Bir basketçi olmak istediğinizi düşünün… Hayaliniz Türkiye’nin en iyi basket takımlarından birinde oynamak…
A ve B takımları var. Her ikisi de çok kaliteli takımlar. Ancak sizin gönlünüzde B takımının bir üyesi olmak var…
Öncelikle bulunduğunuz kulüp size şöyle diyor: “Üç sene boyunca çalışacağız. Her senenin sonunda seçmelere katılacaksınız. Aynı zamanda bu üç seneki performansınızı da katarak, sizi takıma alıp almamaya karar vereceğiz.”
Siz hırslanıp, ilk seneden kendinizi göstermeye çalışıyorsunuz. Hem antrenmanlarda sıkı oynamanız gerek, hem de her sene sonunda yapılacak seçmelere hazırlanmanız…
Fark ediyorsunuz ki, takım antrenmanları sene sonu seçmeleri için yeterli gelmiyor… Daha çok alıştırma lazım… Gidip daha küçük takımlarda ek antrenman yapıyorsunuz…
İki sene çok büyük başarılara imza atıyorsunuz, sene içi performans muhteşem, seçmelerde kusursuzsunuz… Herkes artık takıma seçileceğinizden emin…
Birden seçim kurulu anons yapıyor: B takımına seçilmek için tek kriter bu sene sonunda yapılan seçmeler olacaktır…
Kendinize soruyorsunuz: “Ama ben iki sene dişimi sıktım, ekstra antrenmanlar yaptım, gençliğimden verdim, hafta sonu biraz dinleneyim demek yerine daha çok koştum, daha çok basket attım. Ben sene içindeki performansımı en üst seviyede tutmak için kendimi paraladım… Bir antrenmanda bile basket kaçırma lüksümün olmadığını bilerek hareket ettim. Kimi zaman ağladım, bıktım, sıkıldım. Devam etmek zorundaydım, geleceğim bu karara bağlıydı.”
Yapacak bir şey yok, tek kriter sene sonundaki seçmeler dendi… Hadi bakalım…
Başladınız iki kat daha fazla çalışmaya… Son seçmelerde şov yapmanız lazım… En zor hareketlere çalıştınız… Her türlü basketi atmayı öğrendiniz. Her türlü hücum ve müdafaa taktiğini öğrendiniz.
Bazılarının şöyle dediğini duydunuz: “Bana ne ya! Ne uğraşacağım bu antrenmanlarla! Takıma girmeyivereyim! Çok umurumda değil zaten…”
Siz ‘gıcık’ oldunuz ama dişinizi sıkmaya devam ettiniz. Takıma girmeniz gerekiyor! Geleceğiniz buna bağlı! Yarışacağınız diğer adaylar sizi geçemesin diye, antrenörün sizden yapmanızı isteyebileceği her türlü zor hareketi yuttunuz.
Seçmelerin günü geldi… Antrenör, adayları sıraya dizdi ve şu soruyu sordu:
“Gidin sağ turnike atın.”
Herkes attı. Siz çok heyecanlıydınız çünkü gerçekten o sahadaki herkesten kat kat daha fazla çalışmıştınız. Adımları doğru attınız fakat top potaya girmedi. En büyük basketçiler bile kaçırıyor kimi zaman turnikeleri… Siz zor hareketlere çalışmıştınız, hocaysa sadece bir turnike atmanızı istedi… Bunu beklemiyordunuz çünkü sıkı çalışan hiç kimse bunu beklemezdi. Böylesine önemli bir seçmede, böylesine kolay bir soru olamazdı!
Siz topu kaçırdınız ama 1544 aday topu potaya sokmayı başardı! Şimdi ne olacak? Bütün sene antrenmanlara gelmemiş olanlar bile artık takıma seçilecek ama siz istediğiniz yerde olamayacaksınız. Olamayacaksınız çünkü eleyici bir seçme yapılmadı. Seçici bir soru sorulmadı. Tereyağından kıl çekercesine herkes gitti turnikeyi attı.
Maalesef bu sene özel okulları hedefleyen gençlerden turnike atmaları istendi. Yapılan sınavın beklenenden kolay olması ile puanlar aşırı yüksek çıktı, 1544 tane sınav birincisi açıklandı. Belki de liseye giriş sınavları tarihinde ilk kez böyle bir şey oluyor. Peki, ne oldu böyle olunca? Sınav eleyici ve seçici olma özelliğini kaybetti. Zora hazırlanan öğrencilerin, senelerini her türlü soruyu çözmeye hazırlıklı olmak için veren öğrencilerin bir bölümü hayal kırıklığına uğradılar ve hayallerindeki okullara ulaşamayacaklar.
Bu tip takım seçmelerinde de soruları belli bir kalitenin üzerinde tutmanın, tüm adaylara daha sağlıklı fırsatlar sunacağı görüşündeyim. Sophocles’in sözünü hatırlamakta fayda var: “Zorluklardan geçmeden başarı elde edilemez.” Tüm basketçilere kayıt döneminde kolay gelsin!
Melih LEVİ