Tecrübeli gazeteci Sami Kohen, Türkiye’nin son dönemlerde izlediği dış politikayı Şalom okurları için değerlendiriyor.
Geçen Ekim’de konuk yazarlara ayrılan bu köşede “Türk dış politikası değişiyor mu?” sorusunu yanıtlamaya çalışmıştım.
O günlerde Türkiye’nin ‘eksen kayması’ konusu hararetle tartışılıyordu, özellikle Batı başkentlerinde Türk diplomasisinin yön değiştirmekte olduğu öne sürülüyordu.
Aradan dokuz ay geçtiği halde, aynı soru gene soruluyor, Batı’da aynı kaygılar dile getiriliyor.
Bu arada tartışmaları daha da kızıştıran iki önemli gelişme oldu.
Bunlardan biri İran krizi ile ilgili. Gerçi Türkiye İran’la uluslararası camianın arasını bulmak için yoğun diplomatik çabalar harcadı ve Brezilya’yı da yanına alarak, Tahran’ı ‘uranyum takası’ ile ilgili mutabakatı imzalamaya razı etti. Ne var ki, bunu yeterince tatminkâr bulmayan ABD, BM Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyelerini kendi safına çekerek İran’a karşı ekonomik yaptırım uygulamak için harekete geçti. Yaptırım kararı Konsey’de kabul gördü; ancak Türkiye –Brezilya ile birlikte tasarıya ‘hayır’ oyu kullandı.
İşte Ankara’nın bu tavrı, Washington başta olmak üzere Batı başkentlerinde sert tepkilere yol açtı. ABD yetkilileri duydukları düş kırıklığını açıkça ifade ettiler. ABD basını Türkiye’nin bir müttefik olarak güvenirliğini dahi sorguladı.
Türkiye’nin bu beklenmedik davranışı, birçok Batılı çevrede, Türk diplomasisinin ‘Batı’dan Doğu’ya kayması’nın bir işareti olarak görüldü…
***
Bu yöndeki kuşkuları artıran ikinci olay ise, ‘Mavi Marmara’ baskınından sonra patlak veren Türk – İsrail krizi ile ilgili.
Aslında dokuz Türk’ün ölümüne yol açan bu olaydan sonra, Ankara’nın haklı tepkisini ve öne sürdüğü şartlarla ilgili beklentilerini tartışan yok. Bunların karşılanmaması halinde, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da bozulacağını ve dönülmesi zor bir kopma noktasına geleceği açık…
Bunun –sadece İsrail’deki değil – Batı’daki algılama tarzını etkileyen husus, Erdoğan Hükümeti’nin bir süreden beri ve özellikle Gazze saldırısından sonra İsrail’e karşı aldığı kesin tavırdır. Ankara Gazze sorununun sahiplenirken, bir yandan Hamas’a arka çıkmış, bir yandan da İsrail’e karşı sürekli ve sistematik bir kampanya açmıştır.
Başbakan’ın bu konuda kullandığı dil Gazze’de ve Arap ülkeleri sokaklarında büyük sempati toplarken, Batı başkentlerinde ciddi kaygılar yaratmıştır. Bunun başlıca nedeni de bu tutumun Ankara’nın dış politikasındaki yeni yönelişinin bir işareti sayılmasıdır.
***
Sözünü ettiğim bu iki önemli olayın dışında, Türk dış politikasında son aylarda önemli yeni gelişmeler oldu. Suriye ile bağları şimdiye kadar hiç olmadığı kadar pekiştiren anlaşmalar imzalandı; Rusya ile Türkiye’de ilk nükleer santralin tesisini içeren yeni bir ‘stratejik ortaklık’ kuruldu, İran’la birçok alanlarda işbirliğine hız verildi, bu arada bölgemizden çok uzaklara, Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar uzanan yeni ‘küresel açılımlar’ gerçekleştirildi…
Bunlar kuşkusuz Türk diplomasisinin gerekli ve yararlı hamleleri. Bu hareketleri, ‘çok yönlü’ dış politika anlayışı çerçevesinde değerlendirmek mümkün. Kaldı ki bunlar Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra başlayan yönelişlerdir.
Bu yönelişler Türkiye’nin dış politikasındaki t
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dünyanın artık tek değil, çok eksenli bir hale geldiği, güçlenen Türkiye’nin de birçok eksende yer alabileceği (hatta belki de zamanla kendi eksenini dahi kurabileceği) düşüncesindedir. Nitekim Bakan her vesile ile Türkiye’nin artık sadece bölgesel değil, küresel bir aktör olmak üzere olduğunu, dünyadaki tüm meseleler üzerinde söz sahibi bulunduğunu söylüyor.
***
Bu bağlamda önemli iki husus var:
Birincisi, Türk dış politikasının ‘çok yöne’ doğru birden ilerlerken esas önceliklerini ve tercihlerini de göz ardı etmemesi gereğidir. Daha açık bir deyişle, yeni yönelişler mevcut bağları geri plana atmamalı, zedelem
İkinci husus da, Türkiye’nin gerek iç, gerekse dış politikasında, çağdaş ve Batılı değerlerini ve kimliğini korumasıdır. Türkiye’yi yücelten ve bölgesel veya küresel aktör düzeyine getirecek olan da bu kimliktir. Nitekim bölgedeki liderler dahi, böyle bir Türkiye görmek istediklerini ve bunun kendi çıkarlarına daha uygun olacağını söylüyorlar…
Geçen yazımda da belirttiğim gibi, dış politikada ‘çok yönlülük’ yön değiştirmek demek değildi. Yeni ilişkiler bir ‘alternatif’ değil, bir ‘katma değeri’ sayılmalıdır…
Dış politika yapımcılarının özellikle dikkat etmesi gereken de budur…
Sami KOHEN kimdir?
Türk basınında dış politika ve uluslararası ilişkiler konusunda bir duayen sayılan Sami Kohen, 55 yıldan beri Milliyet Gazetesi’nde çalışıyor. Uzun yıllar gazetenin Dış Haberler Servisinin editörülüğünü yürütmüş olan Kohen, halen “Yorum” başlıklı köşesinde, dış konularla ilgili yazılarını sürdürüyor. Milliyet Gazetesi’nde 55 yılını tamamlaması vesilesi ile Aydın Doğan’dan ‘duayenlik plaketi’ alan Kohen’in Türkiye ile ilgili yazıları yabancı basında da yer buluyor.