Uzun zamandır başarılı bir DJ olarak kendini kanıtlamış olan David Şaboy, Sertab Erener’in son albümünü için hazırladığı ve büyük beğeni kazanan remiksi de dahil olmak üzere, prodüksiyon alanında da kendinden söz ettirmeyi başarıyor. David Şaboy, yaptığı çalışmalar ve yeni projeleriyle ilgili Şalom’un sorularını yanıtladı
DJ’lik kariyeriniz nasıl başladı, biraz anlatır mısınız?
Dj’lik kariyerime birçok kişi gibi küçük yaşlarda başladım. Sanırım çocukken evde radyonun sesinin kısıp televizyonun sesini açarak yaptığım miksler geldiğim noktanın habercisiydi.
Ergenlik dönemimde Yıldırımspor’da adım attığım bu iş, daha sonraları arkadaş partileri derken, radyoculukla devam edip bugünlere geldi. Askerden döndüğümde, özel radyoların yeni açılmasıyla birlikte, Metro FM ve Joy FM’de dört yıla yakın program yapımcısı ve DJ olarak görev yaptım. Sonrasında İzzet Çapa ile başladığım ve onunla da dört yıla yakın süren iş beraberliğimizin ardından, İstanbul’da birçok gece kulübünde, davet ve organizasyonlarda performans sergiledim.
Ülkemizde remiks konusunda radyolarda ve gece kulüplerinde başarılı tarzınızla öncü olduğunuz? Kendinizi nasıl geliştirdiniz?
Tabii ki birçok işte olduğu bu işte de başarılı olmak çok kolay olmuyor. Güzel bir şeyler oluşturmak bir yere gelmek belli bir birikim gerektiriyor. Yıllarca dinlediğiniz müzik ile edindiğiniz deneyim, eğlenenleri durmadan takip edip, onların nelere tepki verdiklerini gözlemlemek bana göre bizim işin en büyük püf noktası. Kendimi geliştirmenin en büyük iki nedeni budur. Diğer taraftan, yurtdışındaki meslektaşlarımı mümkün olduğunca takip edip onların çaldığı setleri dinleyip, ne kadarını burada gerçekleştirebileceğime dair gözlemlerde bulunmaya çalışıyorum. Bunun yanında yeni çıkan müzikleri ve ‘sound’ları takip etmeye çalışıyorum.
DJ’liğin yanı sıra son zamanlarda başarılı prodüksiyonlarla da isminizden söz ettiriyorsunuz. Özgün, Metin Arolat ve Demet Akalın’ın için yaptığınız çalışmalardan sonra Sertap Erener’in bu sene büyük bir çıkış yapan parçası ‘Kopan Çiçekler’e yaptığınız remiks büyük başarı sağladı. Bununla ile ilgili duygu ve düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Uzun yıllar performans sergilediğim için artık farklı bir etiketi de yanımda taşımak istediğimi hissettim. Bu yüzden de prodüksiyon yapmaya başladım. Aslında prodüksiyona başlayalı çok uzun zaman olmadı. Bu işi yaklaşık iki senedir yapıyorum ama sanırım güzel işlere imza attım. İlk işimi sevgili Özgün’le yaptım. Bildiğiniz gibi Özgün ses ve duruş olarak pek çok sanatçıdan daha farklı. Seslendirdiği şarkılardan hiç olmazsa birkaçının gece kulüplerinde çalıp insanların dans etmesini sağlamak amacı ile yola çıktık ve onun Zilli adlı şarkısına remiks yaptık. Çok da başarılı oldu. Özgün, bu şarkının remiksi ile birçok gece kulübünde ve radyoların hafta sonları dans partilerinde sıkça yer aldı.
Demet Akalın’la uzun zamandır tanışırız ve çıkacak yeni albümünde beninle çalışmak istediğini söyledi. Ardından onun albümünde de ‘Çanta’ isimli şarkısına düzenleme yaptım. Demet albümdeki üçüncü klibini ‘Çanta’ya çekti. Halen her yerde çok çalıyor.
Sonrasında, Metin Arolat’ın yine çok yakın zamanda müzik marketlerde yerini alan son albümünde, aslında slow bir parça olan ‘Lütfen Yaz Gelsin’ isimli parçasına biraz hareket katıp yeni bir düzenleme yaparak albümde yer bulmasını sağladık.
Sertab Erener ile olan çalışmanızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Sertab Erener’in güzel parçasına remiks yapmam Mustafa Ceceli ile olan sohbetimizde ortaya çıktı. O sıralarda Sertab Erener’in albümünü Mustafa Ceceli yapıyordu ve şarkıya remiks istiyorlardı. Sanırım o anda aranan isim bendim, çünkü iş önüme gelmişti. Şarkını sözleri zaten çok güzel, Sertab’ın sesi de malum, yaptığım iş de güzel olunca şarkı herkes tarafından çok sevildi. Kuruçeşme Arena’da Sertab’la aynı sahnede olmak işin en güzel yanıydı.
Sık sık yurtdışında da performans gösterme şansınız oldu. Diğer uluslararası alanda kendi kanıtlamış DJ’ler ile nasıl bir etkileşim içindesiniz? Ülkemizi yurtdışı ile karşılaştırmanız gerekse, ne gibi farklılıklardan söz edebilirsiniz?
Yurtdışında, ilk performansımı Almanya’da gerçekleştirdim. Türklerin yoğun yaşadığı ama Almanların da katılım sağladığı bir organizasyondu. Sonrasında iki üç sefer giderek orada perfomans gerçekleştirme imkânım oldu.
New York’taki performanslarımın bir tanesi düğün davetiydi. Burada sayısız düğün davetinde çaldım. Gerek İstanbul’da gerekse İzmir’de birçok düğün organizasyonunda bulundum, ama New York’taki bir davet için oraya çağrılmam benim için gurur verici bir durumdu tabii. Sonrasında, New York’un ünlü kulübü Hudson Terrace ve Ava Lounge’ta ve birkaç kulüpte performans gösterdim.
Yurtdışındaki ve buradaki eğlence anlayışını karşılaştırmam gerekirse kesinlikle yurtdışı diyorum. Orada insanlar sizin müziğinizi dinlemeye geliyor, burada ise durum farklı, orada çaldığım zamanlarda tepkiyi ve coşkuyu daha net alabiliyorum; bu da performansa ister istemez bir katkı sağlıyor. Karşılıklı alıp verilen enerjiyle gece ister istemez daha güzelleşiyor ve herkes aynı coşkuyu yaşayabiliyor.
Geleceğe dair projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Geleceğe dair projelerim tabi ki var. Öncelikle önümüzdeki sene çıkarmayı düşündüğüm, aslında geç bile kaldığım, remikslerimin ve düzenlemelerimin yer alacağı bir toplama albümü 2011’de çıkarmayı planlıyorum. Bu sene bir Avrupa turnesi düzenlemeye çalışıyorum. Şu anda onun çalışmaları var ve artık katılımlarda iki –üç binle değil, on binlerin telaffuz edildiği organizasyonlarda yer almayı hedefliyorum.
Bu arada sizin aracılığınızla Şalom gazetesine tekrar teşekkür etmek istiyorum. İlk röportajımı 1994 yılında Şalom’a vermiştim. O zamanlar radyoculuk kariyerimin başındaydım. Aradan geçen zaman sonra tekrar bir arada olmak ve yaptığım işleri burada sizler tekrar paylaşmak benim için çok anlamlı...
İnsanları eğlendirebilmenin ve bu sektörde fark yaratmanın sırrı nedir?
Sektörde fark yaratmanın sırrı yukarıda da değindiğim gibi öncelikle, buna dinlediğim müzikler de dahil olmak üzere uzun yıllardır gelen bir birikimde, sizi dinlemeye gelen kitleyi iyi analiz etmeniz ve onların o anki psikolojilerini yakalayabilmenizde yatıyor. Her gittiğim yerde farklı setlere yer vermem de önemli bir etken sayılır. Gittiğim yerler sadece İstanbul, İzmir, Ankara değil. Ordu, Eskişehir, Adana, Denizli, New York, Münih, Augsburg’da da performans sergiliyorum. Hepsi birbirinden faklı ve beklentilerde o yönde. Harvey Nichols’ta sadece ‘house’ müzik çalarken, Ordu’da çoğunluğunun Türkçe olan bir müzik yapmak gerekiyor. Sonucunda amaç belli, müzik çaldığın yerde, seni dinlemeye gelen topluluğu eğlendirebildiğin sürece iyi bir discjockeysin!