Bugüne kadar tek Tanrılı dinlerin ‘yaşamın ve evrenin tek yaratıcı’ teorisi ile Darwin’in evrimi, sonuçlanması neredeyse imkânsız olan zorlu bir tartışmanın iki tarafını oluşturdular… Aslında evrim teorisinin geçerliliği ile Ahit hikâyelerinin de doğruluğunu onaylamak mümkün… Nasıl mı?
Charles Darwin’in kendi zamanındaki bilgin ve ilahiyatçıları evrimin kanıtlarıyla şok etmesinden bu yana, dünya üzerindeki yaşam, insan ve primatlardan, memelilere ve omurgalılara ve milyarca yıl önce yaşamın başlamış olduğu düşünülen noktada, çok daha aşağıdaki yaşam biçimlerine kadar geriye doğru izlendi.
Bu, Tanrının, yaşamın ve evrenin tek yaratıcısı veya sebebi olduğunu vaaz eden bütün dinlere vurulmuş en kuvvetli darbeydi. Bu anlamda, evrim teorisiyle yaratılış inancının tekrar tekrar çatıştığı bitmek bilmez bir tartışmalar serisini günümüze kadar getirdi.
Bu uzlaşmaz gibi görünen iki anlayışın aslında tek gerçeğin birbirini takip eden olaylarla anlatılabileceği çok kişiye inanılmaz gelebilir. Hem evrim teorisinin geçerliliği hem de Ahit hikâyelerinin doğruluğu onaylanabilir ve aslında ikisinin arasında hiç de çatışma olmadığı gösterilebilir.
İşte bu durumu düşünce kanıtlarıyla ortaya koyan kişi Azerbaycan doğumlu bir İsrailli, Akadca, modern / eski İbranice dilleri ve Tevrat uzmanı, ünlü Zecheria Sitchin’dir.
Sitchin’in Sümer kozmolojisinden çıkarttığı, temel olarak 3.600 yıllık bir dönemle uzun ve eliptik bir yörünge izleyen ve güneş sisteminin içlerine uğrayan, bilinmeyen bir gezegenin varlığıdır. Bu gezegenin adına, Sümerler Nibiru (Babilliler Marduk) derlerdi.
24 Aralık 2012 yılında dünyanın sonunun geleceği senaryoları aslında Nibiru’nun (Marduk) dönüş periyodunda dünyaya en yakın geçeceği inanılan gündür… Çeşitli kozmolojik çarpışmadan sonra güneş sistemi bugünkü halini almıştır. Şaşırtıcı derecede, bütün güneş sistemi 6.000 yıl önce Sümerliler tarafından biliniyordu.
Sitchin’e göre, Nibiru (Marduk), Sümer mitolojisinde Annunaki adı verilen çok yüksek teknolojiye sahip insana benzeyen dünya dışı varlıkların yarattığı uygarlığın merkeziydi. İşin ilginç yanı, Tevrat’tın Tekvin bölümünde, daha insan yokken dünyada yaşadıkları bildirilen Nefilim (Aşağıya gönderilenler/ Devler) denilenler bu kişilerdi.
Bunlar, 450.000 yıl önce dünyaya mineral ve özellikle altın aramaya gelmişler ve Güney Afrika’da madenler bulup işletmişlerdi. Nibiru’dan gelen işgalci ve katı hiyerarşiye sahip bu ‘Tanrılar’ dünyayı keşfetmeye başlamışlardı.
Sitchin’in görüşüne göre, dünya dışı bu canlılar, maymunsu ‘Homo Erectus’un genlerini kendi DNA’larıyla birleştirip genetik bir nano-mühendislik harikası olan ‘Homo Sapiens’i yaratmışlardır. Bunların başmühendisleri olan Enki, Güney Irak’ta kurdukları ve Aden adını verdikleri bir teknoparkta ‘Homo Sapiens’i modifiye etmiş ve cinsellik hariç bütün özellikleri eklediği bir işçi yaratmıştı ve onu, altın madenlerinde işçi olarak çalıştırmışlardı…
Mezopotamya’da birdenbire ortaya çıkan ve öncesi ile mukayese edilemeyen Sümer uygarlığının bu ‘Tanrılar’ tarafından yönlendirilmiş olduğunu iddia eden Sitchin, daha sonra buradaki varlıklara cinsellik ‘bilgi’si verilerek, dahası aralarında cinsel ilişki kurdurarak, Sümer’de bir insan krallığı inşa edilmiş olduğu sonucuna varır.
Sitchin’e göre M.Ö 2000 yılında Ur şehrini yok eden ‘şeytanın rüzgarı’ aslında aralarında anlaşmazlık çıkıp nükleer bomba kullanan bu ‘Tanrılar’ın marifetidir… Tevrat’ta da geçen bu olay aslında Sümer kayıtlarından alınmadır. (Sodom ve Gomore)
“İnka ve Aztek medeniyetlerinin fiziksel özellikleri iyi betimlenmiş astronomiye aşırı meraklı beyaz tanrıları ve aslında Nibiru’dan gelenlerdir”, der Sitchin…
‘12.Gezegen’ adlı ilk eserinde, Sitchin, Nibiru halkının, Sümer kayıtlarından Tevrat’a geçmiş, insan ile olan ilişkilerinden bahsetmiştir.
Sümer metinleri, Nefilimler’in (Nibiru halkı) dünyaya geldiklerinde tahıl ekme, meyve ağacı dikme ve davar gütme sanatlarının henüz bilinmediğini belirtir. Tevrat’ta anlatılanlar da, bunları, aynı şekilde insanın yaratılışının altıncı ‘günü’ne veya evrim süreci bölümüne yerleştirilir.
Tekvin Kitabı’nın iddiasına göre daha eski evrimsel bir safhada:
“…Ve henüz yerde bir kır fidanı yoktu,
Ve bir kır otu henüz bitmemişti…
Ve toprağı işlemek için adam yoktu…”
Tüm Sümer metinleri, Tanrıların, işlerin yaptırmak için insan yarattıklarını iddia eder. Açıklamayı Marduk tarafından söylenen sözler haline sokan ‘Yaratılış Destanı’ kararı şöyle bildirilir:
“Aşağı bir İlkel yaratacağım;
İnsan olacak adı...
Bir ilkel işçi yaratacağım,
Tanrılara hizmetle yükümlü olacak
Onlar rahat edebilsin diye…”
Sümerlilerin ve Akkadların ‘insan’ olarak adlandırdıkları terimler, onun statüsü ve amacını bizzat anlatmaktaydı. O bir ‘lulu’(ilkel), o bir ‘lulu amelu’ (ilkel işçi) idi.
Ahit çağlarında, İlah ‘Rab’, Hükümdar, Kral, Yönetici, Efendiydi. İbadet diye çevrilen terim, aslında ‘avod’ (çalışma) idi… Kadim insan, tanrısına ‘ibadet’ etmiyordu; onun için ‘çalışıyordu’...
Çalışmanın bu kadar kutsallaştırılması acaba bu yüzden midir?
Sümerce versiyonlarda, insanı yaratma kararı Tanrılar Meclisi tarafından alınmıştır. Tek bir İlahın başarılarını yücelttiği söylenen Tekvin Kitabı, ‘Tanrı’yı belirtmek için çoğul ‘Elohim’ (harfiyen İlahlar) kelimesini kullanır ve şaşırtıcı bir ifadeye yer verir:
“Ve Elohim dedi:
Suretimizde, benzeyişimize göre
İnsan yapalım…”
Sonra, Adem ve Havva ‘bilgi ağacının’ meyvesinden yediklerinde, Elohim yine adı verilmeyen meslektaşlarına bir uyarı yollar:
“İşte, İnsan iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden biri gibi oldu…”
Sadece belirli bir ‘biliş’ ve ilahi bir ömür süresi eksiği olan Adam, diğer her açıdan Yaratıcı(larının/sının) suretinde (selem) ve benzeyişinde (dmut) yaratılmıştır. Metinde her iki terimin birden kullanılması, insanın Tanrı(ya/lara) hem fiziksel hem de duygusal olarak, yani dışsal ve içsel olarak benzediği yolunda hiç bir şüpheye yer bırakmamaktadır.
“Ve Rab Yahveh şarka doğru, / Aden’de bir bahçe dikti; / Ve yaptığı Adem’i, / Oraya koydu. / Ve Rab Yahveh, / Görünüşü güzel ve yenilmesi iyi / Her ağacı yerden bitirdi; / Ve bahçenin ortasında Hayat Ağacını… / Ve Rab Yahveh Adem’i aldı, / Baksın ve onu korusun diye / Aden bahçesine koydu. / Ve Rab Yahveh Adem’e emredip dedi: / ‘Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye; / Fakat iyiliği ve kötülüğü Bilme ağacından / Yemeyeceksin; / Çünkü ondan yediğin günde, / Mutlaka ölürsün…”
İki hayati meyve elinin altında olmasına karşın, dünyalılara sadece ‘Bilme Ağacının’ meyvesine uzanmak yasaklanmıştı.
“Ve Yılan kadına dedi: / Katiyen ölmezsiniz / Çünkü İlah bilir ki, / Ondan yediğiniz gün, / O vakit gözleriniz açılacak / Ve iyiyi kötüyü bilerek, / İlah gibi olacaksınız / Ve onun meyvesinden aldı ve yedi; / Ve kendisiyle beraber kocasına verdi, o da yedi. / İkisinin gözleri açıldı, / Ve kendilerinin çıplak olduğunu bildiler; / Ve incir yaprakları dikip, / Kendilerine önlük yaptılar…”
İnsana verilmeyen ‘bilme’ bilimsel bir bilgi değildi. Erkek ve dişi cinselliğine bağlı bir şeydi zira insan ve eşi ‘bilme’yi edinir edinmez ‘çıplak olduklarını bildiler’ ve cinsel organlarını örttüler.
Enki’nin Aden’deki teknoparkta yarattığı insan genlerinde kendi genleri vardı. Kendi benzeyişlerinde yarattıklarına önceleri cinsellik bilgisini vermedi. Kutsal kitaplarda anlatılan buydu.
“Ve Elohim dedi: Suretimizde, benzeyişimize göre İnsan yapalım…”
Tek ama çoğul olan İlah kimlere seslenmektedir ve insanın yapılacağı bu çoğul suret ve çoğul benzeyişteki ‘biz’ kimlerdir?
Tanrılar ve insanların tüm kadim resimsel betimlemelerinde, tanrı(lar)la insanın fiziksel benzerliği açıktır.
İbraniler Tanrıyla yüz yüze görülebiliyor, kendisiyle görüşülebiliyor, işitebiliyor ve konuşabiliyordu. Tanrının bir başı ve ayakları, elleri ve parmakları ve bir beli vardır.
“Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan / Rab Yahveh’nin sesini işittiler / Ve adamla karısı Rab Yahveh’den kaçıp / Bahçenin arasında gizlendiler. / Ve Rab Yahveh adama seslenip ona dedi: / ‘Neredesin?’ / Ve o dedi: ‘Senin sesini bahçede işittim. / Ve korktum, çünkü ben çıplaktım ve gizlendim.’ / Ve dedi / ‘Çıplak olduğunu sana kim söyledi? / Ondan yeme, diye sana emrettiğim ağaçtan / Yedin mi? / Çıplak olan’ / İşte, Adem iyiyi ve kötüyü bilmekte / Bizden biri gibi oldu. / Ve şimdi elini uzatmasın ve / Hayat Ağacından almasın / Yemesin ve ebediyen yaşamasın? / Ve Rab Yahveh onu Aden bahçesinden çıkardı…”
On binlerce yıl Nibiru halkının bu ayrıcalığını insandan esirgediler ve insan Hayat Ağacından yemeyerek sonlu bir hayat sürmeye mahkûm oldu.
Adem ile Havva ‘bilme’den yoksun oldukları sürece, Aden Bahçesinde evlat edinmeden yaşadılar. ‘Bilme’yi elde edince, Havva gebe kalma ve çocuk doğurma yeteneğini (acısını) kazandı. Çift ancak bu ‘bilme’yi elde ettikten sonradır ki, Adem karısı Havva’yı bildi ve o gece gebe kalıp Kabil’i doğurdu.
Eski birçok Sümer betimlemesinin gösterdiği gibi, İlkel İşçi olan insanın tanrılarına çırılçıplak hizmet ettiği bir dönem vardı. Bunun açık şekilde ima ettiği şey, insanın statüsünün tanrılar için evcilleştirilmiş hayvanlarınkinden pek de farklı olmadığıdır. Tanrılar var olan bir hayvanın niteliklerini ihtiyaçlarına uyacak bir biçimde yükseltmişlerdi. Öyleyse ‘bilme’ eksikliği, hayvanlar gibi çıplak olan yeni biçimlendirilmiş varlıkların, hayvanlar gibi veya hayvanlarla cinsel ilişkiye girdikleri anlamına mı geliyordu?
Gılgamış Destanı, insan kızı ile ilişkiye geçmiş bir tanrının yarı tanrı oğlunun, babasına ulaşmaya çalışma macerasını konu edinen Sümerce bir metindir. Tufanı, Sümerli Ziusudra, Akkad’lı Utnapiştim ya da Nuh’a haber veren hatta yapması gereken geminin krokisine kadar detaylı bilgi veren de tabii ki insanı yaratan Tanrı Enki değil miydi?
Kaynakça:
12. Gezegen, Zecheria Sitchin