Bratislava, Avrupa’nın turizm sahnesine yeni katılan şehirlerinden biri. Küçük ama beklentilerden çok daha fazlasını sunuyor. Henüz turist yığınları sokaklarını aşındırmaya başlamamış, fiyatlar uygun, halk güleryüzlü-yardımsever. Tüm ‘içinden su geçen şehirler’ gibi cazibeli, biraz çekingen, seçiminize göre hem canlı, hem sakin...
Slovakya Orta Avrupa’da küçük bir ülke. Nüfusu beş milyon, yüzölçümü 49,000 km2. Halkın %86’sı Slav, onda biri Macar, %5’i ise Çek, Alman, Romanya, Ukrayna, Polonya kökenli. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra kurulan Çekoslovakya, II. Dünya Savaşı’ndan önce Münih Antlaşması ile Nazi Almanyası tarafından işgal edildi; savaş sonrasında 1945-1990 arası Doğu Bloğu’na katıldı, SSCB dağılınca, 1 Ocak 1993’te Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı.
Ülkenin başşehri Bratislava 367 km2’lik yüzölçümü ve 426,000 kişilik nüfusu ile ufacık bir şehir. Şehrin ana meydanından çoğu ‘turistik’ yere yürüyerek ulaşmak mümkün. Daracık kaldırım taşlı sokaklarında gezinmek tarihte yol almak gibi... 1452 yapımı gotik St. Martin Kilisesi Kraliçe Marie Theresa dahil ondokuz Macar kral ve kraliçesinin taç giyme törenine ev sahipliği yapmış. Eski şehirde neo-klasik parlamento binası, belediye binası ve 1572 yapımı St. Maximilian Çeşmesi etkileyici. Grasalkovich Sarayı Slovak Cumhurbaşkanı’nın rezidansı. Arkasındaki park alanı halkın sıkça ziyaret ettiği şehrin yeşil kalbi. Neo-rönesans stili Slovak Ulusal Tiyatrosu, Viyanalı mimarlar Felner ve Helmer tarafından yapılmış. Reduta binası ise ünlü Slovak Filarmoni Orkestrası’nın mekanı.
Şehrin hizmette olan tek Ortodoks sinagogu 1923-1926 yılları arasında inşa edilmiş. II. Dünya Savaşı öncesinde yaşayan 90,000 kişilik Yahudi nüfusundan bugün ancak 2,300 kişi kalmış olsa da Yahudi Müzesi ve Rabbi Chatam Sofer’in mozolesiyle birlikte şehirdeki Yahudi izlerini takip etmek mümkün.
Şehri kuşbakışı gören dikdörtgen Bratislava Kalesi 1811 yangınından sonra 1960’larda tekrar inşa edilmiş. İçinde ulusal, tarih ve arkeoloji müzelerini barındıran kale, restorasyon çalışmaları nedeniyle ziyarete kapalı ama bahçesinden manzara müthiş; hem eski şehri hem de şehri ikiye bölen Tuna Nehri’ni, köprüleri, hoş gemi otelleri görebilirsiniz.
Bir çok kilise arasında benim tercihim art-nouveau stilindeki Blue, diğer adıyla St. Elizabeth Kilisesi oldu. 20. yüzyılın başlarında inşa edilen kilisenin mavi dış cephesi ve mozaikleri bir masal kitabından fırlamış etkisi yaratıyor. Sanki Disneyland Paris’ten çıkagelmiş, kendini salına salına şehrin ortasına kondurmuş! Bratislava halkının düğünler için en çok tercih ettikleri kiliseymiş. Beş bebeğin ardarda vaftiz törenlerine şahit olduğum gün kilisenin özel kutlamalar için neden seçildiğini anlamakta hiç güçlük çekmedim.
Bratislava’ya yolunuz düşerse sokaklarda dolaşırken ilginç görüntülere hazır olun: Slovak radyosunun bulunduğu ters dönmüş piramit farklı bir yapı. Yerden kafasını dışarı çıkarmış Rubberneck birkaç kez dikkatsiz sürücüler nedeni ile kafasını kaybetmiş ama halen yaşama direniyor! Ana meydandaki banka yaslanmış Juraj Melis imzalı bronz Napolyon askeriyle fotoğraf çektirmemek olmaz. Dikkat etmezseniz on dördüncü yüzyılın ilk yarısında inşa edilen gotik St. Michel’s Gate’de kapıyla kule arasında 15 numarada sıkışıp kalmış Slovakya’nın en dar evini (
*Little Big City: Küçük Büyük Şehir
Ne yenir, ne içilir?
Geleneksel Slovak mutfağını tatmak isterseniz SNP köprüsünden (1962-1972) yılları arasında yapımı sırasında eski şehrin yahudi bölümünün çoğu yıkıma uğramış; şu anda tepesinde güzel manzaralı ve fahiş fiatlı UFO adlı bir restaurant var) 10 dakikada Tuna’nın karşı kıyısına yürüyün. Leberfinger’de Avusturya ve Macaristan mutfaklarından etkilenmiş spesyalitelerden tadın. Bir başka geleneksel seçenek Beblaveho sokağındaki Modra Hviezda yani Mavi Yıldız. 1. Slovak Pub’ın onbir odasından her biri ülkenin tarihi bir dönemini yansıtıyor ve aynı anda 700 kişiyi ağırlayabiliyor. Ülkenin mutfağı bol kalorili, et ve karbonhidrat ağırlıklı. En çok yenen langose (sarmısaklı kızarmış hamurcuklar), lokse (patates krebi), mantar, kurutulmus erik ve paprikayla yapılan noel çorbası gibi lahana yemekleri, tadın. Çeşit çeşit pierogi’ler (Polonya kökenli bir tür ravioli) arasında lahanalısı ve ıspanaklı olanı gerçekten leziz... Kocaman ekmekten yapılmış tabaklarda sunulan sarmısak çorbası mükemmel, haşhaşlı ve cevizli strudelleri bir harika! Slovak biraları, Devin denemeye değer. Ulusal içeceklerden erik brandy Slivoviça, armut brandy hruskoviça içki tadımcıları için... Ardıç meyvesinden yapılan brandy Boroviçka ise 5cl’lik bardaklarda sunuluyor, bir dikişte tümünü içmek gerekiyor- aman dikkat, alkol oranı en az %40!
Casa del Havana’da rom, şeftali likörü, lime suyu, taze çilek, taze naneden oluşan matochito; rom, greyfrut, zencefil, sodadan oluşan ginger mojito ve guacamole (avokado püresi) yanında chicharitas’lardan (yeşil muz cipsi) tatmadan şehirden ayrılmayın.