İçinde bilgelik barındıran ve geçmiş bin yıllardan günümüze dek gelen antik metinlerde ve öğretilerde bahsi geçen ancak sembollerle şifrelenerek anlatılan, bu yüzden çoğunluk tarafından anlaşılamayan, ancak erdemli kişilerce anlaşılarak ortaya konmuş bazı fikirlerin, çağımızın bilim adamlarının vardığı sonuçlara çok benzemesi sadece bir tesadüf müdür acaba?
Kimimiz yaşar gideriz öylesine sormayız sorgulamayız, kimimiz de çok sorup sorgularız, ama işin içinden çıkamaz, bir yerlerde saplanıp kalırız. Ancak bazıları merak ederken dengesini korur ve zamanı geldiğinde yolunu mutlaka bulur. Bazen dener yanılır. Sonra başka şekillerde tekrar dener ama herkes bir şekilde öğrenir, alır hayattan alacağını.
Peki, öğrenmek nedir? Bizde olmayan bilgileri dışarıdan almak mı, yoksa aslında bizde hep var olagelmiş ama kendimizde açığa çıkmamış olan şeylerin açığa çıkma hali midir öğrenmek? Aslında işin ilginç tarafı, merdivenin farklı basamaklarında duran insanlar bulundukları basamak ve edindikleri bakış açıları sonucunda bu iki seçenekten birini seçecek ve hepsi de kendilerine göre haklı olacaklardır. İşte bir yazıyı okuduğumuz zaman da, bunu hangi düzeyde yorumladığımız ve hangi sonuçlara vardığımız da kişiden kişiye değişecektir. Unutmayalım ki; bir çiftçinin tarlasının bereketlenmesi ve şehirdeki adamın yürürken ayakkabısının çamurlanması aynı yağmurun farklı sonuçlarıdır. Bu noktada önemli olan; insanın kendini iyi bilmesi ve yaradılışına uygun olduğunu düşündüğü yolda emin adımlarla ilerlemesidir.
Son zamanlarda insanlar çevrelerini kuşatan gerçekliği daha çok sorgular ve bir çıkış yolu arar oldu. Ancak durum böyle iken okuduğunu, dinlediğini ya da öğretileni sınırlı düzeyde anlayarak öğrendiği şeye küsen ya da akıl sağlığını yitiren de pek çok insan vardır. Aynı zamanda kendini değiştirme ve öğrendiğini kendi yararına uygun şekilde yorumlayabilme yeteneği geliştirenler de mevcuttur. İçinde bilgelik barındıran ve geçmiş bin yıllardan günümüze dek gelen antik metinlerde ve öğretilerde bahsi geçen ancak sembollerle şifrelenerek anlatılan, bu yüzden çoğunluk tarafından anlaşılamayan, ancak erdemli kişilerce anlaşılarak ortaya konmuş bazı fikirlerin, çağımızın bilim adamlarının vardığı sonuçlara çok benzemesi sadece bir tesadüf müdür acaba?
Kimi kaynaklarda özetle sembolizm için şu bilgiler aktarılmaktadır:
“Sembol kelimesi, ‘soyut bir şeyi anlatmaya yarayan somut şey’ ya da ‘evrensel yasa, ilke, bilgi ve fikirleri açıklayan işaretler’ olarak tanımlanır. Bir sembol, anlatmak istediği şeyi en kesin, en belirli, en sade, en doğal şekilde ifade eden işarettir. Hakikatlere ait bilgilerin halkın geniş kitleleri tarafından bilinmesi gereken kısmının, onların anlayabilmesi için, daha sade, daha basit kalıplara indirgenmesi ihtiyacından dolayı sembollerin ardına gizlenmiş bir haldedir kutsal metinler. Böyle metinlerin tüm insanlara hitap edebilmesi için, tüm anlayış ve zihin düzeylerine hitap edebilecek şekilde indirilmiş olması gerekmektedir. O halde o metin öyle hazırlanmış olmalıdır ki, hem her anlayış düzeyindeki insan orada kendi anlayış düzeyine uygun ilerletici bilgiler bulsun, hem kendisini kargaşa içerisine sokabilecek henüz taşıyamayacağı bilgileri orada bulamasın, hem de zihin ve anlayış düzeyi yükseldikçe, idraklendikçe, daha derin bilgileri bulabilsin... İşte bunu sağlayabilecek tek sistem sembolizmdir.”
Sembolizm konusu geçen birkaç sene içerisinde Dan Brown’un yazmış olduğu Da Vinci Şifresi romanı ile gündeme gelmişti. Bunun ardından Melekler ve Şeytanlar ve şimdi de Kayıp Sembol kitabı ile zirve yaptı. Bu kitapları okuduğunuz zaman sembolizm ile ilgili entelektüel bazda ufak tefek bilgiler ediniyorsunuz. İnsanlara, geçici de olsa, keyif ve heyecan veren bu türden girişimler belki de buz dağının sadece görünen kısmının minik bir parçasıdır… Kim bilir…
Geçtiğimiz haftalarda Dan Brown yeni kitabının tanıtımı için Türkiye’deydi. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki söyleşisine gitme fırsatı buldum. Sembolizmin yanı sıra, söyleşinin diğer konuları; adına ‘noetik bilim’ denilen yeni bir bilim dalı ve kişinin bilinçaltı yapısının ve buna bağlı olarak gelişen düşüncelerinin hayatımızda ve fiziksel madde üzerinde değişime yol açan etkileri üzerine idi. Gerçi son zamanlarda bu konu oldukça fazla işlenir oldu. Hatta kimilerine sıkıcı gelmeye başlamış da olabilir. Ne olursa olsun yaklaşık 100 kişilik elit bir kitlenin, toplanarak, bir söyleşide böylesine bir konu üzerine kafa yorması hoşuma gitti doğrusu. Peki, bu konuşmaları dinleyince hayatımızda ne değişiyor? Bunlara kafa yormak ve entelektüel veya pratik düzeyde ilgilenmek ne işimize yarayacak diye soranlarınız olabilir. Kiminin işine çok yarar kimininkine az. Sonuç olarak herkesin kabı hacmi kadar su alır. Kaplarımızı yani zihinlerimizi haddinden fazla zorlamamak lazım bekli de… Fakat düşünmekten, öğrenmek ve öğretmekten vazgeçmemeli ve sürekli öğrenmeye açık ve hevesli olmalıyız.
Öğrenmek için kabul etmek lazım. Niçin’e Neden’e gelen cevaplara açık olmakla; onları kabul etmekle işe başlayabiliriz. Keza cevaplar zaten bizde. Öğrenmek isteyene…
Fakat yine de, yazının başında belirttiğimiz gibi, herkes bir şekilde öğrenir, alır hayattan alacağını…
Moris Mert GÜZEL