Teröristleri ve potansiyel gönüllüleri radikal yollarından geri çevirmek mümkün müdür? Suudi Arabistan’da başlatılan bir rehabilitasyon programı bunun olası olduğunu ortaya koyuyor.
Suudi Arabistan’da başlatılan rehabilitasyon programında 2004 yılından bu yana, 4000 kadar militan toplum hayatına kazandırıldı. Bu rakkam, adi suçlardan hüküm giyen ve benzer bir çalışmaya tabi tutulan tutukluların çok daha üstüne bir sayıyı ifade ediyor. Ortadoğu, Avrupa ve bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde benzer programlar geliştiriliyor. Neo-Naziler, aşırı sağcı militanlar, narko-teröristler, köktendinci militanlar, bu programlar sayesinde hem radikal ideolojilerinden koparılıyor, hem de aşırı yöntemlerinden arındırılıyor.
ABD hükümeti de bu çalışmaların başarı ve başarısızlıklarını iyi anlamak durumunda. Özellikle İslam’ı şiddete alet ederek amaçlarına ulaşmayı hedefleyen gruplarla olan savaşında bunun büyük önemi var. Bunun bazı nedenleri var.
Öncelikle, ABD terörist gruplarla olan savaşında zafere giden yolu ölüm üzerine kurmamalı. Elbette ki askeri harekâtlar bu tip girişimlerde önemli yer tutar. Ancak burada amaçlanan, ilk etap, terörist grupların büyümesini önlemek olmalıdır.
Devamla, terör gruplarının radikal söylemlerinden arındırılma süreci ABD’nin (ve bu arada teröre maruz kalan tüm ülkelerin) ulusal güvenliklerine doğrudan etki eder. Bu kişilerin topluma kazandırılmaları, tekrardan teröre bulaşmalarını önleme anlamında gerçek bir başarıdır.
Bu aşamada, El Kaide’ye karşı girişilen harekâta bir bakalım: Terör karşıtı askeri faaliyetler örgütün Afganistan, Irak ve Suudi Arabistan’daki gücünü azımsanmayacak şekilde azalttı. Pakistan’da girişilen pro-aktif eylemler örgütün bazı önde gelenlerinin bertaraf edilmesi ile sonuçlandı ve ana karargâh ile dünya üzerine dağılmış hücrelerin iletişimi sekteye uğradı. Böylece, örgütün içinde, geri dönüşü zor boşluklar yaratılmış oldu.
El Kaide’nin söylemleri ve terörist faaliyetleri, özellikle - Benazir Butto’nun öldürülmesi ile birlikte - hedef aldığı, Pakistan’da git gide soluyor. Gerçi İslam ülkelerinin birçoğunda yapılan kamuoyu araştırmaları, halkın, ABD’nin Yakındoğu’da giriştiği savaşı ‘meşru müdafa’ olarak görmediğini ve dolayısı ile buna sempati ile yaklaşmadığını gösteriyor. Bu konuda, Mısır, Endonezya, Fas ve Pakistan’da yapılan anketler, toplumun, Washington’un askeri faaliyetlerinin esas amacının İslam dünyasını zayıflatmak ve bölmek olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyor. Örneğin geçtiğimiz bahar aylarında Pakistan’da yapılan bir araştırmaya göre halkın % 80’i Amerikan askeri hareketlerini onaylamıyor. Ancak aynı oranda katılımcı da El Kaide’nin ve benzer aşırı İslamcı terör odaklarının ülkedeki varlığına şüphe ile baktığını ve onlara karşı sempatisini yitirdiğini söylüyor. Bu 2007 yılında yapılan son araştırmadan bu yana % 40’lık oranında bir artış demek oluyor. Pakistanlılar, köktendinci akımları artık ulusal bir tehdit olarak algılamaya başlamış durumdalar. El Kaide’nin, batıya karşı İslam’ın koruyucusu olarak lanse edilen imajı, Afganistan’da, Pakistan ve Irak’ta öldürülen binlerce sivilin ardından, erozyona uğramış durumda. Dolayısı ile, eğer İslam’ı radikal söylem ve eylemlerine alet eden teröristlerin içine düştükleri sarmaldan kurtarılacakları bir zaman varsa, işte o bugündür!
GRUP DİNAMİKLERİ
Avrupa’da Müslüman gençler kendilerini toplumsal anlamda ön yargılara kurban gitmiş bireyler olarak tanımlıyorlar. “Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi” tarafından 2006 yılında yapılan AB merkezli araştırmalarda, azınlıkların ve göçmenlerin, birlik sınırları içinde, işsizlikle daha çok karşılaştıklarını, toplum tarafından arzu edilmeyen işlerde daha yüksek oranda çalıştırıldıklarını ve daha düşük maaş aldıklarını ortaya koymuş. Ünlü Hollandalı Yönetmen Theo van Gogh’un bir İslamcı militan tarafından öldürülmesinden sonra, azınlıklara karşı saygılı olmakla gurur duyan Hollandalı gençler arasında, ciddi bir güven bunalımı oluştu. Örneğin, Hollanda’daki Faslı gençler arasında arttığını iddia ettikleri radikal söylemlerden veya imamların, eşcinsel yaşamı bir günah olarak gösteren sert vaazlarından etkilendiklerini ve rahatsızlık duyduklarını, daha sık ve zaman zaman daha sert bir şekilde dile getirir oldular. Buna karşılık yerel hükümetler ve sivil toplum örgütleri, birçok sosyal programı yürürlüğe koyarak genç göçmenlerin günlük yaşantıya daha kolay entegre olmalarını sağlamaya çalışıyor.
Terörist faaliyetlere sempatizan bulunması yolunda grup dinamikleri sosyal haksızlıklar kadar önemli… Gençler, bu gibi kanundışı faaliyetlere bazen arkadaşları yolu ile ya da müzik, moda, yaşam şekli gibi ikincil etkenlerle katılıyorlar ve içine girdikleri grubun ideolojisini ve amaçlarını çok sonraları anlıyorlar. Köktendinci İslami grupların cihat çağrısı içeren rap parçalarını gençler arasında yayması bundandır. Hollanda’da karşılıklı görüşme yapılan birinci ve ikinci nesil Müslüman göçmen gençler, cihattan söz etmenin sosyal çevrelerinde kendilerine popülarite sağladığını söylüyor. Bu gençlerin çoğu şiddete bulaşmayacak. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bir sosyal grup olarak örgütlendiklerinde, bu gruba benzersiz bir aidiyet ile bağlanacaklardır. Bu birey olarak onları ve içinde yaşadıkları dar toplumu da derinden etkileyecektir. Dolayısı ile yapılması gereken, onlara verilen toplumsal desteğin yeni kaynaklarla zenginleştirilmesi olmalıdır. Bu aşamada, şiddete bulaşmış bireyin bundan arındırılması sürecindeki başarı, Suudi programında görüldüğü gibi, onların ailelerine ve önceki çevrelerine entegre edilmelerine bağlıdır. Son tahlilde, kişilerin radikal söylem ve eylemlerinden arındırılmaları da, onların bu tür bir yaşam içine itilmeleri de, grup dinamikleri tarafından yönetilen süreçlerdir.
EKONOMİK BOYUT
Sonra işin bir de ekonomik boyutu var. Bu gençlerin birçoğu için cihat bir iştir. Harvard Üniversitesi’nden Prof. Alberto Abadie tarafından yapılan bir araştırmada, gerçi düşük gelir ile terörizm arasından doğrudan bir bağlantı bulunamadığı ifade edilmiştir. Ancak, düşük gelir düzeyine sahip, işsizliğin pençesindeki ülke gençlerinin, bu gibi faaliyetlere daha kolay ikna edildikleri de bir gerçektir.
Suudi Arabistan’da yürütülen programa katılanların çoğunun erkek olması ve neredeyse tamamının düşük veya orta gelirli ailelerden gelmesi buna iyi bir örnek oluşturur. Bunların ancak % 3’lük bölümü zengin ailelerden gelmekte… Çoğunun daha önce sabıkası var… En yaygın olan sabıka kaydı ise madde bağımlılığı… Bu insanların % 5 kadarı ise, şaşkınlık yaratacak şekilde, terör eylemlerine karışmadan din adamı olarak görev yapanlar…
Bu aşamada, uygulanan programın ciddi bir boyutu da, terörist eylem ve söylemlerden arındırılan insanların mesleki açıdan eğitilmeleri ve daha sonrasında kendilerini idame ettirecek bir işin bulunmasıdır.
YA PSİKOLOJİ?
Terörizmin çoğunlukla bir ‘kendi kendini ifade etme yöntemi’ olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Toplum içinde, ‘şekli ve nedeni’ ne olursa olsun aşağılanan gençlerin, korkularına, yok sayılmalarına karşı, kendilerine önerilen bir yaşam şeklidir, şiddet. Bu yolla, kendilerini gösterirler, var oluşlarını ispat ederler. Kendilerini onaylan bireylerin gözünde, kahraman olurlar.
Burada, özellikle Afganistan ve Pakistan’da erkek çocuklara yönelik cinsel tacizlerin bu yolda ne denli etkili olduğuna da değinmeden geçemeyeceğiz. Öte yandan, bu gençlerin devamlı şiddete maruz kalmalarının davranışlarında ve düşünce sistemlerinde geri dönüşü çok zor bozukluklara sebep olduğunu da not etmek gerekir. Kendilerini devamlı bir savaşın içinde hissetmek, normal insanlar için olağanüstü olan durumu, kanıksamalarına neden olmaktadır. Daha ötesi, terör suçlularının tutukluluk durumlarında gördükleri şiddet ve olası işkencelerin yarattığı travma da ayrıca üzerinde konuşulması gereken bir etkendir.
Guantanamo’dan, terapi programı dahilinde Suudi Arabistan’a gönderilen bazı terör suçlusu gençlerin, kendilerine uygulanan psikiyatrik tedaviye rağmen, korkunç karabasanlar gördükleri ve kendilerini hiç olmadıkları kadar kırılgan hissettikleri biliniyor. Burada, bu programları yönetenlerin veya yürürlüğe koyanların, post-travmatik stres davranışları konusunda daha bilgili olmaları gerekir. Bu, terör suçlularına sempati ile bakmak demek değil. Bunu hak etmedikleri kesin. Ancak, bu insanların içinde bulundukları durumu anlamak, ileride bir kez daha aynı duruma gelmelerini önleyebileceğinden, önemlidir.
Bazen de, kişilerin şiddet içinde profesyonel katillere dönüştüklerine tanık olunur. Burada belli gruplara ait olmanın heyecanı, bir amaca inanmanın sağladıklarına üstün gelir. Bu durumda teröristlerin, eylemlerinin devamı için kendilerine haklı nedenler çıkarttıkları görülür.
SONUÇ OLARAK
Hem radikalleşme hem de bundan sıyrılma süreci değişik etapları gerektirir. Bunların en önemlisi, terör fiiline karışanların değer yargılarının ve davranış kodlarının değişmesidir. Ancak birçok olay göstermiştir ki, değer yargılarının değişimi, çoğu zaman davranışların değişimini getirmiyor. Gençlerin, bir gruba ait olma dürtüsü veya gereksinimi ile gençlik çetelerine üye olurmuşçasına, terörist hücrelere katıldıklarını, katılımlarından çok sonra, kendilerinden istenenleri anlamaya başladıklarını ve çoğunlukla, bunların altında ezildiklerini takip ediyoruz. Bir genci olumlu yola sevk etmenin anahtarı, onu bu çetelere girmeden önce kontrol altına almaktır.
Dolayısı ile bu aşamada, radikalleşmenin önüne geçmek, daha sonra yapılması gereken ve çok daha pahalıya mal olacak, de-radikalizasyon çalışmalarını kolaylaştıracaktır. Ülke hükümetlerinin bu anlamda, öğretim kurumlarında sağlanan eğitimin yanında, buna tamamlayıcı olarak, gençlik programları düzenlemesi, onları yönlendirmek açısından önemlidir. Azınlık grupların veya göçmen gençlerin, kendilerini ifade etmelerini sağlamak, yaşantıları ve sorunları hakkında, açık ve samimi şekilde konuşmalarına olanak tanımak çok önemlidir.
Demokratik teamüller içinde, barışçı ortamlarda, kişilerin birbirlerine değer verdikleri, saygı duydukları ortamlarda yapılan bu tip açılımlar, sosyal gerilimi sıfırlayan – en azından azaltan – ve ilgili gençleri topluma kazandıran yöntemlerdir.
Kaynak: Foreign Affairs Ocak / Şubat 2010
*Harvard Hukuk Okulu, Hukuk Okutmanı