Birkaç hafta evvel “Galata kulesinden İstanbul’a bakmadan İstanbullu sayılmazsınız” sözünü dinleyip Galata’yı keşfe başlamıştık. Galata semti serüvenimiz bu hafta son buluyor
Dört haftalık serüvenimizde unuttuğumuz, görmediğimiz birçok yer vardı ama en azından sizlere bu yeniden doğuşun haberini vermeyi başardık. Aslında işimiz oldukça zordu, yavaş yavaş aramızdan ayrılan hem de yaşadıklarını çok da paylaşmayan bir nesli yakalamaya çalıştık. Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın anneannesinin yazımı okuduğunda “Evet ben burada yaşadım!” deyip hüzünlendiğini öğrendim. İşte dedim, biraz olsun hatıraları canlandırmayı başarmışız… Bugün ise artık ara sokaklardan çıkıp ana caddeye geldik, Galata’nın son durağına Bankalar Caddesi’ne… Bu son yazımızda Kamondolar’dan, onun bıraktığı eserlerden,500. yıl Vakfı ve Türk Musevileri Müzesi’nden bahsedip sahneyi şimdiki Galatalılara bırakacağız.
Galata Residence Apart Hotel
Şu anki adı ile Galata Residence Hotel asıl adı ile Felek Han Kamondo Ailesi’nin Galata’da sahip olduğu yapılardan sadece biriydi. İlk olarak ahşap bir yapı olan bina 1881 yılında Aşkenaz Sinagogu’nun da mimarı olan Gabriel Tedeschi tarafından Kamondoların evi olarak inşa edildi. Bina daha sonra Alliance İsraellite Universelle’e okul yapımı için verildiyse de bu da uzun sürmedi. 1940’lı yıllarda tekrardan apartman olarak kullanılan han o dönemde çoğunluğu Yahudi olan aileleri barındırmaktaydı. Bina şu anda Galata Residence Otel olarak hizmet veriyor.
Kamondo Merdivenleri
Bankalar Caddesi ve Banker Sokağı’nı birleştiren Kamondo Merdivenleri 1850’li yıllarda Kamondo ailesinden beşinci kuşak Moiz De Kamondo’nun doğumuna istinaden aile fertlerinin şu anki Galata Residence Hotel’den Bankalar Caddesi’ndeki işyerlerine kolay ulaşımını sağlamak için aile tarafından yaptırılmış. O zamanlarda kolaylık için yaptırılan bu merdivenler art-nouveau tarzı ile bir süre sonra Bankalar Caddesi’nin de simgesi haline gelmiş.
Kamondo ve Hanları
Bankalar Caddesi boyunca yürüdüğünüzde ve ardından ara sokaklara girip oradan da Karaköy’e doğru ilerlediğinizde sizi kimi zaman üstünde tabelası olan kimi zaman da artık bilinmeyen Kamondoların yaptırdığı hanlar karşılar. Bunlardan en kolay bulabileceğiniz 500.Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’ne giderken yolun sağ tarafında kalan Yakut Han binasıdır. Diğer binaları ise Saatçi Han, Latif Han, Kuyumcular Han, Lüleci Han ve Gül Han olarak sıralayabiliriz. Bunun yanında Kamondolar, İstanbul’a ulaşım alanında da büyük hizmetler vermişler. Der –Saadet Tramvay Şirketi’nin kurulması, bunun yanında dönemin Sadrazamı Kamondoların dostu Mustafa Reşit Paşa’nın teşvikiyle Marmara ve Boğaz’a seferler düzenleyen vapur şirketi “Şirket-i Hayriye”ye ortak olunması bunlara örnektir. Adeta küçük bir İtalya görünümündeki Bankalar Caddesi’nden geçerken çoğu bankalara ait olan binalarda geçmişe dair en ufak bir iz bulunmaması ise beni şaşırttı. Sadece eskiden beri var olan Osmanlı, İş, Sümerbank binaları bize buranın geçmişi hakkında izler veriyor. Umarım bu hanların yeni sahipleri de yakın zamanda geçmişin izlerini açığa çıkarırlar…
Osmanlı Bankası Müzesi - Selanik Bankası - İş Bankası Binası - Minerva Han ve Saint Pierre Binası
Bankalar Caddesi olarak bilinen Voyvoda Caddesi 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun ve 1930’lara kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin mali hayatında büyük rol oynamıştır. 1850’lerde kurulan 1920’lere kadar devam eden dünyanın sayılı borsalarından Galata Borsası, Abdülaziz’in tahttan düşürülmesi, Osmanlı’da bir dönüm noktası olan Osmanlı Bankası’nın kurulması, ilk tramvay ve vapur şirketlerinin kurulması ve daha birçok tarihi olaya bu cadde tanıklık etmiştir. Bu caddede o zamanlardan günümüze kalan en görkemli binalardan biri cephe süslemeleri ile ünlü Alexandre Valaury tarafından yapılan Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü Binası’dır. O zamanlarda Tütün rejisi ile ikiz olarak kullanılan bina bugün de Merkez Bankası binası ile kullanılmaktadır. 1800’lerde bu caddede bulunan önemli bankalardan biri de Selanik Bankası’dır. Hem yabancı katılımın hem de Selanikli Alatini kardeşlerin iştirakinin olduğu bu banka ticaret ve tarım alanında Osmanlı’da çok etkili olmuştu. Günümüzde banka binasını Generali Sigorta kullanıyor. Hemen yanında İş Bankası Merkez Binası olan bina da bir zamanlar Doğan Apartmanı’nın da sahibi olan Belçikalı Banker Charles Helbig ve yine banker Castrolara aitti. Bina daha sonraları Osmanlı Sigorta Şirketi’ne satılmış, adı bir süre bu şekilde anılmış, son olarak da İş Bankası 1953 yılında 650.00 liraya binayı satın almıştı. Yine bölgede eskiden kalma hanlardan birisi olan taş heykelleri ile ünlü Minerva Han bir dönem Deutcshe Bank binasıydı ve şu anda Sabancı Üniversitesi olarak kullanılıyor.
Bölgeden söz etmişken Galata’da doğan ünlü Fransız devrim şairi, André Chenier’nin de Banka Sokak’ta doğduğunu söylememek olmaz. Özellikle yörede gezen Fransız turistlerin ilgisini çeken Saint Pierre binası sadece dışarıda “André Chenier bu evde doğdu” yazısı ile anlaşılabiliyor. Chenier Fransa’da Terreur Devri’nde bir hiç uğruna giyotine atılmış, ama Fransızlar bu büyük şairini unutmamış. Umarım bu ev de en kısa zamanda aslına uygun restore edilir ve turizme kazandırılır.
Bu pazar diğerlerinden farklı olarak Galata’nın çeşitli tatlarından faydalanmak için teker teker kafeleri, restoranları dolaştım. Elimde Şalom gazetesi kimi mekân sahipleri ile yazdıklarımı, düşüncelerini paylaştım… Son olarak aklıma şu fikir geldi, eğer Galata’yı Sefarad kültürünün bir parçası olarak kabul ediyor isek sanırım asıl burada bir Sefarad kafesi’nin açılma vakti geldi de, geçiyor. Düşünsenize iki katlı Kuledibi’nde sımsıcak bir kafe, alt katta kültürümüzü tanıtan kitaplar sunuluyor hemen üstteki kafede ise bir yandan Sefarad melodileri dinlerken diğer yandan da Sefarad yemeklerini tanıma fırsatı buluyorsunuz… Galata’daki her mekân kendi kişiliğini yansıtıyor, belki çok popüler değiller ama tarihi dokuyu tanımak ve vakit geçirmek isteyen herkes buraları dolduruyor.
Galata’yı terk ederken yine yol arayan iki Fransız turiste etrafta güzel yiyebilecekleri, bir iki adres verdim, umarım yakın bir zamanda da Sefarad kültüründen tatlar da verebileceğimiz bir adresimiz olur…
Bu dört haftalık serüvenimizde size bir zamanlar gökyüzünde beyaz martıların uçuştuğu, apartman teraslarında renk renk, dizi dizi çamaşırların asıldığı, dar sokaklarda çocuk haykırışlarının yükseldiği, kiliselerdeki çan seslerinin ezan seslerine karıştığı bir dönemin tarih kokan sayfalarını paylaştık. İyisi ve kötüsüyle değişim kaçınılmaz, amacımız zaman ve mekânlar değişirken bu değişime yenilmeden geçmişimizi ayakta tutabilmek. Bu konuda en büyük görev bizlere ve sizlere düşüyor. Galatalı olduğunu hatırlayan ve etrafına hatırlatan bütün büyüklerimize teşekkür ederim. Yakın bir zamanda tarihimize ışık tutan eski İstanbul’un farklı semtlerinde buluşabilmek dileğiyle…
Nesim Benbanaste:“Kim ölür kim kalır bilinmez ama kutlamaya değer”
Turumuzun son noktası 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi. Başlıktaki söz Şalom Gazetesi yazarı Nesim Benbanaste’nin 28 Temmuz 1982 tarihli makalesinin de başlığını oluşturuyor. İşte daha o dönemde binlerce kişinin ziyaret ettiği müzenin ve 500. yıl Vakfı’nın doğum sancıları başlamıştı. Benbanaste, ‘bundan 10 sene sonra ne olacağını bilmem ancak 500 yıldır bu topraklarda yaşayan bizler bunu ne olursa olsun kutlamalıyız’ mesajını veriyordu. 500. Yıl Vakfı ismi de bu sebepten geliyor ve 1991 yılında kurulan vakıf ile Türk Yahudileri gerek topluma gerekse diğer ülkelere kendilerini o dönem tanıttılar. Eski Zülfaris Sinagogu’ndan 25 Kasım 2001 tarihinde müze olarak dönüştürülerek hizmete giren 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi Sefarad Yahudilerinin bu topraklardaki geçmişi, cumhuriyet öncesi ve sonrasında Türk Yahudilerinin topluma kazandırdıkları, geleneklerimiz, etnografya gibi birçok ilginç bölümden oluşuyor. Müze cemaatimizin orta yaş kesimi tarafından iyi bilinmekle beraber gençlerimizin çoğu müzeden haberdar değil veya bugüne kadar hiç gezmemişler. Müzenin özellikle üst galerisi bize Kamondolar hakkında bilinmeyenleri veriyor. Abraham Salomon De Kamondo’nun padişah tarafından nişan’ı iftihar ve Mecidiye nişanları ile ödüllendirildiğini, aynı zamanda Avusturya İmparatoru’nun kendisine şövalye ve İtalya Kralı’nın da kont unvanı verdiğini bu galerinin duvarlarında öğreniyoruz. Galeride eski bakımsız fotoğrafını gördüğümüz Avram De Kamondo’nun mezarını umarım 2010 projeleri kapsamında yakın zamanda yenilenmiş bir biçimde gururla ziyaret edebiliriz.
Müzenin altındaki Şalom ofis kitapçı dükkânının şu aralar boş olduğunu görüyorum. Bildiğim kadarı ile müze bu bölümü kendi idari ofislerine dönüştürecek ve bu yüzden de dükkân buradan taşınmış. Bunun yanında eskiden çalan Sefarad tınılarının yerine müzede sessizlik hâkim, bunun nedeninin de müzedeki ses sistemindeki arızadan kaynaklandığını biliyorum…