´360 Derece´de bu hafta

<p class="MsoNormal"><span>Gazeteci <strong><em>Doğan Satmış</em></strong>, <strong>ŞALOM</strong> için kaleme aldığı yazısında Amerikan kamuoyunda tartışmalar yaratan cami inşasından yola çıkarak, ‘kardeşlik’ mesajları veriyor<?xml:namespace prefix =" o" ns =" "urn:schemas-microsoft-com:office:office"" /></font></span></p>

Doğan SATMIŞ Şalom
18 Ağustos 2010 Çarşamba

Dünya Ticaret Merkezi’ne uçaklı saldırıların olduğu 11 Eylül 2001’de Hürriyet Gazetesi’nde çalışıyordum. Yazı işlerinde sıradan bir günü daha bitirmiştik ve “Akşam olsa da bara insek” havasındaydık. Çünkü o gün, Hürriyet’in çok sevilen, eskilerden bir çalışanın doğum günüydü. Ona sürpriz yapmış, Hürriyet’in barında şampanya hazırlatmıştık. (Bilmeyenler için hatırlatayım. Hürriyet Gazetesi’nin Güneşli’deki binasında, çalışanlara hizmet veren bir ‘Amerikan bar’ vardır ve burası, Hürriyet gazetecilerinin günün yorgunluğunu attığı sıcak bir mekândır. Kutlamalar orada yapılır, önemli futbol maçları orada hep birlikte izlenir, seçim gibi önemli gecelere orada hazırlanılır. Öyle bir atmosfere sahiptir ki, bazı geceler votka-havyar partileri ile başlar, lahmacun ve çiğköfte ile son bulur.)

Yani o gün sayfalar bağlanmış, işlerin önemli kısmı bitmişti ki bir anda “Amerika’da uçak gökdelene çarptı” gibi bir haber uçuştu, hemen CNN’i açtık.

“Allah Allah, nasıl olur” filan derken, ikinci bir uçak, ikinci gökdelene çarptı. Bunu önce algılayamadık, maçlardaki gol tekrarı gibi ilk uçağın çarptığı an tekrar edildi sandık, ancak anlaşıldı ki, ikinci saldırı da olmuş. Sonra üçüncü, dördüncü saldırı haberleri geldi, hatta bir ara “Her yere saldırılıyor galiba” denilmeye başlandı.

Neyse... Tarihi bir gündü... Yapılan sayfalar bir kenara atıldı, yenileri yapıldı. Gazetelerin taşra baskılarını saat 21.00’den önce bitirmek gerektiği için, eldeki ilk fotoğraf ve haberler kullanılarak ilk kalıplar yetiştirildi.

Sevgili arkadaşımız için yapacağımız doğum günü kutlaması, bu saldırının gölgesinde geçti.

Sonra, bardan yazı işlerine çıkıp, şehir baskıları için kolları yeniden sıvadık. Sabahın ilk saatlerine kadar tüm sayfaları sil baştan yeniledik. Hatta o gecenin telaşıyla, Hürriyet’in 1. sayfasında ertesi gün pişman olduğumuz bir fotoğraf kullanmıştık.

12 Eylül 2001’de dünya gazetelerinin çoğunun birinci sayfalarında, uçakların gökdelenlere çarpma anının fotoğrafları vardı. Hürriyet’te bir gökdelenin çökmesi sırasında kaçışan insanların görüntüsü ilk sayfadaydı. Fotoğraf seçimi üzerinde tartıştığımızı hatırlıyorum.

BİN LADİN’E İNAT CAMİ

Tüm bunlar, Amerika’da devam eden 11 Eylül saldırıları yakınındaki cami tartışması nedeniyle aklıma geldi.

Bildiğiniz gibi bir grup Amerikalı, 11 Eylül saldırılarına ve Bin Ladin’e inat, saldırıların hemen yakınına bir cami yapma kararı aldı. Buna bazı Amerikalılar da karşı çıkıyor.

Kısaca ülke bu konuda bölünmüş durumda.

Amerikan Yahudileri de bölünmüş durumda.

En etkili Yahudi örgütü ADL (Anti Defamation Leage) camiye karşı çıktı. ADL’nin bu tavrını protesto için Amerikan Newsweek Dergisi Editörü Fareed Zakaria ise, beş yıl önce bu örgütün kendisine verdiği ‘First Amendment Freedom Ödülü’nü geri yolladı. Zakaria, “ADL’nin cami karşıtı kararını iptal etmesini istiyorum. Hatayı kabullenmek, yeniden saygınlık kazanmak için ödenecek ufak bir bedeldir” diye yazdı. Özellikle son cümle, bence ‘iğne’li değil, ‘çuvaldız’lı ve bir hayli ağırdı.

BLOOMBERG’İN KONUŞMASI

Ama bu konudaki en cesur çıkışı, New York’un Yahudi Belediye Başkanı Michael Bloomberg yaptı. Bloomberg, New York’taki çeşitli inançların din adamlarını yanına alarak,  muhteşem bir konuşma yaptı. Konuşması için seçtiği yer de çok anlamlıydı. New York limanındaki Governor Adası’nı seçti. Bu New York’a 400 yıl önce ilk gelen göçmenlerin ayak bastığı yerdi. Arkada Özgürlük Anıtı ve Manhattan adası olduğu halde konuşarak şunları söyledi:

“New York, dünyanın en özgür şehridir. Buraya ilk ayak basanlar, aynı zamanda dini hoşgörünün de tohumlarını attılar. New York’u özel, farklı ve güçlü kılan da budur. 

Kapılarımız, hayalleri olan, çalışmaya azimli ve kurallara göre oynayan herkese açıktır. New York’u 100 ülkeden gelen, 200 dili konuşan  göçmenler kurdu ve büyüttü. İster aileniz burada doğmuş olsun, ister daha dün gelmiş olun, buraya gelen herkes artık bir New Yorkludur.

Her zaman komşularınızla aynı görüşte olmayabilirsiniz. Zaten böyle olması da hayatın bir parçasıdır. New Yorklular, bunu bilir ve karşılıklı saygı ve hoşgörü içindedir. İşte 11 Eylül, bu ruha saldırdı.

Bazı katil fanatikler o gün 3 bin kişiyi öldürdüler çünkü o fanatikler bizim özgürlüğümüzü yaşamamıza, istediğimiz gibi konuşmamıza, kendi hayallerimizin peşinden koşmamıza ve kendi hayatımızı yaşamamıza istemiyorlardı.

Dini özgürlüğü, diğer tüm önemli özgürlüklerin en önemlisi sayabilirsiniz. Ama unutmayın ki, ibadet özgürlüğü, burada da sert ve uzun yıllar verilen mücadeleden sonra elde edildi. 1650’lerde, Aşağı Manhattan’da küçük bir Yahudi cemaati bir sinagog inşa etmek için Hollandalı Vali Peter Stuyvesant’a başvurmuş ve geri çevrilmişti.

1700’lerde tüm Amerika din özgürlüğüne kavuşurken, Katolikler hâlâ New York’ta rahatça ibadet edemiyordu, din adamları tutuklama tehlikesi altında yaşıyordu.

Yapılacak caminin arsası, özel mülktür. Ve sahiplerinin bunu ibadet evi yapmasının önünde yasal bir engel de yoktur.

Hükümetin bunu engelleme yetkisi de yoktur. Eğer engelleme olursa, bunun Amerikan anayasasını ihlal olacağını mahkemeler zaten söyler.

Bu tür yasaklamalar başka yerlerde olabilir. Ama burada olmamalı. Çünkü bu ülke hiç bir dini ötekine üstün tutmayan ilke üzerine kuruldu.

Unutmayalım ki, 11 Eylül’de ölenler arasında Müslümanlar da vardı. Müslüman komşularımız da bizim gibi o gün ölenlere ağladı. Eğer Müslümanlara başka dinlerden farklı davranırsak, bu değerlerimize ihanet olur ve kendimizi, düşmanlarımızın elinde oyuncak ederiz. Bu fikri kabullenmek, teröristlerin de zaferi olur ki biz buna gelemeyiz.

Bu nedenle, ben bu olayın dinle devleti ayırmak için hayatımızda görebileceğimiz bir test olduğuna inanıyorum. Ve bu testte doğru yapmak çok kritik bir öneme sahiptir.

11 Eylül’de binlerce kişi, yardıma koştu ve binlerce hayat kurtardı. Bunların 400’ü de kendi hayatını kaybetti. Canlarına pahasına o binalara koşanların hiç biri, önüne çıkana ‘Hangi Tanrıya inanıyorsun?’ diye sormadı.

O bir savaştı ve yardıma koşanlar sadece kenti değil, ülkelerini ve anayasayı savunuyorlardı. Biz, onların savaşını verdiği anayasal hakları inkâr ederek, onları onurlandıramayız. Onları ancak teröristlerin saldırdığı bu hakları savunarak onurlandırabiliriz.

Politik tartışmalar gelir ve geçer. Ama bizim değerlerimiz ve geleneklerimiz sürer. Bu şehirde, Tanrı sevgisi ve merhamete sınır koyacak çıkmaz.”

VE SON SÖZ

Öyle anlaşılıyor ki, bazı Amerikalılar, İslam adını kullananların, 3000 masum insanı öldürdüğü yere yürüme mesafesinde mekâna sahip olmasından ürküyorlar.

Ancak zaten terörün amacı da bu değil mi?

Bugünlerde Türkiye’de yaşadığımız Türk-Kürt tartışması da bunun bir benzeri zaten. Terör, olabildiğince can yakıp, insanların birbirlerine düşman olmasından besleniyor.

“Ne kadar can yakarsam, o kadar birbirine düşman insan yaratırım” diyor. Dediği de oluyor. Şehit haberini alan, sokakta Kürt diye bellediği insanın dükkânını ateşe veriyor, arabasına saldırıyor.

Ve bu görüntüleri ellerini ovuşturarak izleyen de zaten terörün bizzat kendisi oluyor.

Böyle durumlarda yapılması gereken, Bloomberg’in de söylediği gibi, gelip geçici politik tartışmaları bir kenara bırakıp, ilkeleri öne çıkarmak.

Ve ilkeler de şöyle:

New York’ta 100 ülkeden gelen, 200 dilde konuşan, değişik din ve mezheplere sahip insanlar, bir arada yaşarlar. Birinin dini diğerine üstün değildir.

Türkiye’de Türkler-Kürtler-Araplar-Lazlar-Abhazlar-Çerkezler-Göçmenler- ve unuttuğum pek çok kökenden gelen- insanlar bir arada yaşarlar.

Bir ağaç gibi tek ve hür

Bir orman gibi kardeşçesine…

Doğan SATMIŞ kimdir?

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olan Doğan Satmış henüz öğrenciyken Anadolu Ajansı’nda muhabir olarak gazeteciliğe başladı. Sabah Gazetesi’nin kuruluşunda yer alan Satmış daha sonra Günaydın ve Bugün gazetelerinde de görev yaptı. 1989’da Hürriyet’de Yazı İşleri Müdürü olarak başladığı görevini 17 yıl boyunca sürdürdü. 2006’da Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı olarak Sabah Gazetesi’ne geçti. 2009 yılında da Habertürk Gazetesi’nin kuruluşunda bulundu ve halen de bu gazetede Genel Yayın Yönetmen Yardımcılığını sürdürüyor. Aynı zamanda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliğini sürdüren Doğan Satmış, 2002 yılında araştırma dalında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başarı ödülü aldı. Satmış’ın “Gelecekte bir yerlerde 21. yüzyıla yansımalar” (2006) adında yayınlanmış bir kitabı bulunuyor.