“Gökkafes” olarak bilinen, Ritz-Carlton Oteli’nin de bulunduğu Süzer Plaza’da tek hoşuma giden, alt katında ikinci sezonunu yaşayan Tiyatro Maan’dır...
Daha önce Profilo AVM’nin bir salonunda “Fikriye ve Latife” oyunuyla izleyip, “Tiyatro... Tiyatro...” Dergisi’nin 2008 Ödülleri En Başarılı Kadın Oyuncu kategorisinde aday göstermiş olduğum Dilruba Saatçi ile İBBŞT’dan yetişme Murat Aygen’in birlikte kurdukları bu tiyatroda geçen sezon, commedia dell’arte türüne çalan “Çizgi” oyunlarını keyifle izlemiştik. Bu yıl ise, Saatçi’nin yazıp yönettiği, müzikleri Emre Dündar ve Murat Aygen’e ait olan “Üç Kuruşluk Mahalle Dersleri” ile perde açtı Tiyatro Maan...
Peki, Brecht nerede..?
Fuaye’de dolaşan üç sevimli “dilenci” ile havaya sokulmaya çalışılan izleyiciler, bir labirenti andıran dolambaçlı yollardan içeriye alınıp, karanlık ve sisli bir mağarada “yeraltı dünyasına”, yani olayın ortasına oturtuluyor. Amaç, onları oyunun başkişileri, dilenci çetesinin patroniçesi Nafia ile takımının, ayrıca kızı Lili, terzi dostları “Baron”, Emniyet Müdürü’nün kızı Selin ve yosma İris’in cirit attıkları oyuna olduğunca dahil etmektir. Program notlarına göre, John Gay’ın 1728’de ilk gösterimi yapılan “The Beggar’s Opera” (Dilenciler Operası)’ndan esinlenerek yazılmış olan bu oyun, özgün şarkı metin/müzikleriyle, gene aynı yapıtı temel almış Bertolt Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera”sını daha çok çağrıştıryor, kanımca. Kaldı ki bu oyun, ulusal bir “İngiliz operası”nı düşlemiş Gay’in asal amacı olan ülkesi/döneminin kentsoylularını hicvetmekten öte, sosyalist Brecht’in kapitalist düzen / ahlâk yozlaşması / suç potansiyeli üçgeninin içine kıstırılmış insanoğlunu irdelemeye çalışıyor öncelikle... Bu bağlamda, bir yandan bir çeşit “lümpen sömürüsü” güden dilencilerin kraliçesi ile yardakçı terzi dostu, öte yandan “Bıçkın Kral”ın ağına düşmüş kızı ve birazcık geri planda olan diğer iki hatunun devinimlerini izliyoruz, şaşkın bakışlarla... Ne var ki, “ana” oyunlardaki erkek başkişiler, yani gerek Gay’in gerekse Brecht’in asıl başkahramanı Macheath (oyunda sık sık sözü edilen “Bıçkın Kral”), Nafia’nın kocası olan dilencilerin başı Bay Peachum ve Emniyet Müdürü Lockit (Brecht’in “Tiger” Brown’u), bu uyarlamada fiilen görünmüyorlar, nedense... İletilere gelince - onlar yakıcı, göndermeler ise oldukça anlamlı..! Oyunun başlarındaki “Mahalle Takımı Marşı”nda şu açıklamalarda bulunuyor Nafia ve takımı: “Gençlerin ömrü / Bir top peşinde / Din, iman, hikâye // Eğer bir maç varsa / Rakip gol atarsa / Hele de o gol sayılırsa // Bizim mahalleli, / Hakem, oyuncu, demeyip / Rakibini çiğ çiğ yer!” – ve hemen ardından: “Büyüdüler şimdi / Tüccar oldu hepsi / Hele de bir, tanesi // Bütün mahalleyi / Anam avradım demeyip / Babalar gibi satar! // Biri müfettiş oldu, diğeri de bıçkın...” Ancak Nafia, kızının elden gitmesini önleyemiyor tüm kudret ve acımasızlığına karşın – zira oyunun en başında herkes tarafınca yarı hayranlık / yarı korku ile umuma tanıtılan “Bıçkın Kral”, Lili’yi alıp götürüyor, şarkısındaki gibi: Ama günlerden bir gün / Yerin yedi kat derininde / İzbe mi izbe / Bir depoya indirildim / Küt küt atıyordu yüreğim / Derken geldi, oydu işte / Beklediğim, taptaze / Kral’ım! İçimde şimdi! Gerek “Bıçkın Kral”, gerekse “Lili’nin Şarkısı”, Brecht/Weill’ın 1928’de (yani “Beggar’s Opera”dan tamı tamına 200 yıl sonra) ilk kez sahneye gelen ve bir dünya klasiği olmuş “Üç Kuruşluk Opera”sının “Moritat” ve “Evet-Hayır” şarkıları ile örtüşürken (ve, metinlerinin tümü elimde olmamakla birlikte, aynı koşutluğu diğer bazı şarkılarda sezinlememe karşın), Tiyatro Maan Bert Brecht’i niye hiç bir yerde anmıyor, anlayamadım doğrusu – kaldı ki, program notlarında oyunun yazarı olarak Dilruba Saatçi’nin yanında, nice Brecht oyunlarını dilimize kazandırmış Yılmaz Onay’ın adı da geçmektedir... Peki, “gibi yapanlar” kimlerdir diye soracaksanız – işte asıl ilginç öykü buradadır! Saatçi’nin anlattığına göre, 2008 yılında bir film senaryosu yazmak üzere transseksüelliği araştırmaya kalkışırken, Çapa Tıp Fakültesi’nde Psikolog Şevki Sözen’i ziyaret etmesinin ardından bir grup transseksüel ile tanışır ve onlara tiyatro dersi vermeye başlar... Çok geçmeden ise, birlikte kurdukları Grup Opal ile “Üç Kuruşluk Mahalle Dersleri” tasarısı doğar, metinler ve şarkı sözleri yazılır, besteler yapılır. Gerisi, bir ön çalışması Mayıs ayında, asıl prömiyeri bu sezonda yapılan oyundadır: Dilenci çetesi şefinin karısı Nemfia (benim için: Mrs.Peachum) Gül Tekcan; kızı Lili (=Polly) Sevgi Yılmaz; görünmeyen “Bıçkın Kral”ın (=Macheath) eski sevgilisi, yosma İris (Jenny) Gülden Ünlü; Emniyet Müdürü’nün kızı Selin (Lucy) Didem Soylu ve bu oyun için yaratılmış “Baron”u canlandıran, medyatik olduğunu anladığım giysi tasarımcısı BarbarosŞansal – her biri, sahne sanatlarında henüz “amatör” sayılmakla birlikte, nice profesyoneller ile yarışabilecek yeni yetme oyuncular... Üç (kısa olmayan!) not: *Dilruba Hanım’ı bana ilk tanıtan, 2008 yılının başlarında sanatsever büyüklerimizden Bayan Suzy Danon olmuştu. Bir gün üşenmeden telefon edip, haftada sadece bir gün sergilenen “Fikriye ve Latife” oyununu işaret etmiş, onu yazıp yönetenen, üstelik tek başına sunan Dilruba Saatçi’yi kesinlikle görmemiz gerektiğini belirtmişti – ve gerçekten de haklıydı, Suzy Hanım: Eğitimini ve sahne deneyimlerini Basel, Viyana ve Berlin’de görmüş olan bu genç sanatçı, “Mustafa Kemal’i Sevdim” alt başlığı ile sunduğu tek kişilik gösterisinde sadece tutkulu iki kadının iç dünyalarını ve sorunlu aşk dürtülerini canlandırmıyor, 1920’li yılların genç Cumhuriyet dönemini de karşımıza getiriyordu büyük bir ustalıkla – sesiyle, bedeniyle, şarkı, dans ve devinimleriyle... Kesin bir seyirliktir, bu tek kişilik/çok boyutlu oyun; Süzer Plaza’da zaman zaman sahneleniyor – ve kaçırmayın, derim! *Yukarıdakine benzer ve daha ayrıntılı eleştirilerimin de yer aldığı (ülkemizdeki tiyatro yaşamı ilginizi çekerse, [email protected] adresinden abone olabileceğiniz) dergide yayımlanmış yazımı okumuş olan Dilruba Saatçi, geçen hafta gönderdiği bir e-postada, artık “Üç Kuruşluk Mahalle Dersleri” oyununu bir TV tanıtımında “eleştiriniz doğrultusunda, unutmadan söyleyeyim veya cümlem kesilir kaygısıyla esin kaynaklarımın yazarlarını John Gay ve Bertold Brecht’i bitişik ve hızlı söylemişim...” ve “...öğreniyorum...” diyor, sevimli bir alçak gönüllülükle – işte, eleştirinin olumlu yanları..! *Sekiz Mart Dünya Kadınlar Günü sebebiyle her yıl bir Türk kadınını “Yılın Önder Kadını” olarak belirleyen Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, 2010 yılında bu ünvanla Prof. Nurhan Atasoy ve Sevgi Özel Hanımların yanında, Dilruba Şaatçi’yi de onurlandırıyor - demek ki, bu yetenekli, çok yönlü sanatçının özellikleri, sadece bizler tarafından takdir edilmiyor, sevgili Suzy Hanım..!