Uluslararası siyasetin kaygan zemini

Uluslararası ilişkileri değerlendirirken uzmanların yaptığı hataların en büyüğü kesin bir dille konuşmaktır. Ancak uluslararası sistemin anarşik yapısı ve insan doğasının karmaşıklığı, uluslararası siyaseti son derece çetrefilli bir hale getirir. Bu sebepten dolayı, tarih sadece uzmanların değil, aynı zamanda devlet adamlarının da birçok kez tahminlerinde yanıldıklarını kayıtlara geçirmiştir

Ceki BİLMEN Diğer
16 Haziran 2010 Çarşamba

Devletlerarası ilişkilerde meydana gelen olayları değerlendirirken her şart altında soğukkanlı olmak gerekir. İnsan doğasının kendine has özelliklerinden dolayı, siyaset çok kolay tahmin edilemez bir alandır.

Antik Yunan’da yaşamış ve bulunduğu çağın kaderini değiştirmiş Mora Savaşı’na tanıklık etmiş olan Yunanlı tarihçi Thucydides, insanların doğaları gereği yönetebilecekleri herkesi yönetme eğiliminde olduklarını belirtir. Thucydides insan doğasının bu özelliğinin sürekli savaşlara ve devletlerarası istikrarsızlıklara davetiye çıkarttığının farkındadır. Bu nokta Antik Yunan’da yaşamış ünlü düşünür Plato tarafından da dile getirilmiştir. Plato herkes tarafından barış diye adlandırılan olgunun, bir sözcükten öteye geçemediğini ve aslında her şehir devletinin, doğası gereği, diğer şehir devletleriyle ilan edilmemiş bir savaş halinde olduğunu söyler.

Yazımıza bu şekilde başladıktan sonra, doğal olarak aklımıza şu soru gelecektir; eğer insan ve insanların yönettiği devletler doğaları gereği sürekli birbirlerini egemenlik altına almak istiyor ve ilan edilmemiş bir savaş halinde yaşıyorlarsa bu, uluslararası ilişkilerde son derece karmaşık, hatta anarşik bir duruma işaret etmez mi? Daha da önemlisi zamanlarının ciddi bir bölümünü devletlerarası ilişkileri analiz etmeye harcayan biz uluslararası ilişkiler öğrencileri bu karmaşanın içinde yolumuzu nasıl bulabiliriz?

Birinci sorunun cevabı, kesinlikle devletlerin bir anarşik sistem içinde yaşadıklarıdır. İngiliz düşünür Thomas Hobbes tarafından net bir şekilde dile getirilen uluslararası ilişkilerin bu anarşik hali, her devleti kendini korumak için sürekli önlemler almaya iter. Bu görüş devletlerin, uluslararası kurumların varlığına rağmen birbirlerine güvenemeyeceğine ve kendi güvenliklerini kendileri alma yoluna gideceklerini belirtir. Bu güvensizlik ortamı ve karmaşa içinde varlıklarını sürdürmek zorunda olan devletlerin, hayatta kalmak ve güçlerini maksimize etmek için karmaşık politikalar izlemeleri kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla devlet davranışlarını anlamaya çalışan uzmanların işi bir hayli zorlaşmaktadır.

Okurları karamsarlığa düşürmek pahasına ikinci soruya net bir şekilde cevap vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Çoğu zaman bu karmaşanın içinde sadece bizler değil, devletleri yöneten parlak zekâlar da kaybolmuş ve birçok kez uluslararası arenada meydana gelen değişiklikleri iyi okuyamamışlardır. Şimdi gelin uluslararası ilişkilerin kaygan zeminine tarihsel örnekler vasıtasıyla daha yakından bakalım.

TARİHSEL ÖRNEKLER

17 Eylül 1796 yılında ulusa sesleniş konuşması sırasında, 1789-1797 yılları arasında görev yapan ABD Başkanlarından George Washington, Amerikan dış politikasının en temel prensibinin Avrupa’nın meselelerinden uzak durmak olduğunu söylemiştir. Bu politika Washington’dan sonra da kabul görerek 1817-1825 yılları arasında görev yapan Başkan James Monroe döneminde Monroe doktrininin ortaya çıkmasına sebep olmuş ve bu doktrinle beraber ABD’de dost düşman herkese Avrupa’nın meselelerine karışmak niyetinde olmadığını açıkça beyan etmiştir.

Fakat devletlerarası ilişkilerin kaygan zemini tüm uzmanları yanıltarak şu üç olayı kayda geçirmiştir. ABD Avrupa’nın iç işlerine müdahil olmuş ve Birinci Dünya Savaşı’nda bizzat Fransa ve Britanya’nın yanında savaşa girmiştir. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı’na da giren ABD yine Avrupa’da Fransa ve Britanya’nın yanında savaşmıştır. Son olarak ise, Avrupa’nın meselelerine karışmadan kendi kıtasında kalmayı dış politikasının merkezine oturtmak isteyen ABD, 1947 yılında Başkan Harry S.Truman zamanında sadece Avrupa’nın değil tüm dünya meselelerine müdahil olarak Komünizmin dünyanın neresinde olursa olsun çevrelenip durdurulması gerektiğini savunmaya başlamıştır. ABD’nin dış politikasının Avrupa’nın siyasi sorunlarına karışmama üzerine kurulu olduğu söyleminden yola çıkıp analiz yapan uzmanlar için tarihin göstermiş olduğu bu üç olay heyecan verici olduğu kadar aynı zamanda kafa karıştırıcıdır da.

Diğer bir örnek ise XVI. yüzyıl İngiltere’sidir. Son derece parçalı bir devletler sisteminin hüküm sürdüğü ve her devletin ittifaklar yoluyla diğer devletleri dengelemeye çalıştığı bir Avrupa’da kendini bulan İngiltere tüm siyasi uzmanların öngörülerini alt üst edecek şekilde davranmıştır. 1512 yılında İngiltere kralı VIII. Henry Fransa’ya karşı Habsburg İmparatorluğu’yla ittifak yapmıştır. Bundan sadece üç sene sonra 1515 yılında bu kez Fransa’yla Habsburg İmparatorluğu’na karşı ittifak yapmış ve 1522 ile 1542 yıllarında bu sefer tekrar Habsburg İmparatorluğu’yla bir araya gelerek Fransızlara karşı savaşmıştır. Özellikle bu örnekten de anlaşılacağı gibi alınması gereken en önemli derslerden biri basite indirgenmiş analizler yapmamak ve kendinden çok emin bir dille ileriye dönük tahminlerde bulunmamak.

DEVLET ADAMLARI

Uluslararası ilişkilerin kaygan zemini çoğu zaman sadece gözlemcileri değil erken tahminlerde bulunan devlet adamlarını da zor durumda bırakmaktadır. 1776 yılında George Washington ülkesinin kaderinin önümüzdeki bir kaç haftaya bağlı olduğunu söylemiştir ancak Amerikan Bağımsızlık Savaşı Washington’un tahmin ettiği gibi bir kaç hafta sonra değil ancak yedi sene sonra sona ermiştir. 1792 yılının Şubat ayında ise Britanya Başbakanı William Pitt, Avrupa’daki siyasal duruma bakarak on beş sene boyunca savaş beklemediklerini ve bu yüzden askeri harcamaları kısma kararı aldıklarını belirtti. Ancak Pitt’in konuşmasından sadece iki ay sonra Avrupa büyük çapta bir savaşa sahne olurken yine sadece bir seneden az bir süre zarfında Britanya bu savaşa katılmak zorunda kaldı. 1870 yılında Britanya Dışişleri Bakanı olan Lord Granville, dışişleri müsteşarıyla yaptığı konuşma sırasında hayatında hiç bu kadar durgun bir uluslararası siyasal sisteme rastlamadığını ve şu an için ilgilenmesi gereken önemli hiçbir gelişmenin olmadığını söyledi. Granville bu konuşmayı yaptığı sırada Prens Leopold İspanya kraliyet tacını giymeyi kabul etti ve üç hafta sonunda Avrupa’nın şeklini değiştirecek olan Fransa-Prusya Savaşı’nın başlamasına sebep olacak olaylar zinciri tetiklenmeye başlandı. 1917 yılındaki Rus Devrimi’nden altı hafta önce Zürih’te bir grup genç sosyaliste seslenen Rus devrimci Vladimir İlyich Lenin kendi jenerasyonunun yaklaşmakta olan devrimi göremeyeceğini söyledi. Ancak çok kısa bir süre sonra Lenin sadece yaklaşmakta olan devrimi görmekle kalmadı, ayrıca bu devrimde en önemli rollerden birini oynadı. 1938’in Eylül ayında Münih’te Hitler ile buluşan Britanya Başbakanı Neville Chamberlain, Almanya’yı yatıştırarak bir barış antlaşması imzaladı ve ülkesine geri döndüğünde Avrupa’ya barışı getirdiğini söyledi. Bundan sadece kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı başladı.

REALİZMİN ÖNEMİ

Tüm bu örnekler verildikten sonra bir konunun açıkça belirtilmesi gerekir. Tabi ki yukarıdaki resme bakan bir kişi karamsar bir tablo ile karşılaşacaktır. Ancak uluslararası siyaseti anlamak isteyenlerin ne karamsarlığa düşme ne de hayaller dünyasında yaşama şansı vardır. Bu kişilerin yapması gereken siyasal olayları olması gerektiği gibi değil, oldukları gibi inceleyen, insan doğasının temelde problemli ve yanılmaya çok açık olduğunu kabul eden realizm akımından faydalanmaktadır. Realizmin akımının uluslararası siyaseti daha iyi anlayıp, ilerisiyle ilgili daha doğru öngörüler yapmamızı sağlayacağının bir garantisi yoktur. Ancak realizmin hiç olmazsa, ABD eski güvenlik danışmanlarından Brent Scowcroft’un da dediği gibi insanoğlu olarak sınırlarımızı bize göstermesi açısından siyasette bize faydalı olabilecektir. Yine ABD eski güvenlik danışmanlarından Zbigniew Brzezinski’nin söylediği gibi en nihayetinde hepimiz, yanılmaz olmadığımız gerçeği ile yüzleşmek zorundayız.