Büyük durgunluk ve orta sınıfın düşüşü

Ekonomik krizin dünya ekonomisindeki ağırlığını iyice hissettirdiği bu günlerde, dünya ekonomisinde neyin yanlış gittiği sıkça tartışılmakta. Bu durumun sebebini arayan iktisatçılar, ilginç bir tespitte bulunuyor. Acaba yıllardır doğru zannettiğimiz ekonomik politikalar yanlış olabilir mi?

Ceki BİLMEN Ekonomi
23 Aralık 2009 Çarşamba

Geçtiğimiz günlerde Dubai’nin borç geri ödemelerini altı ay süreyle askıya alacağını açıklamasıyla beraber içinde bulunduğumuz ekonomik kriz daha da derinleşti. Bunun bir sonucu olarak,  kimi iktisatçılar ekonomi dünyasında kabul gören paradigmaların doğruluğunu sorgulamaya başladı.1980’li yıllardan beri ekonomide baskın olarak kullanılan paradigma klasik liberal ekonomik modelden etkilemiş olan, piyasanın ekonomideki belirleyiciliğini kabul eden ve bunu hiç sorgulamayan neoliberal ekonomik politikalardı. Ancak son ekonomik kriz ile beraber tüm ekonomik sorunların çözümünü piyasaya bırakmanın doğru bir yaklaşım olmadığı ve hatta piyasaya sınırsız bir güç vermenin bugün karşılaşmış olduğumuz sorunların kaynağı dahi olabileceği fikri ortaya atıldı. Birçok iktisatçı bu yüzden tekrardan, devletin piyasaya müdahalesini öngören Keynesçi ekonomik politikalara geri dönülmesi gerektiğini söylemeye başladı. Bu dönüşümün temelinde ise günümüzde Batılı devletlerde, orta sınıfın girmiş olduğu kriz vardır. Dolayısıyla ekonomik paradigmadaki dönüşümü tam anlamıyla anlayabilmemiz için tarihe bir yolculuk yapıp, dünyada ki ekonomik politikaların belirlenmesinde en önemli devlet olan ABD’de, orta sınıfın nasıl ortaya çıktığını incelememiz gerekmektedir.

 Orta Sınıfın Doğuşu: Roosevelt ve New Deal

Sağlam bir ekonominin oluşması için genel olarak kabul edilen görüş sağlam bir orta sınıfın varlığıdır. Ancak sorulması gereken en önemli soru ise orta sınıfın nasıl meydana geldiğidir. Orta sınıf acaba kendiliğinden mi meydana gelir yoksa devlet eliyle, devletin piyasaya müdahalesi ile yaratılarak mı ortaya çıkar?

Birçok iktisatçı 1980’lere kadar orta sınıfın kendiliğinden meydana gelen bir olgu olduğunu ve bunun Kuznet’s eğrisiyle kanıtlanabileceğini iddia etti. 

Kuznet’s eğrisine göre bir ekonominin gelişiminin ilk dönemlerinde kırsal kesimlerden şehirlere göç meydana geleceği için, iş gücü bol miktarda bulunabilecek ve bunu sonucu olarak sermaye sahibi kesim ucuz iş gücüne ulaşabilecek. Dolayısıyla bir ekonominin gelişminin ilk dönemlerinde eşitsizlikler kaçınılmaz olacaktı. Ancak zamanla sermaye bollaştıkça ve kırsal kesimlerden kentlere göç azaldıkça, ucuz iş gücüde azalacak ve işçilerin ekonomik durumları iyiye gitmeye başlayacaktı. Bu da uzun dönemde işçilerin ekonomik refahlarının artması ve orta sınıfın oluşması anlamına geliyordu.

İktisatçılar 1980’li yıllara kadar bu durumun ABD ekonomisini çok iyi açıkladığını düşünmekteydiler. XIX. ve XX. yüzyılın ortasına kadar eşitsizliklerin yaygın olduğu ABD toplumu daha sonra, bir orta sınıf refah toplumuna dönüştü. Ancak iktisatçılara orta sınıfın meydana gelişini tekrardan düşündüren şey, neoliberal ekonomik politikaların uygulanmaya başlandığı1980’li yıllardan itibaren ABD’de hızla artmaya başlayan eşitsizlikler oldu. Sermaye ile işgücü arasındaki eşitsizlik bir kez giderilip, bir orta sınıf yaratıldıktan sonra ekonomi artık olgunluk dönemine girmeli ve bu orta sınıf toplumu kesintisiz varlığını sürdürmeliydi. Ancak bu böyle olmadı. Bu durumun sebebini açıklamaya çalışan iktisatçılar aradıkları cevabı ABD’nin en saygın başkanlarından Franklin D. Roosevelt ve onun döneminde uygulanan New Deal politikasında buldular.

New Deal ile Roosevelt, piyasalara (bugün Obama yönetiminin yapmış olduğu gibi) önemli ölçüde para pompalayarak, kamu harcamalarını arttırmak yoluyla tüketici talebini arttırmaya çalıştı. Ancak ABD’yi bir orta sınıf toplumuna dönüştüren en önemli kararı ise, çalışanların maaşlarını saatte kırk sentten fazla arttırmak isteyen işverenlerin Washington’dan izin almalarını gerektiren yönetmelik oldu. Bu yönetmeliğin orta sınıfın yaratılmasında iki önemli katkısı oldu. Birincisi, üst düzey yöneticilerde dahil, çalışanların maaşları keyfi olarak arttırılamadığından dolayı, alt, orta ve üst düzey çalışanlar arasındaki gelir farkları ve ekonomik eşitsizlikler azaldı. İkinci olarak ise çalışanların maaşlarının kırk sentten fazla arttırmak için Washington’dan izin alamayan işverenler, yetenekli işçileri kendi şirketlerine çekebilmek için dolgun maaşlar yerine, işçilerine sağlık sigortası yapmayı önermeye başladı. Bu da bir orta sınıfın olmazsa olmazlarından olan sağlık sigortası hizmetinin ABD çapında yaygınlaşmasına sebep oldu.

 1980’ler ve Neoliberalizm

1973 yılında Ortadoğu’da meydana gelen Yom Kipur Arap-İsrail Savaşı sonrası ortaya çıkan petrol krizi ile beraber ciddi bir ekonomik krize giren dünya ekonomisi, 1980’li yıllarda bu durgunluktan çıkmak için yeni bir ekonomik paradigmanın geliştirilmesi gerektiğine karar verdi: Tüm dünyada vergiler düşürülmeli ve devletin piyasaya müdahalesine bir son verilmeliydi. Ekonomide meydana gelebilecek tüm problemlerin çözümü piyasaya bırakılmalıydı çünkü liberal ekonominin babası Adam Smith’in de dediği gibi “piyasadaki görünmez el tüm sorunları çözebilirdi.”

Bütün dünyada neoliberal ekonomik politikaların ilk uygulandığı ülkelerin Reagan Amerika’sı ve Thatcher İngiltere’si olduğu düşünülür ancak neoliberalizmin ilk uygulanma yeri, Salvador Allende’nin kanlı bir şekilde iktidardan indirilmesi sonrasında Pinochet’in iktidara geldiği Şili’dir. Milton Friedman’dan ekonomi alanında danışmanlık hizmeti alan Pinochet yönetimi, Friedman tarafından kamu harcamalarını kesmesi ve her ne pahasına olursa olsun enflasyonu düşürmesi  (genelde eflasyonu düşürmenin bedeli ciddi bir işsizlik olmuştur) yönünde ikna edilir. Bu politikalar, Harvard Üniversitesi’nde eğitimini almış ve neo liberal ekonomik politakaların doğruluğuna inanmış bir siyasetçi olan Şili Çalışma Bakanı Jose Pinera döneminde hayata geçirilir. Daha sonra ABD ve İngiltere’nin liderliğinde tüm dünyaya yayılan neoliberal ekonomik politikalar, yeni ekonomik paradigma olarak dünyadaki yerini aldı. Ekonomik aktiviteden devletin elini tamamen çektiği, enflasyonla mücadele adına işsizlikle yeteri kadar mücadele edilmediği, kamu harcamalarının her ne pahasına olursa olsun kısıldığı ve özellikle ABD’de bireylerin ekonomik refahına önemli derecede katkıda bulunan refah devleti uygulamalarının asgariye indirildiği bir döneme girildi

 BÜYÜK DURGUNLUK

Kimi iktisatçıların Büyük Durgunluk diye adlandırmaya başladıkları, yaşadığımız kriz, bir kez daha uygulanmakta olan ekonomik paradigmanın doğruluğunu tartışmaya açtı. Joseph Stiglitz gibi iktisatçılar, neoliberal ekonomik politikaların dünyada var olan eşitsizliklerin daha da kötüye gitmesine sebep olduğunu ve ekonomik krizlerden etkilenmeyecek ülkelerin de IMF ve Dünya Bankası’nın neoliberal politikaları dayatması sonucu krize girdiklerini iddia ediyorlar. Örneğin ekonomik kaynaklarını iyi yönetmek isteyen Şili, kriz zamanlarında kullanabilmek amacıyla bir “İstikrar Fonu” oluşturdu. Önemli bakır kaynaklarına sahip olan ülke, bakır fiyatları yüksek olduğu dönemde bu fona para koyarak ekonomik bir kriz durumunda, bu fonda biriken paraları kullanarak ekonomisini rahatlatmayı planlıyordu. Ancak zor zamanda bu parayı kullanmak isteyen Şili’ye IMF tarafından bu parayı kullanmaması gerektiği çünkü (neoliberal ekonomik politikalar gereğince) bunun bütçeyi zora sokacak bir kamu harcaması olacağını söylendi. Ancak bugün birçok iktisatçı, Şili’nin bu kaynağı kullanmasını ve bu şekilde piyasaya para pompalayarak önce işsizlikle mücadele etmesinin ve daha sonra bütçe açıklarıyla ilgilenmesinin çok daha iyi sonuçlar doğuracağı görüşünde.

Bugünkü ekonomik krizle beraber, dünyada ekonomik politikaları uygulama durumunda olanlar bir karar vermek zorundalar. Ya neoliberal ekonomik politikalara devam edip var olan eşitsizlikleri daha da pekiştirecekler ya da Keynesçi ekonomik politikalara geri dönüp, refah devleti uygulamaları ile beraber eşitsizlikleri daha aza indirip bir orta sınıf toplumları düzeni kuracaklar.