okur’dan...

Toplum
22 Eylül 2010 Çarşamba

İvo Bey,

15 Eylül 2010 tarihli Şalom Gazetesi yine birçok alanda okurlarını aydınlatıyor, köşe yazılarının birçoğu da ayrı bir zevkle okunuyor.

“Neleri kaybettiğimizi biliyor musunuz?” başlıklı yazısında Ester Yannier büyük harfleri terk etmiş olma tarzıyla bana sıra dışı, Nobel Edebiyat Ödüllü ünlü Portekizli yazar Jose Saramago’yu anımsattı.

Henüz Haziran ayında kaybettiğimiz bu ünlü gazeteci, çevirmen ve yazar bir zamanlar “Romanlarımın konusu illüzyonlar, rüyalar ve imkânsızı imkânlı kılmaktır,” demişti.

‘Muhavere’ kösesinde Denis Ojalvo Ortadoğu sorunuyla ilgili oldukça net ve başka taraflara çekilmesi pek de mümkün olmayan bilgiler vermiş okurlarına. Ortadoğu sorunu gibi çözülemeyen ve çözülmesine de pek müsaade edilmeyen karmaşık bir denklem ve coğrafya için oldukça güç bir şey aslında Ojalvo’nun yaptığı... Ancak yazısında takıldığım bir göndermeye de değinmeden edemeyeceğim. İngilizce ‘Jew’ terimi birey anlamında kullanılıyor, ‘Jewish’ dinsel kimliği vurguluyor derken bu sonuca nasıl vardığını öğrenmek isterim. Zira ‘Jew’ ve ‘Jewish’ arasındaki en temel fark dilbilgisel anlamda birinin isim diğerinin sıfat olarak kullanılmasıdır. Birinin daha sosyolojik diğerinin daha dinsel öğe taşıyor vurgusu daha önce hiç düşünmediğim ve rastlamadığım bir açı olduğundan bu nokta özellikle ilgimi çekti.

“Duvarları kim yıkacak?” ve “Neden Şofar’ın sesini bekliyorum” yazılarınızda üstünde durduğunuz etrafımıza örülen duvarlar fikri gerçekten hayatımızın her aşamasında bizimle... Kimler o duvarları yıkmak ister/istemez, yıkabilir/yıkamaz? Bunların her biri ayrı ayrı üzerinde tartışılabilir sorular bana göre... Burada özellikle belirtmek istediğim iki yazınız arasında kurulmuş olan neden-sonuç ilişkisidir. “... öte tarafa ‘bakmayı’ çoktan unuttuk...” derken ilk yazınızda bir sonucu, bir tespiti vurguluyorsunuz; bu haftaki yazınızda ise “Aynı şekilde giyinen, davranan ve en acısı aynı yönde düşünen insan topluluğunun bu dünyayı ileriye götürmediğini...” derken o insan topluluğunu ortaya çıkaran okullara ve eğitimcilere gönderme yapmışsınız... Bu da özünde etrafımızdaki duvarların tamamıyla olmasa da önemli ölçüde sebebinin eğitim olabileceğini vurguluyor.

Maalesef ülkemizdeki eğitim seviye ve içeriğini ayrıntılarıyla ele aldığımızda karşımıza çıkan manzara düşünen ve kendi kararlarını kendi verebilen insan grubu yetiştirmekte zorlanan bir sistem olarak gözüküyor. Bir olayı, bir figürü ya da tarihsel bir gerçeği değişik perspektiflerden sunma geleneği eğitimde yer almadıkça duvarlardan kurtulmamız çok güç... Bir şey dünyanın batı kıyısında daha fazla kabul görüyor ya da uygulanıyor diye herkes tarafından doğru ya da iyi diye kabul edilemez, ama teoloji ile ilgili olmayan bir bölümünde batının çok saygın bir üniversitesinin ders programında birinci dönem okutulan ‘The existence of God - Tanrı’nın varlığı’ dersi, ikinci dönemde ‘The non-existence of God - Tanrı’nın yokluğu’na dönüşebiliyorsa duvar örme açısından çok farklı noktalarda öğrencilerin, insanların ve dolayısıyla toplumların olduğu yadsınamaz.

Bu arada “Neden Şofar’ın sesini bekliyorum” başlığı ayrı bir vurgulama amacıyla mı soru işaretsiz?...

Saygılarımla,

Ori PAPO