Herkesin anlatacak bir öyküsü vardır/ Sanatla geçen 60 yıl... HABİB GEREZ

Ester YANNİER Toplum
12 Mayıs 2010 Çarşamba

Tünel’den Galata Kulesine inen ‘renkli’ yokuşun sonlarına doğru Habib Gerez’in 1977’den beri yaşadığı atölye evine ulaştım.

Demir kapıdan içeri girdiğimde uzun avlunun sonunda duvardaki Habib Gerez imzâlı bir eser karşıladı beni. “Aslan yattığı yerden anlaşılır” sözüne örnek gösterilesi bir ortam… Tablonun hemen altında bulunan masa ile sandalyeler kim bilir ne samimi hoş sohbetlere ve şiirlere tanık olmuştur…

Güler yüzle kapıyı açan Gerez her zamanki gibi “Nasıl gider?” diye hatırımı sordu.

Üç katlı bu mekânın en alt katı sanatçının Yahudi Kültürü Avrupa Günü gibi çeşitli vesilelerle topluma açtığı sanat evi. Orta kat ise mutfak ve yaşam alanı olarak değerlendirilmiş. Sanatçının aldığı ödüller, farklı dönem çalışmaları, bilgisayarı, basılı şiir kitapları, dost sanatçıların hediye ettiği heykeller ve de en önemlisi kişisel arşivi bu katın barındırdıkları arasında… En üst katta ise sanatçının yatak odası ve atölyesi bulunuyor.

Arşiv deyince hayalinizde hani öyle ufak tefek bir şey canlandıysa düzeltmekte yarar görüyorum. Üç ayrı bölümden ve 40 ayrı ciltten oluşan bu arşivde sanatçı, basında hakkında çıkan yazıları, kendi yazdıklarını ve fotoğraflarını ayrı ciltlerde toparlamış. İki yıl önce geçirdiği ameliyatla vücudundan çıkartılan kalça kemiğinin bir parçası da bir kavanozun içinde bu arşivin bir parçası.  Fotoğraflarının bulunduğu arşivinin giriş notu şöyle: “Bu ciltteki fotoğraflar, ömrümün tükenmiş günlerinin bir göstergesidir ve kaybolmuş hayatımın mezar taşlarıdır. Doğa kanunu gereği ben sadece sonuncusunu göremeyeceğim. Ergeç önümüze çıkacak bir mermer şehir. Sadece resimlerde kalacak varlığımız.” Habib Gerez cilt no:1930-1966

Habib Gerez’i yakından tanıyalım

Habib Gerez 58 yıllık sanatçı, ressam, şair ve yazar çalışmalarını bu alanlarda sürdürüyor.

Dergilerde 600’den fazla yazısı yayınlandı, yurt içinde ve dışında 130’un üzerinde sergi açtı. On bir şiir kitabı yayınladı. Şiirlerinin bir bölümü Rusça dahil olmak üzere yabancı dillere çevrilerek kitaplaştırıldı. 1998 yılında Avrupa Akademisi tarafından her yıl bir kişiye verilen büyük ödüle lâyık görüldü. Akademisyen unvanına sahip Gerez, yurtdışındaki altı akademinin fahri üyesi ve Avrupa Konseyine bağlı Avrupa Akademisi’nin Türkiye temsilcisi.

Yurt içinde ve dışında sekiz müzede tabloları bulunuyor.

Bu kadar genel bilgiden sonra ressam/şair Habib Gerez’in dünyasına konuk olalım…

Hayatım…

1926 yılında Ortaköy’de dünyaya geldim. 1920’li, 30’lu yıllarda Ortaköy hatırı sayılır bir Yahudi cemaatine sahipti. Dereboyu Bulgurcu Sokak’ta Onsekiz Akaretler’de otururduk. Ortaköy İlkokulu’nda eğitime başladım. Gaziosman Paşa Ortaokulu ve Kabataş Erkek Lisesi’nden sonra dört yıl hukuk fakültesinde eğitim gördüm. 1955’te Ankara’da yedek subay okulunda asteğmen ve teğmen olarak vatani görevimi yaptım.

Annem Eskişehir doğumlu. Büyükbabam Eskişehir’de Chemin de Fer şirketinde görevdeydi. Annem orada dünyaya geldi. Babam ise İstanbullu’dur.

Annem ud çalar, halı dokurdu. Ancak bu bildiğimiz normal halı gibi değil, bir fotoğrafın birebir kopyası şeklindeydi.  Bunların büyük bir kısmı yandı, sağlam kalan ise Hollanda’da ağabeyimin evinde.

Hahambaşı Rav David Asseo ile çalışmak…

Askerlikten sonra İstiklal Caddesi’ndeki Berlitz Lisan Dershanesi’nde Türkçe öğretmenliği yapmaya başladım.  Belirtz’in metodunu geliştirerek 300 sayfalık bir kitap hazırladım. Burada 11 yıl öğretmenliğimi sürdürdüm. O yıllarda Ortaköy’den Şişli Perihan Sokağa taşınmıştık. 200 TL ev kirası veriyordum. Berlitz’den ve özel derslerden elime ayda 1200 TL geçiyordu. 

1961’de dönemin Cemaat Başkanı Doktor Harun Çiprut, “Habib Bey, Rav David Asseo hahambaşı seçildi. Özel kalem müdürü olur musunuz?” dedi. Maaş konusunda da anlaştıktan sonra görevi kabul ettim.

Yaklaşık 32-33 yıl süreyle Hahambaşı Rav David Asseo’nun özel kalem müdürlüğünü yaptım. Rav Asseo dini konularda Ribi Rofe ile çalışırdı. Ribi Rofe’den sonra bu görevi Rav İsak Haleva yaptı. Hukuk eğitimi aldığım için, hahambaşılığa bağlı 35 gayrimenkulun yönetimi ile ilgili komisyonda Rahmetli Av. Selim Kaneti ve Av. Yuda Reyna ile çalıştım. 

 Gençlik dönemimde Yahudi cemaati 85 bin kişi kadardı. Büyük bir çoğunluğu 1948’de veya 6-7 Eylül Olayları sonrasında İsrail’e göç etti. 6-7 Eylül Olayları sırasında yedek subaydım, gazete ve radyodan bilgi almıştım.

O yıllarda İstanbul 1.200.000 kişiydi ve 85 bin kişilik bir cemaat  iyi bir rakamdı. Toplumumuz dine daha bağlıydı. Bayramlarda annelerimiz komşularımızla birlikte hazırlık yaparlar ve birlikte kutlardık. Daha izole yaşanırdı. 1492’de İspanya’dan gelenler bir nevi gettolarda yaşarlardı, bunun bir uzantısı diyebiliriz.  Toplum bireylerimiz daha çok ticaret yaparlardı. Üniversitelere fazla gidilmezdi, eğitimde özellikle Fransızca öğrenmeye önem gösterirlerdi. Beyoğlu’na çıkıldığında çok daha nezih insanlara rastlanırdı. Arabası olanlar parmakla gösterildi. Markiz veya Le Bon Pastanesi’ne gidilirdi. Arabasıyla pastanenin önüne kadar gelirlerdi. Park Otel’e ünlü yazarlar gelirdi. Dönemleri karşılaştırmayı doğru bulmuyorum. Her dönemin kendi güzellikleri var. 1969’ta Japon Konsolosu’na ders veriyordum. O bana bir televizyon hediye etti. Haftada bir Teknik Üniversite’nin deneme yayınlarını öylelikle izledim. Komşular bana televizyon izlemeye gelirlerdi.

Bir keresinde programa izleyici olarak katıldım. Sunucu “Aramızda ressam/şair Habib Gerez var ve haftaya yapılacak programa kendisini konuk edeceğiz” diye anons etmişti. Ertesi hafta gittiğimde şiirlerimi okudum.

Resimde dört dönem

Resim alanında değişik dönemlerim oldu. Altmışlı yıllarda boyaları tinerle inceltip akıtarak, ebruyu anımsatan resimler yaptım.  Bu ilk dönemimdi.

İkinci dönem çalışmalarıma 1970 yılında başladım. Gerçekçi/somut çalışmalar. 1985 yılından başlayarak, ikinci dönem çalışmalarımı bağdaştırıp, ikisinin bir karışımı olan izlenimci resimler yaptım. Bu arada soyut resimlere de yer verdim.

Üçüncü dönemimden sonra 2001’den başlayarak yaptığım soyut resimleri figürlere dönüştürerek, dördüncü dönemim olarak nitelendirdiğim ve  ‘ insan manzaraları’ adını verdiğim yeni bir tür ortaya çıktı.

Sanat ve Habib Gerez

1950-60 yılları arasında şiirle meşgul oldum.  Kabataş Lisesi’nde Faruk Nafiz Çamlıbel’in öğrencisiydim. Her bayramda evine el öpmeye giderdim. “Evladım artık şiirlerinin yayınlanma zamanı geldi” derdi. 1952’de, kendisinin önsözünü yazdığı ‘Gönülden Damlalar’ adlı ilk şiir kitabım yayınlandı. Fiyatı 1 TL idi.   Resme 1970 yılında başladım. Hahambaşılıkta çalışırken Tünel’de Güney İş Hanı’nın dördüncü katında Profesör Nurullah Berk ile aynı katı paylaşıyorduk. On bir yıl komşuluk yaptık. Okulda yaptığım karakalem çalışmalarımı Berk’e gösterdiğimde beni yetenekli bulduğunu söylemişti. Berk’in teşvikiyle resme başladım. Tatbiki Güzel Sanatlara da misafir öğrenci olarak gittim.  

Yurt dışı sergiler

1972’de ilk kez yurt dışında sergi açmak üzere Milano’ya gittim.  İstanbul’da o yıllarda sayılı galeri vardı. İstiklal Caddesi’nde Atlas Sineması’nın karşısında Beyoğlu Şehir Galerisi vardı. Fransız Kültür Merkezi’nde ara sıra sergiler açılırdı. Eski Galatasaray Lisesi’nde yılda bir kez devlet sergileri açılırdı. 

Aynı yıllarda İtalya’da ise 10 bin galeri vardı. O tarihten bu güne çok gelişti. İstanbul’da şimdi 500’ün üzerinde galeri var. Çok gibi görünse de Avrupa’nın başkentleriyle karşılaştırıldığında az bir rakam.

Toplumumuzda da sanata daha az değer verilirdi. Şimdilerde epey bir ilerleme var. Yıllar içinde yurtdışında 30 sergi açtım, 50’den fazla seyahatim oldu; Amerika, Afrika, Avrupa, Asya… Birçok Uzakdoğu ülkesini gördüm.

Habib Gerez ile sohbetimize

önümüzdeki haftalarda devam edeceğiz.