Yaşasın, sonunda ben de Ayşe Arman ile sırt sırta fotoğraf çektirdim! Öyle çok özeniyordum ki, bütün ünlülerle sırt sırta verdiği pozları gördükçe… Sağolsun, röportajlarının, köşe yazılarının ve onca işinin arasında, Dubai’den İstanbul’a geldiği o kısacık dört gün içinde bana da vakit ayırmayı başardı.
Sandığımdan çok farklı biriyle tanıştım; çok daha alçak gönüllü – hatta utangaç bile sayılabilir – sözüne sadık, dakik, disiplinli, nazik, sıcacık bir insan. Sahtelikle uzaktan yakından ilgisi yok, neyse o! Dümdüz biri. Karar verdim, ben ‘büyüyünce’ Ayşe Arman olacağım…
Dubai’de yaşıyor olmanız sizi Türkiye’nin gündeminden uzaklaştırıyor mu?
Tam tersine yakınlaştırıyor. Türkiye’ye karşı daha duyarlı hale getiriyor. Bütün kanalları izleyebiliyorum, çünkü evde Digitürk var. İnternetten de gazeteleri takip ediyorum. Sadece haberleri değil, dizilere bile yetişiyorum evvel Allah!
Özel hayatınızı okuyucularınızla bu denli paylaşmanız ailenizi rahatsız ediyor mu?
Hayır, etmiyor, alıştılar artık. Etseydi yapamazdım zaten. Sevgilim beni tanıdığında da ben bu insandım, birdenbire bunları yazıyor hale gelmedim. Başta da buydum, şimdi de buyum, gayet tutarlıyım yani… (gülüşmeler)
Kitap yazmayı neden istediniz? En son kitabınız da diğerleri kadar ilgi gördü mü?
Bütün yazarlar neden kitap yazmayı istiyorsa, ben de o nedenden istedim. Evet, “Alya, Sevgilim ve Ben” çok ilgi gördü. Çünkü samimiydi, olduğu gibiydi. İnsanlar, ‘bir başka ben’ buluyorlar o kitabın içinde. Kendilerini yani...
Kendinize örnek aldığınız ya da sürekli olarak takip ettiğiniz köşe yazarları var mı?
Örnek aldığım köşe yazarı yok. Hatta Bridget Jones bile benden sonra böyle yazmaya başladı. Ona örnek olduğumu bile söyleyebilirim! Gerçekten. Onun günlüğü benden sonra çıktı. Ve tabii, Türkiye’deki bir sürü köşe yazarı kadına feyz olmuşumdur. Bu da hoşuma gidiyor, hiç bir rahatsızlığım yok... Bu arada profesyonel bir gazeteciyim, herkesi okuyorum. Kadınlı erkekli çok sayıda da beğendiğim köşe yazarı var.
Şimdiye dek röportaj yaptığınız kişiler arasında sizi en çok etkileyen kimdi?
Çok zor soru. Anneni mi, yoksa babanı mı daha çok seversin gibi... Ama sana bir şey söyleyeyim mi, bu benim mizacım, yapım sanırım... Röportaj yaptığım herkesten etkileniyorum, o oluyorum. Empati hat safhada...
Röportaj talebiniz hiç reddedildi mi?
Dalga mı geçiyorsun? Ooooooo! Her hafta kim bilir kaç kez. Sayısını unuttum (gülüşmeler). Korktukları için de kabul etmeyenler de var, küçümsedikleri için de... O yüzden gündemdeki birini ele geçirebildim mi, acayip mutlu oluyorum. Ve ben yarışa Dubai’den katılıyorum, onu da unutma lütfen...
Türban takıp İstanbul’u dolaşma fikri nereden aklınıza geldi?
Hiç aklımdan çıkmıyordu ki! Bu yaşadığımız çağın bir gerçeği. Empati yapmak istedim, ne hissederler, sıcakta ne yaparlar, dünyaya nasıl bakarlar, kıyafetleriyle rahat mıdırlar, rahatsız mıdırlar? Onları görmek istedim... Bir de iki kesimin uç kıyafetlere (Nişantaşı ve çarşaf- İsmail Ağa ve mini etek) tepkisini ölçmek istedim...
Ne tür tepkiler aldınız?
Alkışlayanlar da, küfür edenler de oldu. Her zaman olduğu gibi...
Geçtiğimiz günlerde bir defileye imza attınız, bundan biraz söz eder misiniz?
O meselede defile bir ayrıntı; aslolan ‘Yarım Kalan Hayatlar’ kampanyası. Bu kampanyaya finansman sağlamak için giriştim o defile işine. Yarım Kalan Hayatlar şu demek: ben bir yere katılıyorum, herhangi bir firma ya da etkinlik olabilir, bir açılış, bir sergi, bir defile, bir basın toplantısı, bir kongre, bir farkındalık kampanyasının sunuculuğu, bir şirket içi toplantı gibi... Sahne üzerinde canlı röportaj ve sunuculuk yapıyorum, onlar da bana ödeyecekleri parayı benim yardım edilmesini istediğim birinin hesabına yatırıyorlar. Fiks ücret: 20.000 TL. İlki, yüzünü ve ellerini kaybeden bir yüzbaşıydı, ikincisi görme özürlü ve Mont Blanc’a çıkmak isteyen bir dağcıydı, üçüncüsü Robert Kolej’de okuyan ve maddi zorluk çeken bir lise öğrencisiydi. Önümüzdeki hafta, doğumda doktor hatası yüzünden oksijensiz kalıp özürlü doğan, şu anda yürüyemeyen, konuşamayan, sadece kucakta taşınabilen 9 yaşındaki bir çocuğun annesi olacak... Valla devamı da geliyor, tek başıma sivil toplum örgütü gibi çalışıyorum, her ay birkaç tane yapmaya uğraşıyorum...
Neden kaleme aldığınız hemen her yazı kadın-erkek ilişkilerine ya da cinselliğe bağlanıyor?
Hayatın varlığı bu iki temel unsura ve o temel faaliyet (sevişmek!) bağlandığı için. Seks, benim özellikle sevdiğim bir konu. Keşke daha fazla konuşabilsek...
Kariyeriniz süresince en pişman olduğunuz makaleniz ya da beyanatınız hangisiydi?
Pişman olduğum bir makale, beyanat yok. Ama Hülya Avşar, benim için “yuva yıkan kadın” dediğinde, “Hadi len!” demeliydim, kibar olmak için demedim. Pişmanım.
Gazeteci olmasaydınız...
Kesinlikle evle ilgili bir şey yapmak isterdim, tasarım, iç mimari... Bayılıyorum...
Bir ara hakkınızda Yahudi olduğunuzla ilgili yazılar çıkmıştı… Merak edenler için konuya bir de burada açıklık getirelim mi?
Getirelim... Yahudi değilim. Olsaydım da fark etmezdi. Sabetayist olduğum söylendi, soyadımdan dolayı. Arman, Türkçe bir kelime değil gibi ya… Ama bunlar tamamen Yalçın Küçük Hoca’nın yumurtlaması. Benim soyadım Arıman’mış, ‘ı’ zor söyleniyor diye dedem ‘ı’yı kaldırmış. Ama Yalçın Küçük bunu nereden bilecek, zaten ona göre bu memlekette yaşayan neredeyse herkes Sabetayist. Babam Türk ve Müslüman, annem Alman ve Katolik. Ben için önemli olan şu: Hepimiz insanız!
İnsanların dinlerine göre sınıflandırılmalarını ve antisemitizm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Son derece karşıyım. İnsanların dinlerine ve milletlerine göre değerlendirilmeleri abuk sabuk bir şey. Ben barış içinde bir arada yaşamaya inanırım. Ama o da, demin ağzımdan çıkan cümle kadar kolay gerçekleşen bir şey değil!
Çok teşekkürler…