“Bu bölgenin belki de en azından apartman adları, sokakları ile yeniden tabelalar ile düzenlenip tıpkı Avrupa’daki gibi Yahudi kültür mirasının bir parçası haline gelmesi fikri tekrardan aklımda canlandı”
Bu seferki yazım için geçen hafta kaldığımız yer olan Galata Meydanı’ndan Karaköy’e doğru inip turumuzu sonuçlandırmak fikrindeydim. Ancak aldığım yorumlar özellikle de geçen hafta sonu İsrail’den gelen bir telefon bütün fikirlerimi değiştirdi. O uzaklarda aradığım Galata’nın sakinleri yazımı okumuşlar, hatta yanlışlarımı bile düzeltmişlerdi. Uzun zamandır içimi kemiren bu bölgenin belki de en azından apartman adları, sokakları ile yeniden tabelalar ile düzenlenip tıpkı Avrupa’daki gibi Yahudi kültür mirasının bir parçası haline gelmesi fikri tekrardan aklımda canlandı. Her zaman kendime sorduğum “Peki o yaşayanları şimdi nerede bulup da günlük hayata dair bilgileri kaydedeceğiz?” sorusuna cevap aldığım mail ve telefonlardan geldi. Demek ki, halen farklı bir ülkede yaşasa da kalbi Galata için atan, o günleri daha dün gibi hatırlayan birilerini bulmak mümkün. Bu yüzdendir ki haftalık gezimiz Galata Meydanı’nda başlayacak ve aynı yerde bitecek, Karaköy’e önümüzdeki haftalarda ineceğiz. Bu sayede sözü biraz olsun yaşayanlara vereceğiz, geçmişi geleceğe aktarmaları için. Değişen yaşam şartları ile nesiller arası kopuklukların arttığı günümüzde biz gençlere düşen görev geçmişi o dönemin şartları ile araştırıp anlamaya çalışmak, büyüklerimizin görevi ise eskinin aksine kötüsü ve iyisiyle yaşanmışlıkları bize aktarmak olacaktır. Ailemde hem Varlık Vergisi hem de Trakya Olayları’nı yaşayan büyüklerim olduğunu bilmeme rağmen bu olayları ancak okumalarım sonrası ısrarcı sorularımla ilk ağızdan birkaç cümle olarak öğrenebilmiştim. Şimdi ise geride kalanları kaybetmemeye, en azından yaşananları kayda almaya uğraşıyorum.
GALATA KULESİ
Gezimizin bu hafta ilk durağı Galata Kulesi olacak. Bizans İmparatoru Anastasius tarafından ahşap olarak inşa edilen kule 1348 yılında Cenevizlilerin eline geçmesi ile tekrardan İsa Kulesi adı ile yığma taştan yapılmıştı. Kule Osmanlı Dönemi’nde önce zindan sonra yangın kulesi olarak hizmet vermiş ve 17.yüzyılda Hezarfen Ahmet Çelebi kollarındaki kanatlarla kule üstünden Üsküdar’a kadar uçmayı başarmıştı. Cenevizlilerden günümüze en önemli yapı olarak kalan kule o dönem şehir planlaması için yapılan surların en üst bölümüne yerleştirilmişti. 1967 yılındaki restorasyon günümüze kule gündüzleri cafe akşamları da Türk geceleri organize edilen bir turistik işletme olarak faaliyete devam etmekte. DOĞAN APARTMANI
Doğan Apartmanı Galata’nın bugün bize içerisinde bulunduğu durumu özetlemesi açısından her zaman gündemdeki yerini koruyor. Doğan Apartmanı, Galata Kulesi’nin sol tarafından devam ettiğinizde Serdar-ı Ekrem Sokak 56 numarada sarı renk cephesi ve yeşil pancurları ile hemen kendini belli ediyor. 1860’larda Prusya Büyükelçiliği olarak alınan araziye ilk olarak Prusya Büyükelçiliği inşa ettirilir ancak daha sonra bina elçiliğin buradan ayrılması ile boşalır. 1890-1919 yıllarında Belçikalı Helbig ailesi asıl bugünkü binayı inşa ettirir ve kendi adlarını verirler. 1. Dünya Savaşı sonrası mal sahibi ölünce bina açık arttırma ile dönemin tütün kâğıdı fabrikatörü Mair De Botton’a satılır ve adı da Botton Han olarak değişir. 1929 yılında borç yüzünden ipotek edilen bina Victoria Sigorta’ya satılır. Han, Victoria Han adını alır. 1942 yılına gelindiğinde ise Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent binayı alır ve Alpler’de geçirdiği kazada ölen oğlu Doğan’ın adını verir. Günümüze gelindiğinde ise artık apartmanların tek tek satıldığını ve ayrı ayrı sahiplerinin olduğunu biliyoruz. Binayı ilginç kılan en önemli bir dönem özellikle yabancı şirketlerin orta seviyeli memurlarına kiraya verilen ucuz malzemeli bu apartmanın şu an tek bir katının 600 bin ile 1 milyon TL arasında değişmesi olarak görülüyor. Artık binada bir dönem yaşayan Yahudi, Ermeni ve Rumlar’dan çoğu ya yurtdışına gitti ya da hayatını kaybetti.
KAMONDO HAN-YAZICI APARTMANI
Serdar’ı Ekrem Sokak’ta Doğan Apartmanı’na gelmeden sağ tarafta neo-klasik üslupta simetrik yapı olarak inşa edilen Kamondo Han bizi karşılar. 18.yüzyıldan beri Osmanlı’nın ticari hayatında aktif bir rol oynayan Kamondolar, İsaac Camondo ve Şurekası isimli bankaları ile başlattıkları atılımı bölgede yaptırdıkları apartmanlar, hanlar, dükkânlar ve o meşhur merdivenleri ile bölgedeki modernleşmeye de ışık tutmuşlardır. Kamondo Han’ı da mimarisinden çok aslında orada yaşayan kiracıları meşhur yapmıştı, bunlara örnek olarak Sultan’ın diş hekimi Hantz Von Der Heyde ve Abidin Dino’yu gösterebiliriz.
GALATAYI YAŞAYANLAR ANLATIYOR
İlk olarak sözü 1948-1967 yıllarında Galata’da yaşamış ve şu an İsrail’de yaşayan Yusuf Bey’e veriyoruz. Yusuf Bey aradığında karşılıklı bir heyecan yaşadık. Bir saate yakın süren görüşmemizde bana oturduğu apartmanı ve günlük yaşamı özetledi. Yusuf Bey Büyük Hendek Caddesi’nde 81 numara Güler Apartmanı’nda otururmuş, o zamanlar apartman 3. kat penceresinin hemen altındaki Davud Yıldızı ile dışarıdan hemen fark edilirmiş. O apartmandan ilk aklında kalan komşusu Rum Terzi Froso, kendisi 6-7 Eylül olaylarından sonra Yunanistan’a gitmiş. Yusuf Bey yaşadığı dönemde mahallesinin tam bir “Yahudi mahallesi” olduğunu sokakta dolaşırken yüksek sesle kimi zaman hem Ladino hem de İbranice melodiler mırıldandıklarını anlattı. Bunun yanında neredeyse tümü Yahudi olan komşularıyla Cuma Sinagog çıkışlarının, Şabat yemeklerinin, Motsae Şabatlarının çok kuvvetli hissedildiğini belirtti. Hatta Kal de los Frankos (İtalyan Sinagogu) ile Büyükhendek Caddesi’nin kesişiminde sol kolda dönemin Hahambaşısı Rafael Saban’ın oturduğunu, Pesah ve Sukot arası Omer esnasında Cuma akşamları her hafta bu sinagoga bir konferans dinlemeye gittiklerini anlattı. Kimi zaman bir doktor ya da bir avukat ama her hafta Ladino dilinde cemaatin ileri gelenleri görüşlerini aktarırlardı. Yusuf Bey o dönemde aklında en meşhur iki pastane olarak Baylan ve Tilla’nın kaldığını ve daha sonra semtlerinde bulunan Andon’un gözde bir mekân olduğunu belirtti. Ancak bayramlarda özellikle cemaat çoğunluğunun Lo Bueno’dan alışveriş yaptığını hatırladı. Yusuf Bey ile telefonu kapatırken kendisi yakın zamanda tekrardan Türkiye’ye yaşadığı sokağa geleceğini belirtti, kim bilir belki geldiğinde bu sefer Galata’yı beraber gezeriz.
ÇARŞAFLARA YANSITILAN TARİH
Bundan birkaç sene evvel 500. Yıl Vakfı’nın bir projesi ile Galata’da yaşanmışlıklar fotoğraflar ile o evlerin üstlerine çarşaflarda yansıtılmıştı. Galata’yı gezen, ya da birkaç senedir burada yaşamaya başlayan yeni Galatalılar şu an oturdukları evlerin eski sakinlerini tanıma fırsatı bulmuşlardı. Kim bilir belki yakın zamanda eski Galatalılar’ı yeni nesil ile buluşturabilir, eskiyi ve yeniyi beraber tartışabiliriz. Unutulan tarihimizi gün yüzüne çıkarmak, bir nebze olsun oradan geçerken etrafa bakıp size de yaşanmışlıkları yaşatmaktı bu yazımızın amacımız. Umarım anıların devamı gelir, Galata’daki hayatları sizinle paylaşmaya devam ederiz.
ROZ KOHEN’İN ANILARINDAKİ MELEK APARTMANI Galata ile ilgili anılarını bu sefer bölgede yirmi yılı aşkın süre yaşamış şu anda Amerika’da olan Roz Kohen’in kendi sitesinde buluyoruz. Şişhane Kıblelizade Sokakta’ki altı katlı, tahta merdivenli, gri taştan yapılan Melek Apartmanı çoktan yıkılmış, ancak tümü Yahudi olan kiracıları ile apartmanın anıları Roz Hanım’ın halen dün gibi aklında : “Melek Apartmanının çatı katından mahalleyi bir uçtan bir uca görebilmek çok ilginç gelirdi çocukken, sokağın seyyar satıcıları, alışveriş eden komşuları, arabacıları, eskicileri, Haliç’in mavna ve vapurlarını, taa yükseklerde halı silkeleyen ev hanımlarını ve sokakta oynayan çocukları görünmez bir kimliğe bürünerek izleyebilirdim. Hamursuz Bayramı geldiğinde daracık oturma odasının dört kişilik masası açılır, 15 kişiye bir ziyafet sofrası hazırlanırdı. Eski büfe açıldığında mavi ince bayramlık porselenler ve altı kırmızı kristal şarap kadehleri ortaya çıkınca adeta sihirli bir havaya bürünürdü oda. Apartmanın en önemli ve ileri gelen kişilerinden biri kapıcı Mehmet’ti. Apartman sakinlerinin çocuklarını her sabah Mektep Sokak’taki Musevi Lisesi’ne götürüp, akşam tekrar beşte eve getirir, her zaman vaktinde aynı mesuliyet duygusu ile ellerimizi sıkıca tutar, Musevi Okulu’nun kapıcısı Mösyö İzak görene kadar bırakmazdı. Yine o günlerden aklımda kalan evimizin yardımcısı Jamila idi. Kendisi dürüstlüğü ile cemaatte bilinir ve birçok eve giderdi. Bugün gündelikçi Jamila’yı iş yaparken sigaradan kısık sesi, Ladino dilinde söylediği “Y todo a media luz” tangosu ile hatırlıyorum, o tangosunu söylerken onun sefaletini bir an için unuttuğuna inanır, genç ve yakışlıklı bir delikanlını kollarında dans ettiğini hayal ederdim.”