Roş Aşana’nın ilk sabahında Ortaköy Haham Akaali Rav Naftali Haleva’nın beğeni toplayan konuşmasının tam metnini sizlerle paylaşıyoruz
Roş Aşana’dan önceki bütün hafta boyunca köydeki herkes gün doğmadan uyanır, sinagoga gider ve Selihot duaları ederdi. Duadan sonra köyün Hahamı Ribi Yeuşua sinagogdan aceleyle çıkmış, “Ribi Yeuşua acele ediyor, çünkü bizim için dua etmeye cennete çıkıyor” demiş insanlar.
Ama Yaakov, bunu gözleriyle görmek istemiş. Onun cennete çıktığını görme umuduyla evine giderken izlemiş. Ribi Yeuşua evine girdiğinde pencereden içeriyi gözetlemiş. Ribi Yeuşua’nın eski püskü bir palto giydiğini görmüş. Ribi Yeuşua ne yapıyor acaba? diye düşünmüş Yaakov. Sonra da Ribi Yeuşua’nın dolaptan bir balta aldığını görmüş. Bu Yaakov’u daha da şaşırtmış. Ribi Yeuşua evinden çıkarak ormana yönelmiş. Yaakov ses çıkarmamaya dikkat ederek peşinden gitmiş. Ribi Yeuşua baltasıyla küçük bir ağaç kesmiş. Sonra da ağacı küçük parçalara bölmüş, onları iple bağlamış ve sırtına yüklemiş. Ribi Yeuşua ormanın derinliklerine doğru giderken Yaakov da onu takip etmiş. Sonunda eski bir kulübeye varmışlar, Ribi Yeuşua kulübeye doğru seslenmiş, “Ben oduncu Bohor. Sana kış için odun getirdim. “ Ribi Yeuşua kulübeye girerken Yaakov, pencereden bakmış. Hasta bir yaşlı kadın yatakta yatıyormuş.“Ama odun için verecek param yok” demiş kadın. “Önceden getirdiklerinin de parasını daha veremedim.” “Sen sıkılma” demiş haham odunları ocağın yanına bırakırken, “Paran oluncaya kadar bana ödemek zorunda değilsin, Bu arada bu odunları al. Kış boyunca seni ısıtırlar.” Sonra ocağı yakmış ve yaşlı kadına bir tas çorba pişirmiş. Köyün Hahamı Ribi Yeuşua kulübeden çıkmış ve aceleyle evine gitmiş. Ertesi gün Yaakov insanlara, cennete çıktığını görmek için Ribi Yeuşua’yı nasıl izlediğini anlatmış. “Gerçekten cennete çıktı mı? diye sormuş insanlar.Yaakov gülümsemiş ve demiş ki: “Hahamımız Ribi Yeuşua dün sadece cennete çıkmadı. Daha da yükseğe çıkmış. Bu yılki Roş Aşana bayramında sizlerle “cennet” hakkında konuşmak istiyorum. Aslında “cennet”in yapılabilecek en mükemmel tanımını anlatmış olduğum hikâyede gördük.
Pek çok insan için “cennet” lüks bir yaşam ya da duygusal tatmin anlamına gelebilir. Yine pek çoğumuz için “cennet” çok güzel bir dinlence ya da güzel bir seyahat olabilir. Aramızda gurme olanlar varsa onlar için “cennet” sözcüğü leziz yiyecek ve içecekleri çağrıştırabilir. Ancak, oturup düşündüğümüzde “cennet”in hiçbir şekilde fiziksel bir anlam taşımadığını biliriz. Bizler, dünya zevklerinden çok çabuk sıkılırız. Bütün bunların yerine yüce ve ilahi deneyimlerin özlemini çekeriz ki, bu da zaten yaşamın nihai sonudur. Bu yüce ve ilahi deneyimlerimizin sonsuza kadar devam etmesini arzularız. Hatta bu yüzden ölümü bile rahat karşılarız çünkü o anda sonsuz yaşamı yakalamışız duygusuna kapılırız.
Peki bu yüce deneyimi daha sık yaşayabilmek için ne yapmalıyız? Yani yeryüzünde “cennet”i yaşama duygusunu nasıl tadabiliriz?
Filozofların yönelttiği bu soruya, pek çok yanıt verilmiştir. Örneğin, büyük bir düşünür, filozof ve rasyonalist olan Maimonides, Tanrı’yı düşünmekle ölümsüz mutluluğa kavuşulacağını tahayyül etmişti. Maimonides’in yanı sıra başka rasyonalistler de “cennet”in nasıl deneyimleyenebileceklerini düşündüler. Kimine göre bu deneyim, gökyüzünün müziğine ve bu müziğin kendi içindeki matematiksel ilişkisine kulak vermekle mümkün olabilirdi. Belki de büyük müzisyenler ölümsüz bestelerini bu müziği dinleyerek yaratıyorlardı. İyi ama sıradan insanlar bu yüksek zeka gerektiren mutluluğu nasıl duyacaklar? Hepimizde Yaratıcımızın Maimonides’e verdiği zeka yok ki…Öte yandan Tanrı pek çok sıradan insan yarattığına göre onları da seviyor olmalı. Öyleyse bizim de bu sonsuzluğu yakalabilmemiz için çok daha basit bazı yollar düşünmüş olmalıydı.
Bu soruya Tanrı’nın çok basit bir yanıtı var. İşte bu yanıtı bize Ribi Yeuşua’nın hikâyesi anlatıyor:
Siz, ben ya da sıradan herhangi bir insan sadece ve sadece Tanrı’nın ve kendimizin bildiği bir iyilik yaptığımız zaman “cennet”te olmanın deneyimini, mutluluğunu yaşarız. O anda Tanrı ile bütünleşiriz. Hatta o anda aynen Tanrı gibi biz de ölümsüzleşiriz.
Anlatmış olduğum hikâyede dürüst Haham Ribi Yeuşua’nın ne yaptığını Tanrı’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Fakir dul kadın onu köylü Bohor sanmıştı. Rabi Yeuşua öğrencisi Yaakov’un onu gözetlediğini bilmiyordu. Kısacası bir başkasına bir şey verdiğimizde ya da yardım ettiğimizde, bunu bir tek Tanrı bilir ise Tanrı ile bütünleşiriz.
Onun sonsuzluğunun bir parçası oluruz. Kendimizi ve kendi çıkarlarımızı düşünmediğimiz o anda “Cennet”i tadarız. Roş Aşana’da Avraam’ın hayatını ve kariyerini düşündüğümüzde onun kendi çıkarlarını hiç gözetmemeyi başardığını görürüz. Tora bize Avraam’ın pek çok sıkıntılı denemeden geçtiğini anlatır. Talmud’da Tanrı’nın Avraam’ın sadakatini test ettiği on sınav kayıtlıdır. Ancak, sadakatinin tam ve eksiksiz olduğunun kanıtı sadece onuncu sınama ile kesinleşir. Yani sevgili oğlu Yitshak’ı kurban ettiği zaman... Peki Tanrı diğer dokuz testten neden tatmin olmamıştır? Örneğin Tanrı Avraam’ı sınamak için, öz yurdunu terk edip yabancı diyarlara gitmesini istememiş midir? Bu kolay mıydı? Tanrı niçin Avraam’ın sadakatini gerçekten ispatlayabilmesi için illa oğlunu kurban etmesini istemişti?
Şüphesiz Avraam sadık idi. Fakat Avraam Kenaan’a gitmeyi kabul ettiğinde, en azından orada kendinden sonra gelecek nesilleri için büyük bir araziye sahip olacağını ümit ediyordu. Yani bir beklentisi vardı. İşte bu yüzdendir ki, Avraam’ın kendinden daha çok önemsediği oğlunu Tanrı’ya vermeyi kabul etmesinden sonra ancak Tanrı onun sadakat yeteneğinden tamamıyla emin olabilirdi. Bu sınamadan başarıyla geçtiği için Rabbinik edebiyatında Avraam’ın “tamamen sevgi” ile Tanrı’ya hizmet eden de insan olduğu söylenir. Tora’da Avraam’dan daha sadık, daha fedakâr olan bir başka peygamberin tanımı yoktur.
Dinin bir işlevi de insanoğlunun kendi çıkarlarından arınmasına yardımcı olmasıdır. Bu hiç kolay değil ve her zaman beceremeyiz ama en azından sayısını arttırabiliriz. Böylelikle“cennet”i yaşarken deneyimleyebiliriz.
Tabii ki, cennet’i deneyimlemek sadece dinin hedefi değildir. Yakın zamana kadar dine düşmanca yaklaşan psikiyatrlar, daha sonraları yeni bir yaklaşımda bulundular ve günümüzde “endişe” duygusunun kendini çok düşünmekten, “ben”ci olmaktan kaynaklandığını söylüyorlar. Amerikalılar sakinleştirici ilaçlara yılda 100 ila 150 milyon dolar harcıyorlar. Günümüzde milyonlarca genç, orta yaşlı ve ihtiyar insan sinir hastası ve nevrotik. Peki “nevrotik” ne demek? Dünyanın en ünlü uzmanlarından biri nevrotik olmanın şöyle bir tanımını yapmış:
“Nevrotik insan hayatının bazı kesimlerinde aşırı bencil davranan kişidir. Kendine aşırı odaklanmıştır. Mutsuzluğunun kökeninde kendisine odaklanmış olması yatmaktadır.” Endişe ve korkularımızın çeşitli nedenleri olabilir. Aşırı hassas, gücenik ya da tenkitçi olduğumuzda, kendi değerimizi ortaya çıkaramayacağımız korkusu yatar. Bazen yanlış seçimler yapmaktan korkarak kararsız kalırız. Bazen de gerçekten takdire layık olduğumuzu göstermek için aşırı titiz davranır veya katı öz eleştiri yaparız. Gururumuz, nevrozumuzun en önemli nedenlerinden biridir. Oysa kendimize bencil olmayan hedefler belirlersek, nevrozumuzdan tamamen kurtulamasak bile daha sağlıklı ruh haline kavuşuruz.
Din ve psikiyatri aynı yönde hareket eder. Her ikisi de insanoğlunun sağlıklı düşünebilmesi ve “cennet”i deneyimlemesine yardım eder.
Burada asıl sorulması gereken soru şudur – insanoğlu gerçekten bencillikten tamamen kurtulabilir mi? Hayır. Tamamen kurtulamaz. Ebeveynlerin çocuklarını sevmelerinde bile bencillik duygusu vardır. Onları kendilerinden bir parça oldukları için severler. Fakat Tanrı zaten bencillikten tamamen arınmamızı beklememektedir.
Onun istediği bencillikle fedakârlığı dengede tutabilmeyi başarmamızdır. Tanrı nezdinde sürekli olarak kendi ihtiraslarına yenik düşmeyen kişi, doğru adamdır.
Bugünün özelliği ise bencilliğimizi azaltmaya çağrıdır. Biraz da dinin kendisine odaklanalım. Neden bizler dinimizden atalarımızın yararlandığı kadar yararlanamıyoruz? Neden bir zamanlar ebeveynlerimizin ve onların ebeveynlerinin din sayesinde kavuştukları manevi güvenliği hissedemiyoruz?
Cevabı basit. Çünkü dinimizin kendi zevklerimize, uymasını istiyoruz. Dinin bizden istediklerini yapmak yerine bizim dinden beklentilerimiz var. Örneğin, Şabat , kaşerut ve aile erdemlerinin kendi ilgi sahalarımıza uymasını istiyoruz.
Bir de eğitim açısından bakalım. Günümüzde eğitimin hedefleri nedir diye düşündüğümüzde yine bencillikle karşılaşıyoruz. Yalnızca kendi gelişmemizi, kendi ilerlememizi önemsiyoruz. Belirlediğimiz her hedef kendimize odaklanıyor. Peki nerede kaldı kendimizden vazgeçmek? Eğitimden kazandıklarımızı başkalarının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik kullanmak için ne yapıyoruz?
Aile hayatımızı ele alalım. Evde en çok önemsediğimiz değerler nelerdir? Kişisel temizlik ve kişisel görüntümüz değil midir? Kendimizi iyi hissetmek ve iyi görünmek için neler yapmamız gerektiğine odaklanmıyor muyuz? Tekrar bir düşünün. Biz böyle olduğumuz için değil midir ki çocuklarımız da bencillikten kurtulamıyorlar ve başkaları için fedakarlıkta bulunmaya hazır değiller? Onların iyi İbranice öğrenmelerini, çok dua edip çok çalışmalarını, çok sorumluluk almalarını biz engellemiyor muyuz? Bütün bu davranışlarımızın sonucu olarak da çocuklarımıza modern hayatın başlıca problemi olan nevrotik kişilik kazanmalarına meydan vermiyor muyuz?
Toplum hayatımıza bakalım. Sosyal yaşantımızda da hep kazancımızın ne olacağı üzerine odaklanmıyor muyuz? Örneğin, bir gruba üye olduğumuzda öncelikle bunun bize ne yarar sağlayacağını düşünmüyor muyuz? Bir kuruluşa üye olmak istediğimizde kendimize değil de başkalarına yardım etmek üzere hareket ettiğimiz ortamlar ne kadar nadirdir…
Sinagoglarımıza üye olduğumuzda bile bunun bize ne gibi ayrıcalıklar getireceğine odaklanmıyor muyuz? Oysa kendi çıkarlarını düşünmeden bize katılacak olsalar, en büyük hediyeye sahip olacakları doğrudur. Bu büyük hediye “cennet” deneyimidir. Bu da ancak Tanrı’dan başka hiç kimsenin bilmediği bir iyilik yapmakla kazanılır. Tıpkı hikâyemizdeki Ribi Yeuşua gibi……
İşte Avraaam’ın oğlu Yitshak’ı kurban etmesindeki mesaj budur. Avraaam manevi gelişmesinin en üst noktasına Moriah Dağı’nda Tanrı’ya bağlılığını gösterdiğinde erişti. Dilerim aramızdan daha pek çok kişi bir an için bile olsa bencilliğinden uzaklaşarak Tanrı’ya ve O’nun kullarına bağlılığını göstererek “cennet”i deneyimleyebilir.