Avrupa Birliği mi o da ne?

Büyükada’nın vazgeçilmez ulaşım aracı faytonlar çok uzun yıllardır sırtlarında insanları oradan oraya çekiyorlar

- Yaşam
26 Mayıs 2010 Çarşamba

Büyükada’nın bir başkadır güzelliği. O eski havası kalmasa da hâlâ yaşanılası yerdir burası. Şehrin içindedir aslında denizde bir adacık olsa da. Saatlerinizi ayarlarsınız vapura binmek için. Eviniz varsa mutlaka aylar öncesinden planlar yapılmaya başlanır. Hele çocuksanız bir başkadır büyük adanın kokusu, sokakları…

YORGUN TOYNAKLAR İŞ BAŞINDA

Büyükada’nın vazgeçilmez ulaşım aracı ise faytonlar çok uzun yıllardır çekiyorlar sırtlarında insanları oradan oraya. Kâh turistler için, kâh hafta sonu gezenler için. Gözleri kapalı gidecekleri yolların izlerini biliyorlardır aslında.  Kısa ve uzun turlar artık onlar için yemek su içmek gibi basit bir şey olmuştur.

Bu atlar nereden gelir, neden gelir, nasıl yaşarlar, ne kadar iyi bakılırlar, sonları nasıl olur bilinmez pek tabi. Bazı faytoncular atlarına daha iyi muamele ederlerken bazıları ne kadar yorulduklarını görmezden gelip işkenceye dönüştürür o turları bu zavallı hayvanlara. Yeteri kadar mücadele veremeyenler, zayıf düşenler ise bu hayat mücadelesine veda ederler. Belki de bu son en güzelidir onlar için. Çünkü dayanmaları gereken pek de bir sebep yoktur artık.

Çalışmak, çalıştırılmak bu hayatın bir parçasıdır ancak çalışmanın içindeki mantık işkenceye dönüşüyorsa her canlının hakları mutlaka olmalı.

Atlar dünyanın en güzel canlıları olmakla birlikte, o heybetli görüntülerinin yanında aslında o kadar narindirler ki… Dünyaya gözlerini açtıklarında şansları yaver gidebilir. Özel bir çiftlikte yaşayabilir, ya da herhangi bir atlı spor kulübünde sporcu olarak kariyer yapabilirler. Hipodromlar için yetiştirilenler ise ayrı bir hayat sürerler. Onlar için sabah 5.00 demek antrenman demektir. Yaşları henüz çok genç olmalarına karşın eyer ve kırbacın sert sesi ile tanışırlar. Belki de sinirli yapıları, agresif davranışları gencecik yaşta yarıştırılmalarından kaynaklanır. Engel atlayanlar, dressage yapanlar daha rahat bir hayat sürerler. Çünkü onlar sahipli atlar olmalarının yanında günde bir kez çalışırlar. Kulüp atları belki de bu atlardan daha şanssız olanlardandır. Çünkü her halükarda ne kadar iyi bir geçmişi olursa olsun mutlaka sonu kötü biter. Kulüp atı olmak demek bir yerden sonra bir atın ruhunun kaybolmasına, hayattan zevk almamasına sebep olur. Çünkü günde beş, altı belki de yedi biniş bile yaptırılabilir. Her binen farklı tarza sahip olduğundan at ağzındaki kantarmaya duyarsız kalır ve istenileni ya çok geç cevap verir ya da iyice halsiz düşer. Bu da onları daha da kötü sonuca sürükler. İş yapmayan, iyi niyetli olmayan hiçbir kulüp atının kulüpte yeri yoktur artık… Çingeneler ile başlayacak bir yaşam ve en ağır arabayı, faytonu çekecek atlara dönüşmeleri an meselesidir belki de…

Göründüğü gibi madalyonun iki yüzü var ve bu atlar için her türlü hayat çok zor. Binicilik mutlaka çok güzel bir spor ancak diğer tarafa da bakıldığında bu hayvanların çektikleri, vardıkları sonuçlar içler acısı.

Avrupa Birliği’ne girilecek girildi denen bu son yıllarda hayvanlara yapılan eziyetlere son verildiğini ben hâlâ göremiyorum. Sadece atlar değil maalesef. Maslak gibi bir yerde inekler başıboş çöplerin içinde ot ararken görünüyorlar. Hâlâ yaralı, hasta atlar saatlerce fayton çekiyorlar. Sokakta alabildiğine sokak hayvanı barınmak için yaşam mücadelesi veriyor. Otoyollarda, sahil yollarında ezilen hayvan sayısını sorsanız kimse söyleyemez.

Şimdi diyeceksiniz sizler bana bu memlekette insana değer veriliyor mu ki hayvanlara değer verilsin diye… Haklısınız diyemiyorum bunu söyleyenlere ne yazık ki! Çünkü her iki gruba da değer verilmeli. Değer verilmeli ki geri kalmışlıktan kurtulunmalı…