel idare binası vardır. Mahalle taş bir köprü ile Müslümanların oturduğu diğer mahalleye bağlanır. Burada bir de küçük bir Hıristiyan Mahallesi vardır…” (1) 1930’lu yıllara gelindiğinde 27.000 nüfuslu Zaho’da 1471 Yahudi yaşamaktadır. Oysa bölgedeki Yahudi nüfusu bir zamanlar bunun çok daha ötesindeydi ve buradaki Yahudi etkisi yüzyılları aşmıştı.
Zaho öteden beri sinagogları ile ve kapsamlı Yahudi yaşantısı ile tanınır. Zaho Yahudilerinin kökenleri Asur kralları tarafından ortadan kaldırılan İsrail Krallığına, İsrail’in kayıp kavimlerine dayanır.
“Bu yüzden İsrail’in Tanrısı, Tiglat-Pileser diye bilinen Asur Kralı Pul’u harekete geçirdi. Asur Kralı Rubenliler’i, Gadlılar’ı, Menaşe oymağının yarısını tutsak edip Halah’a, Habur’a, Hara’ya, Gozan Irmağına sürdü. (2 Tarihler 5:26)”
Yahudiler burada bu kimlikleri ile yüzyıllarca yaşadılar. Mezopotamya uygarlığının köklü dillerinden Aramcayı anadil olarak bellediler ve bunu konuştular. Halep yakınlarında yapılan kazı çalışmalarında elde edilen bulgulara göre Aramca ilk MÖ. 1000’li yıllarda göçebe Sami kabilelerinden olan Aramiler tarafından konuşuldu ve dönemin büyük güçlerinin resmi dili haline geldi. Yahudiler başta olmak üzere, daha sonra Hıristiyanlığı seçen bölge halkı da bu dili yaşattı. MS. 7 yüzyılda Müslüman Arapların buralara hakim olması ile Aramca yerini Arapçaya bıraktı…
Ancak Ariel Sabar’dan öğrendiğimize göre, Yahudiler 20. yüzyılda, bölgeden ayrılmak zorunda kalana dek, bu dili kullandılar ve Arapçanın kaçınılmaz etkisine rağmen Aramca on iki yüzyıl boyunca burada konuşuldu ve çok geniş bir sözlü anlatıma nesne teşkil etti.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kitabın kahramanı Prof. Yona Sabar, Aramca’nın son temsilcilerinden ve onu, akademik seviyede dahi olsa, yaşatanların başında geliyor. Kendisi 1930’lu yılların sonunda, Zaho’nun önemli Yahudi ailelerinin birinde dünyaya gelir.
Büyükbabası, Efraim Beh Sabagha Zaho’nun tek kumaş boyacısı ve aynı zamanda sinagogun hahamıdır. Annesi Miriam, zor bir genç kızlık döneminden sonra, Efraim’in ticaret ile uğraşan oğlu Rahamim ile evlenir. Yona, ailenin ikinci çocuğudur.
İlk çocukluk yıllarında Yona, Zaho’da Yahudi ve Müslüman arkadaşları ile mutlu bir yaşantı sürer. Babası iş icabı sıklıkla kâh Türkiye’ye, kâh Irak’ın bölgedeki en önemli kentlerinden Musul’a gider. İşleri, ailesini geçindirecek kadar iyidir.
O dönemlerde, bölgedeki Yahudi varlığı, Müslüman ağalar tarafından teminat altına alınmış gibidir. Bu korumaya karşılık, Yahudiler, ağaların bazı angarya işlerini yapmaktadırlar. Ancak, MÖ 700’lerde başlayan uzun yolculuğun devamı, güzelliklerin nesilden nesle geçmesi için bu gibi tavizlerin verilmesi, Yahudileri sıkıntıya sokmaktan çok, onları mutlu kılmaktadır.
1891 yılında ilk kez yaşanan saldırılar sonucu bir sinagogun yakılması ve 1892’den itibaren tarh edilen yüksek vergi oranları sonrası Yahudilerin bazı işlerden men edilmeleri ile göç başlar. Yahudi toplumu hızla erir, ancak sona ermez. (2)
Yona’nın çocukluğunu yaşadığı dönemlerde ise, Zaho’nun içinde bulunduğu Irak, Osmanlı’nın son dönemindeki Hicaz Şerifi’nin büyük oğlu Faysal’ın yönettiği, İngiliz manda idaresi altındaki – Arap ağırlıklı – bir ülkedir… Filistin topraklarındaki Yahudi – Arap çekişmesi ve 1936’da başlayan Arap isyanı ile Irak’ta Yahudiler için olumsuzluklarla dolu yeni bir sayfa açılır. Ancak, Zaho Yahudileri bu olumsuzlardan en son etkilenen toplum olacaktır.
Tarihçiler Irak’ta yaşayan Yahudileri hep aynı çerçevede ele almak isterler. Ancak tarih, daha ilk zamanlardan itibaren İsrail Krallığı’ndan arta kalan Zaho Yahudileri ile Yehuda Krallığı’ndan arta kalan Babil Yahudilerine ayrı ayrı yaşamlar biçmiştir.
MÖ. 6.yüzyılda Irak’ın kuzeyine sürülenler, dağları kendilerine mekân ettiler. Çoğunlukla göçebe yaşadılar. Kültürel anlamda hiçbir zaman ağırlıkları olmadı. Bugüne bıraktıkları, sözlü anlatım yolu ile ağızdan ağza dolaşan türlü hikâyelerden ibaret gibi… Tarihlerini izlemek hemen hemen olanaksız, çünkü yazılı hiçbir belge yok!
Oysa Babil Yahudileri – ki bunlar Irak’ın orta kesimlerine yerleşmişlerdi – sosyal, ekonomik anlamda son derece ileri, yerel yöneticiler üzerinde etkin bir toplum olmuşlar, tarihin derinliklerinden itibaren, Yahudi dini yaşantısı içinde parlayan bir konuma dahi erişmişlerdir.
Irak’ın bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması ile o güne dek yaşamları birçok anlamda derin farklılıklar gösteren Zaho Yahudileri ile Babil Yahudilerinin kaderleri hızla birbirine benzemeye başlar.
1932 yılında, Irak Milletler Cemiyetine bünyesindeki azınlık tebaa ile ilgili bir deklarasyon sunar. Buna göre, dili, dini, ırkı ne olursa olsun Irak sınırları içinde yaşayan herkesin yaşamı güvence altına alınmış ve çoğunluk nüfus kadar özgürlükle taçlandırılmıştır. Ancak bu deklarasyonun yayınlanmasından bir sene sonra 3000 kadar Hıristiyan Arami’nin katledilmesi Yahudi toplumunu düşüncelere iter.
Buna bir de zaman içinde Almanya’nın Avrupa’daki askeri başarıları ile Hitler’in Yahudiler aleyhine geliştirdiği fikirler de eklenir. O ana dek, İngiliz Manda idaresinin siyasi şemsiyesi altında rahat bir yaşam süren Yahudiler için bu yeni bir durumdur.
Gençler, Filistin’de bir yaşam kurma düşüncesi ile etkinlik gösteren örgütlere kayarken, başta Irak Hahambaşısı Rabbi Sason Kaduri olmak üzere birçok cemaat ileri geleni, kendilerini bu çalışmalardan soyutlamaya çalışırlar. Yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları bu topraklar onlar için çok önemlidir ve durumun onlar için endişe verici bir yanı yoktur.
Yahudi toplumunun önde gelenlerinden Ezra Haddad, El-Ahbar Gazetesine yazdığı bir yazıda içindeki duyguları şöyle ifade eder:
“Arap topraklarından söz ettiğimiz zaman, bizi şefkatle, cömertçe kucaklayan, bize yüzyıllar boyunca vaha olan topraklardan söz ediyoruz. Bizler Yahudi olmadan önce Arap’tık…” (1)
Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde profesör olan Yosef El Kabir ise şöyle bir tespitte bulunur, Iraqi Times’ta çıkan yazısında…
“Balfur Deklarasyonu ile ortaya çıkan problem Avrupa kaynaklıdır ve öyle kalacaktır.” (1)
Ancak Yahudi toplumundaki bu düşüncelerden doğan iyimserlik uzun sürmez. 1941 Nisan’ında baş gösteren bir ayaklanma ile taşlar yerinden oynar. İngiliz yanlısı Veliaht Prens Abdullah Ürdün’e kaçar. Yönetime, Nazi sempatizanı ve Arap milliyetçisi Raşit Ali El-Gilani gelir. İngilizlere karşı cihat ilan edilir. Okullara Nazi ideolojisi sahip olur. Yahudiler İngiliz işbirlikçisi olarak hedef gösterilmeye başlarlar.
İsyanın İngiliz güçlerinin devreye girmesi ile kontrol altına alınması birkaç ayı bulur. Ancak hiçbir şey artık eskisi gibi değildir. Gerçi Abdullah geri dönmüş idareyi ele almıştır, ancak sokaklara hâkim olduğunu söylemek mümkün değildir.
Nitekim sokak aralarında toplanan kalabalığın Yahudi yerleşimlerine 1- 2 Haziran 1941’de düzenledikleri saldırılarda (Farhud) 150 ila 180 kişi ölmüş (bunların aralarında Yahudilere yardıma giden Müslümanlar da vardır) 896 ev, 583 işyeri tahrip edilmiş ve 2400 aile evsiz kalmıştır. (3) Birçok Irak Yahudi’si için, güvenlik güçlerinin sessiz kaldığı bu pogrom, sonun başlangıcı idi.
Zaho Yahudileri olan biteni duymamışlar, duydukları zaman ise, buna inanmamışlar, hatta kayıtsız kalmışlardı.
Farhud’dan sonra Yahudilerin Kutsal Topraklara göçü hızlanır. Daha sonraları Irak hükümeti aldığı bir dizi kararla Yahudilerin ülkeden göç etmelerine önce izin verir, sonra da bunu mallarına el koymak şartına bağlar. İsrail Devleti’nin 1948’de kurulmasını takiben başlayan savaşta karma Arap ordularının yenilmesi, Irak’ta şok etkisi yaratır. Yükselen Yahudi düşmanlığı artık hayatı çekilmez yapmıştır. Burada yaşantıları pamuk ipliğine bağlı Yahudilere en kısa zamanda ülkeyi terk etmek düşer.
Zaho Yahudileri de bundan nasiplerini alırlar. Hemen hepsi, bir zamanlar 25.000 kişilik bir toplum olarak yaşadıkları Kuzey Irak’tan İsrail’e göç ederler, hem de çoğu hiçbir şeysiz…
(1) My Father’s Paradise / Babamın Cenneti – Ariel Sabar
(2) Wikipedia – Jews of Zakho
(3) Wikipedia – Farhud