Önce Hz. Muhammed karikatürleri savaşı, ardından Mavi Marmara baskını karikatürleri… Karikatür Ortadoğu barışına katkıda bulunabilir mi? Dünya karikatürcüleri bu sorunun yanıtını ararken, Türk karikatürünün Ortadoğu sorununa bakışını irdeledik
Önce Hz. Muhammed karikatürleri savaşı, ardından Mavi Marmara baskını karikatürleri… Karikatür Ortadoğu barışına katkıda bulunabilir mi? Dünya karikatürcüleri bu sorunun yanıtını ararken, Türk karikatürünün Ortadoğu sorununa bakışını irdeledik
2005 yılının Kasım ayında, Kudüs’te, dünya medyalarında etkin konumda bulunan basın karikatürcülerinin bir araya geldikleri bir ‘Karikatür Konferansı’ düzenlenmişti. Toplantının amacı, çağımızın en etkili iletişim araçlarından biri olan editoryal karikatürü Ortadoğu için barış girişimlerine ortak etmekti.
Çeşitli ülkelerden gelenlerin yanı sıra toplantıya İsrailli ve Filistinli karikatürcüler de katılmış, Ortadoğu sorunuyla ilgili çizimlerini geniş bir platformun önünde tartışmaya açmışlardı. Üç gün süren bu toplantının sonucu olarak, BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın da desteğiyle bugüne dek aktif çizer-üye sayısı yetmiş sekize ulaşan ‘Cartooning for Peace’ (Barış için Karikatür) Vakfı kuruldu.
Konferans esnasında, Ortadoğu konulu karikatürlerimden seçkiyi sunmadan önce, Türkiye’nin bölgedeki coğrafi ve tarihi ağırlığını vurgulayan, Türk karikatürcüsünün Ortadoğu’ya bakışını yansıtan bir konuşma yapmıştım.
Mavi Marmara baskının ardından, uluslararası basın organlarında konuyla ilgili çok sayıda karikatür yayınlandı. Hatta internet ortamında, 2006 yılındaki Hz. Muhammed karikatür savaşından sonra bir yenisi başlatıldı diyebilirim. Hal böyle olunca, Kudüs Karikatür Konferansı’ndaki sunumu elden geçirip yazı dizisine dönüştürmenin tam zamanıdır diye düşündüm.
OSMANLI DÖNEMİ’NDE TÜRK KARİKATÜRÜ
Türkiye, coğrafi konumuyla olduğu kadar, Osmanlı’nın bıraktığı uluslar üstü yönetim mirası nedeniyle de Ortadoğu için büyük öneme haiz bir ülkedir. Bugün bir sorunlar yumağı halindeki bölge, asırlar boyunca tarihin en uzun ömürlü imparatorluklarından biri olan Osmanlı’nın yönetimindeydi. XIX. asırda başlayan ulusçuluk akımları, I.Dünya Savaşı sonunda imparatorluğun tamamen parçalanmasına neden olana dek, çeşitli ırk, din, mezhep ve dilden milletler, Osmanlı’da yüzyıllarca bir arada ve uyum içinde yaşadı.
Osmanlı’da halk (reaya) Müslümanlar ve Müslüman olmayanlardan (zimmî) oluşurdu. İmparatorlukta halkın değişik katmanlarının yaşam tarzını irdeleyen, aynı şemsiye altındaki çeşitli milletlere mensup insanların karakterleri üzerine mizah yapan ve Osmanlı’ya Çin’den getirildiğine inanılan bir komedi türü vardır, Karagöz ile Hacivat.
Bu oyunda her ne kadar günlük olaylar tuluat tekniğiyle mahalle aralarına indirgeniyorsa da siyasi otoriteye yer verilmemiştir. Buna karşılık imparatorlukta yaşayan Acem, Arap, Arnavut, Ermeni, Yahudi, Rum, Kürt, Lâz gibi çeşitli milletlere mensup fertlerin farklı giyim kuşamları ve komik şiveleriyle perdede gösterilmesi, Karagöz oyunlarında konuların ve tiplerin olmuş olaylardan ve yaşayan kişilerden esinlenilerek yaratıldığını gösterir.
Bu araştırmanın esas konusunu teşkil eden Cumhuriyet döneminin (1923 – 2005) Osmanlı dönemine olan farklılığını vurgulamak için Karagöz’deki çeşitli milletlere mensup tiplemelerin özelliklerini Cevdet Kudret’in kaleminden aynen aktarıyorum:
“Bizans devrinde olduğu gibi Osmanlılar devrinde de türlü bölge, ırk ve ulustan kişilerin toplandığı bir yer olan İstanbul’un bu karışık toplumsal yapısı hayal perdesinde yansıtılmış, taşralı, azınlık, ya da yabancı kişilerin İstanbul ağzına uymayan konuşmaları, söz oyunlarına geniş yer veren hayal perdesine alaylar ve şakalar için zengin olanaklar hazırlamıştır. Karagözcülerin ‘taklit’ adını verdiği bu kişilerin başlıcaları şunlardır:
Türk: Kastamonulu (Himmet; odun yarıcısı, bekçi; perdenin en iri-kıyım kişisi), Bolulu (aşçı), Kayserili (pastırmacı), Laz (Trabzonlu, Hayrettin; kayıkçı, gemici, kalaycı; ağzıkalabalık), Rumelili (Mestan Ağa, Hüsmen Ağa; pehlivan, arabacı); (TÜRK veya LAZ TİPLEMESİ)Kürt (Harputlu, Haso; hamal, bekçi), Arnavut (Bayram Ağa; kır bekçisi, bahçıvan, bozacı), Acem (zengin tüccar), Ak Arap (Hacı Kandil, Hacı Fitil, Hacı Şamandıra; dilenci, tatlıcı, kahve dö-vücüsü), Zenci Arap (Mercan Ağa; lala, köle, kabakçı) (KÜRT ve ARAP TİPLEMESİ); Yahudi (bezirgân, sarraf, tefeci, eskici), Ermeni (Sergiz; ayvaz, kuyumcu, külhancı), Prenıs (Tatlısu Frengi) ve Rum (karagözcü argosunda, Çingeneceden bozma ‘Balama’; doktor, terzi, tüccar, meyhaneci.”*
Kaynağını geleneksel Karagöz gölge oyunundan alan Türk karikatürünün ulusal basında etkili olma süreci 1950’lerin modernist karikatürüyle başlar ki, bu tarih aynı zamanda İsrail Devleti’nin kuruluş yıllarına denk gelir. Türkiye, 1949’da İsrail’i tanıyarak ticari ve askeri ilişkilerini günümüze dek sürdüren ilk ve tek Müslüman ülkedir.
Kendini iç siyasete fazlasıyla kaptıran ve bitmez tükenmez yasal sorunlarla boğuşmak zorunda kalan Türk karikatürcüsünün komşu ülkelerdeki sorunlara fazla eğildiği söylenemez. Bu karikatürcünün milliyetçi-sol duruşu vardır. Yabancıya, kendinden olmayana karşı mesafeli, kuşkulu ve hatta saplantılıdır. Laikliğe ve cumhuriyet ilkelerine bağlıdır.
Burada “Türk karikatürcüsü” tanımından kasıt, ağırlıklı olarak merkezdeki gazete ve dergi karikatürcüsüdür. Marjinal sayılabilecek yayın organlarında ya da herhangi bir siyasi görüşün propagandasını yapmak üzere yayınlanan basılı mecralarda yer bulmuş olan karikatürler bu araştırmanın kapsamına girmiyor. Ancak şunu da belirtmeden geçmemeli, özellikle 1960’lar sonrasında, sayısız küçük gazete ve dergide yer alan karikatürlerin büyük bölümünde İsrail karşıtlığı ile antisemitizm iç içe geçmiştir.
CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE KARİKATÜR
Türkiye’de karikatür XIX. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştır. Kimler tarafından çizildiği bilinmeyen fakat çizgi ve mizah anlayışlarıyla bugünkü karikatürlerin öncüleri olan ilk karikatürler, Teodor Kasap tarafından 1870’te yayınlanan Diyojen mizah gazetesinde yer almıştır. Bu nedenle, Türk karikatürcüleri 1870 yılını Türk karikatürünün başlangıcı olarak kutlarlar.**
Bu yazı dizisinde Türk karikatürcülerinin Ortadoğu’ya bakışlarını, 1870’ten günümüze, beş ayrı dönemde inceledik:
Birinci dönem (1870-1930)
Türk siyasi karikatürü XIX. yüzyıl ortalarında Tanzimat’la birlikte dergi gazete ve broşürlerde boy gösterdi. İstibdat dönemindeki otuz yıllık bir yasaklamanın ardından, Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte günümüze kadar ulaştı. İlk karikatürlerin büyük bölümü imzasızdır, bunların Ermeni sanatçılar tarafından çizildikleri bilinmektedir. Cumhuriyetin ilanına kadar geçen süre içinde siyasi karikatürlerin etnik kimliklere saldırdığı pek görülmez. Oysa XX. yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu sınırlarının dâhilinde gerçekleşen pek çok isyanın yanı sıra, sarayda açığa çıkan yolsuzluklar dahi rahatlıkla ırkçı olarak nitelendirilebilecek karikatürlerin çizilmesi için çok uygun bir ortam oluşturuyordu.
İlk Osmanlı karikatürlerinde bol miktarda Karagöz ve Hacivat tiplemesi görülür. Mahalle aralarına kadar inmiş olan gölge tiyatrosundaki tiplemelere halk içli dışlıdır, dolayısıyla bu yergi sanatını yadırgamaz. Bunda Karagöz’ün okumamış saf bir halk adamı olmasının rolü büyüktür. Hacivat ise tam tersine, iyi eğitimli ve kurnazdır. Kişisel menfaatleri önde geldiğinden kurulu düzeni eleştirmez, nabza göre şerbet verir.
1877’de gazeteci ve yayıncı Teodor Kasap (1835-1905), Nişan Berberyan (1842-1907) tarafından çizilip Hayal dergisinde yayınlanan bir karikatürden dolayı üç yıl hapisle cezalandırılmıştır. Bu, Türkiye’de karikatüre verilen ilk cezadır. Karikatürün çizilme nedeni, II. Abdülhamid’in meclise getirdiği ‘Matbuat Nizamnamesi’dir. Bu nizamnameyle mizah yayınlarının tamamen yasaklanması istenmişti. Mecliste yapılan tartışmalarda karikatür, ‘mizaha ait resimler’ diye tanımlanmış ve mizahın dine, ahlâka, topluma aykırı bir soytarılık olduğu vurgulanmıştı.
1900’lü yılların başından Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren ve Kurtuluş Savaşı ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına varan siyasi kargaşanın Türk karikatürüne büyük ölçüde yansıdığını görürüz.
Öte yandan, aynı dönemde Ortadoğu ile ilgili yok denecek kadar az sayıda karikatür çizilmiştir. Bu durum toplumun bu konuya ilgisizliğini mi gösterir, yoksa İstanbul’da yaşayan Türk karikatürcüsünün yüzünün yalnızca Batı’ya dönük olduğunun mu kanıtıdır? Unutulmamalı ki Türkiye’de karikatür Batı’ya açılma hareketinin bir meyvesidir ve yazılı basınla aynı süreçte oluşmuş, gelişmiştir.
İstiklal Savaşı esnasında mizah dergileri, Kuva-yı Milliyeciler’in yanında olanlarla, İstanbul Hükümeti’nin tarafında olanlar diye iki gruba bölünmüştü. Karikatürcüler de bu bölünmeden nasiplerini almışlardı. Sedat Simavi (1896-1953) Güleryüz adlı dergisiyle birinci grupta yer alırken, Hain Rıfkı olarak da anılan Ahmet Rıfkı (18??-19??) Refik Halit Karay’ın Aydede adlı dergisinde boy göstermişti.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında karikatürcüler yeni bir devlet kurma, halkta ulus olma bilincini uyandırma ve cumhuriyet toplumu yaratma gayretiyle didaktik karikatürler çizdiler. Bu çizerlerin başında Ramiz Gökçe (1900-1953) ile Cemal Nadir Güler (1902-1947) gelir.
Gelecek bölüm: SALAMON KARİKATÜRLERİ DÖNEMİ