63. festivalin en büyük iki mağlubu şüphesiz ki iki ünlü İngiliz yönetmen Mike Leigh ile Ken Loach idi. “Route İrish”, Altın Palmiye sahibi Loach’ın kariyerinin en kötü filmiydi. Beyaz Saray’ın Irak’ı işgal için uydurduğu yalanı ortaya çıkaran diplomat ile CIA görevlisi karısının öyküsünü anlatan “Fair Game” polisiye tadında bir politik filmdi. Cezayir’in Bağımsızlık Savaşı’nı anlatan “Kanun Dışı” Cannes’da çok gürültü kopardı.
Festivalde ödül kazanan tüm filmlerin eleştirisinden sonra, bu yazımızda Cannes’dan eli boş ayrılan 4 filmden bahsedeceğiz. Ken Loach’ın gerçekten çok kötü olan filmini bir kenara koyarsak, diğer 3 film yarışmanın en kaliteli, en ilginç yapıtları arasında yer alıyordu.
YALNIZLIK VE İLETİŞİMSİZLİK
63. festivalin en büyük iki mağlubu şüphesiz ki iki ünlü İngiliz yönetmen Mike Leigh ile Ken Loach idi. Boşa harcanmış hayatların, hayata yenik düşmüş küçük insanların dramını yansıtan “Başka Bir Yıl / Another Year”, belki de yarışmanın en kaliteli 2-3 filmi arasındaydı. Ama jüri Mike Leigh’ı dışlamayı aklına koymuştu.
Festival başladıktan sonra yarışmaya alınan “Route Irish” ise Altın Palmiye sahibi Ken Loach’ın kariyerinin bence en kötü filmiydi.
Mizah ve umutsuzluk ana temaları içinde geçen konusuyla, modern bir film olan “Başka Bir Yıl”, gerçekçi sinema diliyle, günlük hayatın çarkları arasında ezilen, umutsuzluk denizinde boğulan kahramanlarının insanın içini acıtan öyküsünü anlatıyordu.
Ancak Mike Leigh’in karamsar olduğunu iddia etmek haksızlık olur. Yazdığı senaryonun merkezine yerleştirdiği, 30 yıllık evlilik hayatında başarıyı yakalamış mutlu aile ve evliliğin eşiğindeki mutlu oğullarıyla, İngiliz usta yarınlara umutla baktığını gösteriyor.
Psikiyatr anne, biyolog baba, aklı başında oğulları, kendilerine sığınan bir mutsuzluk ordusuna adeta sığınak oluyorlar. Bir yılın ilkbaharı ile kışı arasındaki bir zaman dilimi içinde geçen konusuyla filmde, M. Leigh yalnızlık üzerine adeta bir senfoni yazmayı hedeflemiş.
İncelikli, zarif ama hüzünlü bir mizah duygusu içinde, iletişimsizlik sorunu yaşayan beş mutsuz ve yalnız insanın dramını anlatan filmdeki kahramanların ortak özellikleri yalnızlıklarını alkole sarılarak unutmaya çalışmaları.
Hayat, ıskalayan, kaçırdıkları fırsatlara üzülerek ömür tüketen kayıp ruhların öyküsü bizleri hüzünledirirken onlardan birini oynayan Leslie Manville’e şapka çıkarıyoruz.
63. festivalin en büyük düş kırıklığı Ken Loach’ın “Route İrish”i oldu. On bir filmde beraber çalıştığı demişbaş senaristi Paul Laverty ile yaptığı bu son işbirliğinde İngliz usta kamerasını Irak batağına çeviriyor. Film, Irak işgal kuvvetlerine katılan iki İngiliz paralı askerlerin birinin ölümünden sonra, arkadaşının yürüttüğü soruşturmayı anlatıyor.
Film ismini Bağdat havaalanı ile güvenli Yeşil Bölge arasındaki “Route İrish” adlı yoldan alıyor. Dünyanın bu en tehlikeli yolundaki bir çatışmada arkadaşının hayatını kaybettiğini öğrenen İngliz paralı asker, resmi açıklamayı reddedip, gerçeğin peşine düşüyor. Bu geveze filmde Ken Loach’ı fazla formsuz bulduk.
BEYAZ SARAY'IN YALANLARI
Amerikan sinemasının yarışmadaki tek temsilcisi, yakın tarihimizin gerçek bir öyküsünü anlatan, Doug Liman’ın “Fair Game” adlı politik filmiydi.
2002 ile 2007 yılları arasında geçen konusuyla film, CIA teşkilatının silahsızlanma bölümü görevlisi Valerie Plane ile Beyaz Saray’ın Irak’la ilgili büyük yalanının gün ışığına çıkaran, diplomat kocası Joe Wilson’un öyküsünü anlatıyor. Joe Wilson’un “The Politics on Truht” adlı romanından senaryolaştırılan film, Irak’taki nükleer silah varlığı üzerine bir işgal başlatan George Bush hükümetinin, bir yalan üzerine bina ettiği bir bahanenin eski bir diplomat tarafından yalanlanmasını ve deneyimli bir CIA uzmanı olan karısının (kocasına destek çıkması üzerine) işinden kovulmasını anlatıyor.
Heyecanlı bir polisiye formatında, cesaretiyle öne çıkan bu film, sanatın doğruların hizmetinde olması gerektiği kuralına uyuyor.
Beyaz Saray’ın yalanını açığa çıkarmaya çalışan üst düzey görevlisi bir karı-kocanın, sistemin tahripkar gücü karşısında kaldığı zor durumu, bir evliliğin yıkılma aşamasına gelmesini anlatan film, gerçeğin zaferiyle noktalanan müthiş finaliyle öne çıkıyor.
Saddam Hüseyin’i tanıyan, zenginleştirilmiş uranyum konusunun uzmanı, Bush hükümetinin hoşlanmadığı diplomat Joe Wilson, New York Times aracılığıyla Beyaz Saray’ın yalanını ortaya çıkarınca, karısı işinden uzaklaştırılır, Uzakdoğudaki ishtihbarat kaynakları ise ölümle baş başa bırakılır.
Naomi Watts’ın büyük bir başarıyla canlandırdığı Valerie Plame başka bir filmi için Cannes’daydı. Nükleer silahsızlanma konulu “Countdown To Zero” adlı belgeselin oyuncuları arısnda yer alan (ve çok güzel bir kadın olan) Valerie Plame, filme destek veren Ürdün eski kraliçesi Nur ile Cannes’da sansasyon yarattılar.
2008’in Cannes yarışma filmleri jürisine başkanlık eden (filmde politikacı Joe Wilson’u canlandıran) Sean Penn ise festivale gelemedi. Zira Sean Penn, filmin Cannes’da gösterildiği tarihte, Washington’da Haiti depremiyle ilgili bir rapor sunmakla görevliydi.
“Kanun Dışı / Hors La Loi” Fransızların Cezayir soykırımını anlatan ve Fransa adına festivalde yarışan bir film olarak Cannes’da çok gürültü kopardı.
Fransız ordusunda çarpışan Kuzey Afrikalı askerlerin öyküsünü anlattığı, 5 oyuncusuna Cannes’da En İyi Aktör ödülünü kazandıran “Indigenes” filminden dört yıl sonra Rachid Bouchareb, arı kovanına çomak sokmayı sürdürüyor.
Fransızlar Cezayir’de bir soykırım yaşattıklarını kabullenmeye pek yanaşmıyorlar. Cezayir’in Bağımsızlık Savaşı, Fransız sinemasının tabu konuları arasında yer alıyor. Fransız sağcı milletvekilleri “Kanun Dışı”nın Cannes’da Fransız sinemasını temsil etmesine karşı çıktılar.
Filmin gösterildiği gün Festival Sarayı’nın önünde sayısız polis aracı vardı. Festival Sarayı’na girmek için ikili-üçlü güvenlik barikatında üstümüz-başımız arandı. Ellerinde Fransız bayrakları ile gençler ve eski muharipler Croisette’te yaptıkları yürüyüşlerle tepkilerini dile getirdiler.
Fransızla Cezayirli mukavemetçilerinin örgütlenmesini “Kanun Dışı” buldukları için, filmin ismi ironik bir şekilde Fransız görüşünü yansıtıyor.
Cezayir asıllı Fransız yönetmen Rachid Bouchareb, Cezayir Kurtuluş Savaşı’nı 3 kardeşin öyküsü eşliğinde anlatıyor. 1930’larda topraklarından kovulan, Fransa’da kendilerine yeni bir hayat arayan Cezayirli ailenin oğullarından Mesut orduya yazılır, Hindiçin’de savaşır. Kardeşi Abdülkadir Paris’te kalıp ülkesinin bağımsızlığı için çalışan bir örgütün lideri olur. En küçükleri olan Sait, Pigalle’in ünlü bir boks kulübünde servet yapar. Cezayir’in bağımsızlığı için 1960’ların ilk yıllarında başlayan hareket üç kardeşin yazgısını birleştirir.
Franis Ford Coppola’nın Vietnam Savaşını anlatan “Kıyamet / Apaclypsa Now” başyapıtını anımsatan formatıyla, “Kanun Dışı” İtalyan Guilo Pontecorvo’nun unutulmaz başyapıtı “Cezayir Savaşı”ndan bu yana, bu konuda yapılmış en ciddi ve en kapsamlı film.
Cazayir’in Setif kentinde 1945 Mayıs’ındaki katliamı da içeren, 35 yıllık bir zaman dilimindeki olayları film, İnsan Hakları Örgütü’nün yedi tarihçisinin desteğiyle yazılan bir senaryoda anlatıyor.
Bouchareb trilojisini, 1950 ile 1980 arasında Cezayirli göçmenlerin Fransa’daki maceralarını anlatacağı bir filme tamamlamayı düşünüyor.