Gerçek bir trajediye tanık olmak insanı yüceltir mi acaba? Nietzsche’ya göre, evet. ‘Acılar insanı yüceltir’ der.
On altı Mayıs ikibin on tarihinde Kadıköy’deki stadyumda yaşadıklarım büyük acı verdi. Kimilerinin, “Allah başka dert vermesin” gibi beylik lafından bu denli nefret ettiğimi hatırlamıyorum. Zira; acı, her daim acıdır aşkta da, savaşta da, futbolda da. Hem, futbol hayatın kendisi değil midir? Hep ayakta kalmaya çalışıp sinsice seni vurmalarını engellemeye çalışmaz mısın hayatta, futbolda? Orman kanununda yaşamak için yenmek zorunda kalmaz mısın?
On altı Mayıs gecesi Kadıköy’de hüznün en koyusunu yaşadım. Nefesim tutuldu, beyhude mucizeyi bekledim. Bir ara gelir gibi oldu ama rüya kısa sürdü çünkü hayatta mucizelere yer yoktur. Zira insan hayatının yönünü, futbolda da olduğu gibi kendi yaptığı seçimler belirler. Nitekim, o gece de yapılan seçimlerin nihai tokadını yedi, elli beş bin tutkulu insan.
Lakin, bundan daha acı, bundan daha trajik olan, kimi insanın acısının, hüznünün diğerinin sevinci olması değil miydi? Nasıl oluyor da birinin üzüntüsü diğerinin büyük sevincine dönüşebiliyordu? İnsanın insana yapabileceği en büyük zulüm bu olsa gerek. Aynı olay karşısında yanyana gelmiş iki insanın aykırı diyalektik ilişkisi bu sihirli spora, futbola özgü olsa gerek.
‘İnsan insanın kurdudur’ diyenler haklı. Zira insan insandan nefret ediyor. İşte asıl trajedi burada.
Yoksa, her acı gibi on altı Mayıs acısı da geçer, gider. Hayat devam eder, ‘şov’ devam eder. Roller değişir, bugün acı çeken yarın mutlaka sevinci yakalar.
Geriye ise kalan, iki insanın trajik ilişkisi olur.